Hemen bir çoğumuzun basından öğrendiğine göre, Mardin Valisi ile Süryani Metropolit’i arasında bir koltuk problemi doğmuş ve Vali Hazretleri’nin gönlünün alınabilmesi için, her iki değerli şahsiyete aynı büyüklükte, aynı seviyede iki koltuk tahsis edilmiş ve Vali Hazretleri ile Metropolit Cenapları yan yana oturtulunca, problem hâl olmuş ve böylece; “İsrail Büyük-Elçimize karşı yapılan terbiyesizliğin tekrarı önlenmiş vs.” Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşı konumunda bulunan Hıristiyan bir kavimin mensuplarının Türkiye’deki Dini Lideri konumundaki bir zat ile devletimizi temsil eden sayın Vâli Hazretleri’nin böylesi bir siyâsî mesaja isteyerek veya istemeyerek âlet olur duruma getirilmesi, gerçketen hiç mi hiç şık olmamıştır!... Mardin’in sayın Vâli’si, bulundukları yörenin örf ve ananede ne derece hassas olduğunu en âlâ bilenlerin başında gelen olduğundan hemen hiçbir şüphemiz yoktur. Mezkûr yörenin halkı “Müslim, Gayr-ı Müslim”. Örf ve ananelerine kökten bağlı vatandaşlarımız oldukları ve de bulundukları yörenin de pek hassas bir bölge olduğu dikkate alınsa, meselenin sadece bir koltuk meselesi değil, altında yatan daha başka niyetler olduğu kolayca hissedilebilir!... Mardin’in sakinleri İslâm, Hıristiyan her daim uyum içinde yaşamışlar ve öyle de devam etmektedir. Mardin’in Hıristiyanları daha ziyade Süryanilerden müteşekkildir ve onlar kendi “din adamlarına” ziyade düşkün ve de hürmetkârdırlar. Noel kutlaması dolayısıyla icra edilen “dini ayinlerine” Mardin Vâlimizin: Belediye Başkanı ve Müftü Cenaplarıyla birlikte, Süryani vatandaşların “Bayramlarını kutlamak” maksadıyla, Mor Şimune Katedrali’ni ziyaret ederek, Metropolit Nuri Saliba Özmen’e tebriklerini sunarlarken, Metropolit’in koltuğunun “daha büyük ve yüksekte oluşu” Vâli Hazretleri’nin dikkatlerini çekmiş ve ikinci bir İsrail benzeri skandal doğmaması düşüncesiyle Süryani Cemaati ileri gelenleri uyarılmış ve Metropolit Cenapları ile Vâli Hazretleri aynı seviyede koltuklarda yan yana oturmuşlar ve böylece her iki taraf da memnun kalmış?!... İlk şu hususu belirtmek isterim: İsrail ile Mardin vak’aları arasında bağlantı kurmaya çalışmak kadar saçma bir şey olamaz?!.. İsrail’deki koltuk olayı tamamen siyasî ve maksatlıdır. Mardin’deki ise zorla siyasî bir görünüm verilmeye çalışılmış ve de medyanın malûm kesimi bile, bile yangına körükle gidercesine davranmış: (KİLİSE’DE KOLTUK AYARI) gibi seviyesiz başlıklarla meseleye eğilerek sözde habercilik(!) yapmış!.. Gelelim meselenin aslına! Mardin bizim toprağımız, Metropolit ise bizim vatandaşımızdır. Peki bunun neresi İsrail olayı ile bağdaşır?... Koltuk problemine gelince, Metropolit, din adamıdır yânî Cismânî değil, Rühânîdir ve de nevi şahsına tahsis edilen koltuk sadece yüksek rütbeli Rühânilerin oturabildiği koltuklardır. Yânî bir yerde mukaddes addedilir!... Hıristiyan olmayanlar için saçma denebilir ama, bu biz Hıristiyanları hiç mi hiç ilgilendirmez. Hemen herkes dilediği şekilde düşünmekte hürdür. Ancak bu hürriyetlerini inançlarımıza karşı kullanmaları da doğru olmadığı gibi, aynı zamanda çok büyük bir haksızlıktır!.. Muhteşem tarihimizi biraz olsun bilenler şu vak’ayı da en âlâ şekilde bilir ve hatırlarlar. Konstantiniyye’yi fetheden Fâtih Sultan II. Mehmed Hân, Metropolit Gennadios’u: “Cihan Ortodoksluğu’nun en büyük Patrik’i” ilân ve tasdik ettikten sonra, kendi tahtı yanında taht kurdurup yanında oturtup; Patrik’in kendi himayesi altında olduğunu cihâna ilân etmiştir. Biz ise asırlar sonra, asırlardır bizimle yaşayan ve canlarını bize emanet etmiş bulunan