‘Koca Reis’ lakaplı Fahri Uzun, Amasya’ya ruhunu veren, bütün siyasî görüşlere mensup insanların saygı duyup dikkatle dinledikleri, ‘Dur!’ deyince Amasya’yı durduran, ‘Yürü!’ deyince meydanları dolduran bir kanaat önderidir.
Kitabın yazarı Prof. Dr. Kenan Erzurumlu; Genel Cerrahî Uzmanı, Operatör Doktordur.  Asıl büyük özelliği, şuurlu Türk milliyetçisi olmasıdır. 13,5 X 21 santim ölçülerinde, 161 sayfalık kitabında; şânına, îmanına ve erliğine şâhit olduğu gönül dostunu, Koca Reis Fahri Uzun’u ve O’nun fikirlerini merkeze alarak Türkiye’nin geçmişine ayna tutup, yaşadığımız günleri yorumluyor, geleceğimizle ilgili temenni, tahmin ve tavsiyelerini yazıyor.
Fahri Uzun’un doğduğu köy olan Oluz’da, Amasya’ya ilk yerleştirilen Oğuzlar yaşamaktadır. O, makine mühendisidir. Bütün gençlik hayatı boyunca Türkçü-Ülkücü hareketin içerisinde olmuştur. Hazırlamış olduğu soygeçmiş kitabına şu cümlelerle başlıyor: ‘Dünya tarihinde gördüğümüz en büyük gerçek, millet gerçeğidir.’ 
Kenan Erzurumlu, Fahri Uzun’un destansı bir hayat olan yakın geçmişine dikkatli nazarlarla bakıp, efrâdını câmi - ağyarını mâni ölçüler içerisinde anlattıktan sonra mâhir bir hamle ile geleceğe yöneliyor.
Koca Reis; ‘Geçmişinin câhili olan, geleceğinin körüdür’ gerçeğinin gereğini yerine getirmek için, derin araştırmalar neticesinde sâhibi olduğu bilgi birikiminin kaybolmaması, yalnızca kendisinin bildiği hakikatlerin unutulmaması için doğduğu köyün ve ailesinin şeceresini yazmıştır.
Fahri Uzun’un heyecanlandıran ve merak uyandıran hikâyesi, oğlunun yazdığı satırlarla şöyle başlıyor:
‘Çocukluğumdan hatırladığım ilk net hâtıram, bir akşam, evimizin zilinin çalmasıyla başlar. Annem kapıyı açtığında peşinden koştum. İki adamdan, iri cüsseli ve gri takım elbiseli olanı; ‘Yenge Hanım, Fahri’ye gelmiştik, evde mi?’ Diye sordu. Annem: ‘Kendisi evde değil, siz kimsiniz?’ Dedi. ‘Biz arkadaşlarıyız.’ Annemin ‘İsminiz nedir?’ diye sorarken tebessümü ve rahatlığı karşısında, karşı taraftan bir duraksamayla cevap geldi: ‘Hasan, Hüseyin deyiverin. Biz, O eve gelince tekrar uğrarız.’ Annem, kapıyı kapatır kapatmaz, telefonun başına gitti, kulübü aradı. Babama telefonda ‘Fahri, aranıyorsun. Hemen gel. Eve, diğer taraftan gel.’
Biraz sonra babam geldi, hemen toparlandık. Annem, babam, ben ve kardeşim, arka sokaktan başka bir eve gittik. Sabah kalktığımızda babam gitmişti, aylar sonra döndü…
Henüz beş yaşında bir çocuk olan ben, ne düşündüm, ne hissettim? Annemle babamın telaşından dolayı biraz endişelendiğimi hatırlıyorum. Neden daha fazla korku duymadığımı, büyüdükçe, babamı tanıdıkça anladım. O korkusuz babanın yanında, insanlardan korkma duygusunu hiç tatmadık. Ayrıca; O ve bütün saygıdeğer dâvâ arkadaşları, çilekeş aileleri, yaşadıklarını hiçbir zaman dramatize etmediler. Dâvâları için mücâdele verirken yaşadıkları bütün zorlukları, yangın yeri gibi bir ortamı hep bir masal gibi tebessümle, bir destan gibi coşkuyla anlattılar. O ve dâvâ arkadaşları, mağdur oldukları zaman bile mağrur olan çerilerdi.
Babam, 12 Eylül’de tutuklanmamasının en önemli sebebinin, ‘Amasya’daki Alevî-Sünnî çatışmasını önlemesi’ olduğunu söylerdi.
Evet! Okuyucu, Koca Reis Fahri Uzun’u tanımıştır.  Koca Reis, başarılı bir iş adamı, teşkilatçı bir siyaset adamıdır. Fakat hiçbir zaman kendisini öne çıkarmamış, her şeyi yalnızca milleti ve memleketi için, Rıza-i Barî için yapmıştır. O sebeple, yalnızca çevresindekiler tarafından bilinir, tanınır. Öyle anlaşılıyor ki O’nu en iyi tanıyan da Kenan Erzurumlu’dur.
Koca Reis, 16 Nisan 2014’te, sigara tiryakiliğinin ona belirlediği kadere mağlup oldu. Akciğer kanseri O’nu bu dünyadan ve sevdiklerinden-sevenlerinden ayırdı.

