İstanbul'un  güneyinde Marmara Denizi, kuzeyinde Karadeniz ve her iki denizi birleştiren ve ortasından geçen Dünya harikası  Boğaz ile çok güzel bir alanda kurulu olduğunu görürüz. Tarih boyunca İstanbul’da su sorunu yaşandığı bilinmektedir. Kuruluş yıllarında yer altı kaynaklardan sağlanan suyun yetersiz kalması üzerine ilk olarak Roma-Bizans döneminde Bentler ve Bozdoğan gibi su kemerleri aracılığıyla İstanbul’a su taşınmıştır. Ayrıca açık ve kapalı sarnıçlar ile yağmur suları toplanıp depolanmış ve su gereksinimi için kullanılmıştır. 

Ancak İstanbul'u biraz daha detaylı incelediğinizde bu coğrafyada başka bir özellik de dikkatinizi çeker. Bu özellik, İstanbul’un yakın çevresinde doğal tatlı su kaynakları olan önemli bir nehir veya büyük bir göl olmadığıdır. Oysa büyük yerleşim yerlerinin en önemli zenginliklerinden birisi ve belki de en başta geleni, tatlı su kaynağına sahip olmasıdır. İstanbul’da bulunan Büyükçekmece ve Küçükçekmece ile Terkos gölleri İstanbul gibi büyük bir yerleşim alanı için küçük ve yetersiz kalmış olan su kaynaklarıdır. Ayrıca bu gölleri yağmur dışında besleyen ana su kaynağı olmaması nedeniyle su kapasiteleri de oldukça kısıtlıdır.

Osmanlı döneminde ilk aşamada bu kaynaklar biraz daha geliştirilmiş ancak yetersiz kalınca Kanuni döneminde Mimar Sinan tarafından Kağıthane ve Alibey Dereleri su toplama alanına dönüştürülmüştür. Değişik dönemlerde bentlerin sayısı artırılarak ve Hamidiye Suyu ile sorun giderilmeye çalışılmıştır. 1800’lerin sonlarına doğru Terkos gölü içme suyu kaynağı olarak kullanılmaya başlamıştır. Aynı dönemde Anadolu Yakası için Elmalı Barajı yaptırılmıştır. 1970’lerde ise Alibeyköy ile halen İstanbul’un en büyük su kaynağı olan Ömerli Barajı devreye sokulmuştur.

İstanbul’un yerel kaynaklarının yetersiz kalması ve 1990’lardaki su sıkıntıları üzerine İstanbul dışından Istranca Dereleri 1995 sonrasında İstanbul’a akıtılmaya başlamıştır. Bu kaynaklar da yetersiz kalınca ve 2000’lerin ilk yıllarında yaşanan su sıkıntısı üzerine Melen Çayı’nın İstanbul için su kaynağı olması sağlanmış ve 2007 yılından beri bu kaynaktan da su takviyesi yapılmaktadır. Melen kaynağının daha verimli kullanılabilmesi için üzerinde baraj kurulması ve daha rahat-düzenli su alınması planlanmış ancak aradaki bol yağışlı yıllar su sorununu unutturarak bu çalışmayı geciktirmiştir. Bu nedenle henüz Melen Çayı’ndan yeterli ve verimli su sağlanamadığı için yağışsız geçen günümüzde su sıkıntısı kendini hissettirmektedir. İstanbul’un günlük su tüketimi yaklaşık olarak 2.5 milyon m3’tür. Mevcut su kaynak ve kapasite durumları tablodan görülebilir.İstanbul için mevcut su kaynakları, yağışlardan büyük oranda etkilenmekte ve yağışsız geçen dönem su kaynakları yetersiz kalmaktadır. İstanbul nüfusu büyümeye devam ettikçe ve yağışsız geçen her dönem İstanbul’da su sıkıntısı gündemdeki yerini koruyacak gözükmektedir.

İstanbul’un su kaynakları ağırlıklı olarak Karadeniz’e yakın kuzey kesimdedir. Kuzey kesim, hem ormanlık alan olarak İstanbul’un temiz hava kaynağı için önemli bir unsur hem de su kaynakları açısından bir değerdir. Bu değer korunamazsa yaşamsal öneme sahip her iki alan da (temiz hava ve temiz su) tehlike altına girebilecektir. İstanbul’a dışarıdan getirilen su kaynakları da mevcut su havzaları üzerinden dağıtılmaktadır. Bu havzalar korunamaz ve kirlenirse taşınan sular da bu havzalarda kirlenme tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır.İstanbul’da yerleşim, ağırlıklı olarak güney kesimde (Marmara kıyısı) olmakla birlikte özellikle 1999 depremi sonrasında olası İstanbul depreminde Marmara kıyılarının çok daha büyük zarar göreceği söylemleri üzerine son 15 yıldır yapılaşma ağırlıklı olarak kuzey kesime doğru kaymaya başlamıştır. Kuzey kesimdeki ormanlık alanlar zorlanmaya, tahrip edilmeye ve erozyona uğramaya devam etmektedir. Hem Anadolu hem de Avrupa Yakası’nda kuzeydeki orman alanları içinde yoğun oranda yapılaşma olduğu görülmektedir.

