Uygur Türklerinin yaşadığı facia, Yeni Zelanda’da 50 Müslümanın şehit edilmesinden korkunçtur. Cami katliamının arkasında da bir istihbarat örgütünün izleri vardır. Bir devlet kuruluşu operasyonu olan birçok stratejik saldırı, “terör eylemi” kategorisine sokulabilir. Nice eylemin aslında ABD-İsrail projesi olduğu ortaya çıksa da kamuoyundaki “dezenformasyon kirliliği” kolay temizlenemez. Yemen’de, Suriye’de, Myammar’da yaşananlar ise planlı, programlı devlet terörü eylemleridir. Burada hayatını kaybeden veya sakat kalanların sayısı binlerce kat fazla olduğu halde dünya kamuoyu bunlara alıştırılmıştır. Bu giriş, mübarek bir ayda ve günde, camide şehit olanların ve geride kalanların dramını hafife almayı amaçlamaz. Fanatik bir cani eliyle değil de devletler tarafından daha büyük katliamların işlenmesinin normal karşılanmaması hatırlatılmaktadır. Hıristiyan terörü başka bir yazının konusudur.
Yönetimde sosyalist, ekonomide liberal görünen Çin’in küresel güç yolundaki araçlarından biri Konfüçyüs enstitüleridir. Çin tarafından finanse edilen bu kurumların programları da Çin tarafından belirlenir. Çin kültürünü ve dilini yaymayı hedefleyen bu kurumların aslında casusluk merkezleri olduğundan endişe edilmektedir. Amerikan veya İngiliz Kültür merkezlerinin de kendi ülkeleri adına istihbarat faaliyetleri bilinmektedir. Bununla beraber birçok batı üniversitesinde bu enstitülerin kapatılma sebebi, bilimsel objektiflikten uzak, insan hakları ve yakın tarih olayları konusunda dezenfermasyon faaliyetleri ve ideolojik propagandalarıdır. Bir ülke kurumunun kendi kültürünü tanıtma ve övme misyonu vardır. Konfüçyüs enstitülerinin çarpıtma ve yalanlarıysa kabul edilebirlik sınırını aşmıştır.
ODTÜ, Boğaziçi, Yeditepe, Okan gibi üniversitelerde Konfüçyüs enstitüleri açılmıştır. Buna karşın Yunus Emre enstitülerine Çin izin verilmemiştir. Başta Doğu Türkistan şehirleri olmak üzere Pekin ve Şanghay gibi merkezlerde bunların açılması için yeniden başuvuruda bulunulmalıdır. Kabul edilmediği takdirde Türkiye’deki Konfüçyüs merkezlerinin kapatılma süreci başlatılmalıdır.
Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB), Amerika dahil dünyanın her tarafından öğrencilere Türkiye’de eğitim imkânları sağlar. Öncelikle Türkçe öğrenerek tercih ettikleri bölümlerde kariyer yaparlar. Kolombiya dahil nice ülkelerden Müslim, gayr-i Müslim, Türk, gayr-i Türk öğrencilerim oldu. Rusya Federasyonu’na bağlı Tataristan, Başkurdistan, Dağıstan’dan da öğrencilerimiz var. Bir kısmı Türk kökenli bu öğreniclerimizin devletleriyle bir sorunu olmadığı gibi pasaportunu taşıdıkları yönetimler de kendilerine güvenmektedirler. Bu bağlamda bağımsız bir cumhuriyet olan Kazakistan ile Tataristan arasında bir fark yoktur.
YTB bursları konusunda iki sorunlu ülke Çin-Doğu Türkistan ve İsrail-Filistin’dir. Filistin’den gelen öğrencilerin birçoğu evine dönünce yeniden pasaport alıp gelmeleri bir yılı geçmekte, İsrail çeşitli engellemeler uygulamaktadır. Doğu Türkistan’dan gelenler (son yıllarda yok gibi) yurtlarına gittiklerinde toplama kamplarına alınmakta, bir daha kolay kolay çıkamamaktadırlar. Süresi dolan pasaportlar yenilenmemekte, kaçak durumuna düşen öğrenciler için zindanlarda çürümektense vatandaşlıktan atılmak seçeneği kalmaktadır.