*       *        *


Kitabın 33. sayfasında Merhum Fahri Uzun’un konuşmaları ve yazıları başlıyor:
Her milletin, millet olma özellikleri farklıdır. Türk milletini millet yapan özellikler, Türk ırkından olmak, Türk kültürünü bilmek ve sâhip olmak, Türk örf ve âdetlerini bilmek ve yaşamak, Türk tarih birliği şuuruna sâhip olmak, Türk ülküsünü hedef almaktır. Nedir bu ülkü? ‘Kızıl Elma’ dediğimiz, Türk milletinin, tarih boyunca cihanşümul devletler kurmasını sağlayan felsefedir. Yâni, cihan hâkimiyeti mefkûresi, istisnasız, Türklerin kurduğu bütün devletlerde, hâkim felsefe olarak devam etmiştir. Yazılı tarihimizin ortaya çıktığı günden bugüne kadar kurduğumuz bütün devletlerde, aynı ülkü ortaya konulmuştur ve Türk milleti bu ülkü peşinde hiç yılmadan, yıkılmadan koşturmuştur. İşte Türk milletini millet yapan özelliklerden birisi de Türk ülküsüne sâhip çıkmak özelliğidir.
Sonraki sayfalarda kitap; muhteşem bir Türk tarihi özelliğine bürünür ve sayfalar boyunca okuyucuyu sıkmadan çay-kahve eşliğinde, tefekkürle demlenmiş tarih sohbeti şeklinde devam eder.
38. sayfada bir hâdise anlatılır ki; Türk’ün Türk’le mücâdelesine yanmanız mı gerekir, yoksa Türk’ün savaş dehâsına hayran olmanız mı? Durur, düşünürsünüz.
Osmanlı’nın son dönemi için bir derin tahlil, hemen ardından gerçekçi bir değerlendirme, 1950’de çok partili demokratik hayata geçiş, 1960’da devletin çivisinin, 1974’te iktidar değişimi ile devlet treninin raydan çıkartılması gibi hâdiseler, aynı zamanda fikir adamı olan Kenan Erzurumlu’nun, azamî dikkatle kullandığı neşteri kadar kalemini de ustalıkla, fakat bu defa cesâretle ve açık yüreklilikle kullanabildiğini gösteriyor.
Artık okuyucu mütefekkir Kenan Erzurumlu’nun çekim alanındadır. Tahliller, tespitler, hükümler ardı ardına gelir. Halk filozofları der ki: ‘Tenkit câhillerin, şikâyet âcizlerin kendilerini temize çıkarabilmek için oyalandıkları bahânelerdir.’ Şarkın büyük mütefekkiri Ali Şîr Nevâî ise; ‘İş yapmak isteyen imkân bulur. İstemeyen ise bahâne arar.’ Diyor. Sayfalarda, tenkide, şikâyete tevessül etme kolaylığına sapmadan, öğüt veren değil, örnek olan bir üslup kullanılması, kitabı okunmaya değer konuma eriştiriyor.
Kitabın öznesi yalnızca Türkiye değildir. AB, ABD, NATO, değişen dünya,  Ortadoğu ve diğer meseleler, Erzurumlu’nun ameliyat masasına yatırılıyor. Eser, Türkiye sevdalısı Koca Reis’in sevda Türkülerini hatırlatan konuşmalarıyla, dostlarının ardından yazdıkları vefa yazılarıyla sona eriyor.
Yarınları şekillendirebilmek için dünü bilmek gerekir. Yarınların neler getireceği, dünlerde yaşanan hâdiselerin tahlilleriyle tahmin edilir. Koca Reis Fahri Uzun, ülkemizin yarınlarını inşa etmeyi kendine ideal olarak seçenlerin okuması gereken bir kitap.  
BİLGEOĞUZ YAYINLARI:   
Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-527 33 65 
Belgegeçer: 0.212-527 33 64  e-posta: [email protected]  www.bilgeoguz.com.tr 
 