Devlet eliyle İstanbul’da yapılmaya başlayan büyük projeler ise kuzey kesime yönelik saldırıları artırıcı etki yapacak niteliktedir. 3. Boğaz Köprüsü ve çevre yolları kuzey ormanlık alanını doğu-batı yönünde boydan boya yarmaktadır. Yine İstanbul havaalanı ve bağlantı yolları da ormanlık alanları tehdit eder durumdadır. Ormanlık alanlara sadece bu inşaatların zarar vereceği düşünülemez. Bu tür yapılaşmalar devamında kontrolsüz yapılaşma ve şehirleşme alanlarını getirmektedir. Daha önceki örnekler, bu savı desteklemektedir. Kuzey ormanlarının zarar görmesi aynı zamanda bu bölgedeki su kaynaklarını da tehdit eder bir durumdur. Yerleşim alanlarının artması kirlilik kaynaklarını artıracaktır. Korunması gereken bu alanlara öncelikle kamu projeleriyle zarar verilmesi, düşünülmesi gereken bir durumdur. İstanbul’un geleceğini korumak için kuzey ormanları önemlidir. İstanbullular bunu bilmeli ve bölgedeki yüksek rant nedeniyle geleceğin tehlike altına sokulmasına karşı çıkmalıdır.

İstanbul’un suyu açısından önemli bir diğer başlık ise su havzalarının korunması ve sağlıklı kalmasıdır. Çevre kirliliği ve kirlilik kaynaklarının dereler aracılığıyla doğrudan su havzalarına akması nedeniyle 1990’lı yıllarda önce Küçükçekmece Gölü daha sonra kısa bir dönem için Elmalı Barajı’nın suyu, içme suyu niteliğini kaybederek devre dışı bırakılmıştır. Belirtilen dönemde diğer su havzaları da kirlilik alarmı vermişti. Özellikle yaz aylarında havaların ısınmasıyla birlikte suyla bulaşan hastalıkların yaygınlaşması sorunu yaşanmıştı. 1990’lı yılların ilk yarısında, İstanbul’un bazı bölgelerinde bildirimi zorunlu ve uluslararası imaj zedeleyici, turizmi etkileyici bulaşıcı hastalık salgınları ortaya çıkmıştı. Su havzaları ve bunları besleyen derelerin atıklardan korunması çalışmalarıyla su kaynaklarının kalitesi artırılmış, su kirliliği sıkıntısı ve tartışmaları son yıllarda aşılabilmiştir.

İstanbul’un su sorunu konuşulurken atlanmaması gereken bir başka nokta ise su depolarıdır. Önceki yıllarda yaşanan su kesintileri, binalarda değişik yerlerde su depoları yapılmasına yol açmıştır. Bu depoların önemli bir çoğunluğunun sağlıksız koşullar taşıdığı ve temizlenebilir olmaktan uzak olduğu saptanmıştır. Temizlenmeyen bu depolarda bekleyen sularda tortu oluşmakta ve bu birikim mikrop üremesi için uygun ortam oluşturmaktadır. Bekleyen suda (suyu mikroplardan koruyan) klorun uçması suyu savunmasız ve kirlenebilir duruma getirmektedir. Bu ortamlardaki sular incelendiğinde önemli bir kısmının kirli olduğu saptanmıştır. Bu nedenle şebekeden daha iyi durumda gelen su, depoda kirlenerek musluklara ulaşmakta ve güvenli su olma özelliğini kaybetmektedir. Su deposu bulunan binalarda bu depoların düzenli olarak temizlenmesi gerektiği unutulmamalıdır. Kuzey ormanlık alanının İstanbul için yaşamsal değere sahip olduğu gözden kaçırılmamalıdır.

Yaşanabilir bir İstanbul için İstanbul’un geleceğine sahip çıkmak gerekir. İBB başkanı sayın İMAMOĞLU derhal kolları sıvamalı ve gelen tehlikeyi görüp önlemleri almaya başlamalıdır.