Çin yönetimi tarafından Urumçi’de, Kaşgar’da ağırlandıktan sonra Türkiye’ye gelip “Doğu Türkistan’da zulüm görmedik” diyenler, hayatı kararmış Uygur öğreniclere ulaşabilir. Pasaportu uzatılmayınca annesince evlatlıktan reddetmek zorunda kalanlar, yıllardır ana-babasından haber alamayanlar, ülkesine gider gitmez kamplara kapatılanlar… Çin zulmünün borazanlığını yapanlar Doğu Türkistan kuruluşlarından bir kaç kişiye ulaşsınlar, her birerinin ailesi, yakınları, arkadaşlarıyla ilgili hazin, korkunç, insanı insanlığından utandıran hikayeleri dinlesinler. Yalan diyenler bu kişilerin evlerine dönmeleri, yakınlarını ziyaret etmeleri, akrabalarının Türkiye’ye gelip dönmeleri konusundaki girişimleri ve sonuçlarını izlesinler!
Uygur Akademisi sitesindeki fotoğraflar, Çin resmi sitelerinden indirilmiştir. Eğitim birimleri denilen kamplar her türlü değerini inkâra zorlayan, eski çağların esir kamplarından daha fecidir. “Çinli kardeş aile” programında Uygur aileye gelen Çinli erkek veya kadın o geceyi Müslüman evinde geçirir. Hediye olarak kıyma getirir. Evin hanımı “bu ne kıymasıdır?” diye sorarsa ertesi gün o Müslüman kadın kampa kapatılacaktır. Uygur gençler zorla Çinlilerle evlendirilmekte, fotoğrafları resmi sitelerde yayınlanmaktadır. Bir Çinli erkekle evlendirilen Uygur kızının sanki her zerresi kan ağlıyordu. Hayatının baharındaki bu yavrunun yüz ifadesi beni kahretmiştir. Ulusal veya uluslararası kadın örgütlerinin bu tecavüzleri de gündeme almaları gerekmektedir.
Bütün Uygurların DNA örnekleri alınmıştır. Körfez ülkelerinin talep belgelerinde açıkça yer alan “Uygur böbreği”, “Uygur kalbi” gibi siparişler hemen karşılanabilmektedir. Bununla alakalı ilanlar ve belgeler için Uygur kuruluşlarından bilgi alınabilir.
Uygur Akademisi gibi kuruluşların gündeminde Doğu Türkistan bağımsızlığı yoktur. Onlar da terörün her türlüsüne karşıdırlar. Teröre karşı işbirliğinde Çin hükümetiyle işbirliğine hazırdırlar. Çocukların isimlerini Ayşe, Fatma, Ahmet, Müslim koymak veya domuz eti yememek yahut oruç tutmak ile terör arasında ilişki kurmak esasen devlet terörüdür. Suriye’deki binlerce “Uygur cihatçıların” hangi organizasyonla bu bataklığa çekildiklerinin de soruşturulmasını istiyorlar!
Uygur sivil toplum kuruluşları, BM, AB, İslam İşbirliği Örgütü ve Türk Keneşi gibi örgütlerle başta Türk ve Müslüman devletler olmak üzere bütün büyükelçiliklere, Çin’deki baskı ve zulümlere son verilmesi için başvuruda bulunacaklardır. İnkâr edilirse yukarıdaki öneriler gündeme gelecektir. Esasen başta Çin anayasası ve yasaları olmak üzere imzalanan belgelere aykırı bu cinayet ve soykırım suçlularının öncelikle Çin yasaları ve uluslararası sözleşmelere göre yargılanma ve cezalandırma süreci başlatılacaktır. Kimse bunların hamhayal olduğunu zannetmesin! Halen hapiste olan veya hayatını kaybeden Sırp ve Hırvat soykırımcılar, bugünlerle uyarılsaydı onlar da “hamhayal” derdi!