bir kavimi tutmuş yabancı sayarak; “Koltuk problemi” ile medyalara mevzu olmaktayız?!.. Vâli Hazretleri, Kilise’ye giderek “Bayram kutlaması” yaparken, dikkatini koltukların eşit olması konusuna çekerek, mezkûr durumu mesele yapmaları, evet yapmaları hiç de şık olmamıştır. Yanlarında bulunan Mardin Müftüsü, Metropolit ile aynı tür koltukta oturabilirdi. Zira doğrudan din adamıdır. Ancak bir cismâninin aynı koltuğa oturması en azından, Kilise inançlarına hakarettir. Bilindiği gibi, dünyanın hemen her tarafında yüksek rütbedeki din adamlarının karşısında “Devlet Başkanları” ve hatta “Krallar” dahi saygı ile eğilir ve elini öperler. Biz sayın Vâlimizden böyle bir hareket ne bekliyor ve ne de istiyoruz. Kaldı ki, ülkemiz lâik anlayışa göre idare edilen bir devlet sistemine tabidir. Lakin, bu durum inançlara karşı sert davranmamızı emretmez!.. 1400 yıllık bir maziye sahip bulunan mezkur Süryani Katedrali böylesine üzücü olaylara herhalde sahne olmamıştır!.. Soruyorum; Cami’de Hoca minberde vaaz verirken kendisini dinleyen mü’minler arasında bir Cumhurbaşkanı, bir Başbakan veya bir Vâli var ise, Hoca minberden aşağı mı inecek?... Cami’de kural ne ise, Kilisede de aynı kural geçerlidir: Ne bir eksik, ne bir fazla. Bazı faktörler vardır ki, artık bunların gerçek yönlerine döndürülmesi şart da değil, elzem olmuştur. Meselâ: Hıristiyanlığın, yânî Hz. İsa (AS)’ı temsil eden Kilise’nin de haşa “şeytanın değil” Hz. Allah’ın mabedi olduğunun, İslâm âlemince bilinmesi ve ülkemiz içinde inançlar sebebiyle ayrılıklar olmamasının bir an evvel temin edilebilmesi, artık şart olmuştur. Niçin şart olmuştur? Şu sebeple şart olmuştur: “Ülkemiz insanları bir şekilde yekdiğerine düşman hale getirilmektedir.” Ülke dışında çöreklenmiş bulunan bazı fraksiyonlar, muhtelif dolaplar çevirerek ülkemiz insanlarını yek diğerine düşman hâle getirebilmek için her ne lâzımsa yapmaktadır... Sizler iki koltuğu aynı hizaya getirterek, Vâli Hazretleri ile Metropolit Cenaplarını yan yana oturtarak, protokol meselesini hâlletmişler. Daha doğrusu hâllettiklerini sanmışlardır. Zira bu meselenin istismar edildiğinin kokusu kısa bir zaman sonra her tarafı saracaktır... Çünkü, dış dünya bu meseleyi alabildiğine istismar ederek, Türkiye’de Hıristiyanlara baskı yapıldığı iddialarına da, bizdeki bazı sorumsuzluk örneği gazeteleri göstereceklerdir... Şimdi soruyorum; Bu icraatta Türkiye’nin kazancı ne olmuştur?.. Bu sualimin cevabını yine kendim vereyim. Koca bir hiç!... Bu nasıl bir vatandaşlıktır ki, bizler hem varız, hem yokuz?!... İşte böyle zamanlarda kendi vatanlarında bilhassa yabancı gözü ile bakılanların kendilerini “vatansız addetmeleri” kadar, tabii ne olabilir?.. İşte “bölünme tehlikesi” gibi menfi faktörler böyle zamanlarda devreye girer ve provokatörler böyle anlardan istifade ederler... İslâm’ın yükselmesine engel olan Hıristiyanlık olsaydı, Hz. Allah (C.C.) Hz. İsa (A.S.)’ı yeryüzüne göndermezdi ve ayrıca; Kur’ân-ı Kerim’de o Yüce Peygamber hakkında ayet-i kerime olmazdı. Hz. Muhammed (SAV) Efendimiz kendilerini anmazdı. Sorarım Kilise’yi ve Kilise hizmetkârlarını her daim küçümsemekte: Rahip’e, hatta Metropolitler’e dahi (Papaz) adı takarak sözde küçümsemekteyiz. Bu tavır ve fikriyattan kurtulmadıkça, her daim hata işlemeye mahkûm olacağız. Bizlere (Gâvur) gözü ile bakanlar, bu tutumlarını değiştirmedikçe bu ülkede ne huzur ve ne de birlik ve beraberlik olacaktır!.. Değerli okuyucularım yeni bir yazımda buluşabilmek dileğiyle cümlenize mutlu tatiller diliyorum efendim. Not: (Bu makale 27 Aralık 2010 Pazartesi günü yazılmıştır.)