Prof. Dr. KENAN ERZURUMLU:


Amasya İli'nin Suluova İlçesi'nde 1952 yılında doğdu. 1962 yılında Merzifon'da Cumhuriyet İlkokulu'ndan, 1968 yılında Merzifon Lisesi'nden, 1974 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden diploma aldı. 1981 yılında Genel Cerrahi Uzmanı, 1991 yılında Doçent, 1996 yılında Profesör oldu.
1976'dan 1981 yılına kadar ABD'de Genel Cerrahi alanında çalıştı. Tokat'ın Turhal İlçesi Devlet Hastahânesi'nde Başhekim olarak tâyin edildi. 1991 yılında Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde Genel Cerahi Uzmanı olarak göreve başladı. 1996 yılında aynı üniversitenin  Uygulama Hastahânesi Baştabi oldu. 2011 yılından itibâren Cerrahî Bölüm Başkanı olarak çalışmaktadır.
Prof. Erzurumlu, evli, 2 evlat babasıdır. İyi derecede İngilizce bilmektedir.   
Web Sitesi: http://www.kenanerzurumlu.com  //  E-posta: [email protected] 
 
KUŞBAKIŞI:


ÇANAKKALE SAVAŞLARI GÜNLÜĞÜ: 


Resimli, Haritalı Kronolojik İnceleme
Onların kemikleri dağ gibi yığıldı, kanları dere gibi aktı… Mermileri tükenince imanlarını süngülerinin ucunda parıldattılar ve devleştiler. Cins cins takviyeli insan sürülerini göğüsleriyle durdurdular. Ne ölüm indiren gökler yıldırdı onları, ne ölü püskürten yer… İstilacı düşmana Boğaz’ı dar ettiler; denizden de, karadan da geçit vermediler; sağ kalanlar mütevazı birer gâzi, toprağa düşenlerse Cennet’e Tanrı misâfiri oldular; hem yedi düvele nam saldılar hem nesillerine şeref bıraktılar…
Onların destanını okuyalım:
Öpelim onlardan kalan Bayrağımızı, temizse dudaklarımız…
Gezelim şehitliklerini, temizse ayaklarımız…
Dua sağnaklarımız erişsin onların yüce ruhlarına; böylece, belki o yüceliğin sırrı da açılır gönüllerimize, nesillerimize…
Erol Kılınç’ın yazdığı, 13.5 X 19,5 santim ölçülerinde, 219 sayfalık kitap 2010 yılında yayınlandı.
(Tanıtım bülteninden)
ÖTÜKEN NEŞRİYAT:
İstiklal Caddesi Ankara Han Nu: 65/3 Beyoğlu 34433 İstanbul.  Telefon: 0.212-251 03 50  Belgegeçer: 0.212-251 00 12 www.otuken.com.tr  e-posta: [email protected] 

AVRUPA’DA TÜRKLERİN KÖKENİ:


İşlek bir Türkçesi, verimli bir kalemi olan Erdoğan Aslıyüce, Yesevî Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı’dır. Yesevi Vakfı ile birlikte, 40. eseri olan 12,5 X 19 santim ölçülerinde, 168 sayfalık Avrupa’da Türklerin Kökeni’ isimli kitabında; ‘Nasıl ki Türklerin Anadolu’ya geçişlerini 26 Ağustos 1071 olarak söylemek yanlışsa, Türklerin Anadolu’dan Balkanlara geçişini 1354 olarak kabul etmek de yanlıştır.’ Diyor ve devam ediyor: Avrupa’da Türk varlığının oluşması, Milattan Önce 11. asırda Asya’dan gelip İtalya’ya yerleşen Etrüsklerle başlamıştır. Bu söz kuru bir iddiadan ibâret değildir. Aslıyüce inandırıcı bilgi ve belgeler ortaya koyuyor. Milattan önce 8. yüzyılda Kimmerler, 7. yüzyılda İskitler, 4. yüzyılda Sarmatlar Avrupa’ya geldiler.
İflah olmaz Türk düşmanlığıyla malûl olan batılı tarihçiler, bu kavimlerin Türk kökenli olduklarına dair ileri sürülen bilgi ve belgeleri, aklî yetersizlikleri sbebiyle kabullenmekte zorlanırlarsa da Avrupa’ya 380 yılında gelen Hunların, 452 yılında gelen Atilla ordusunun, 568 yılında gelen Avarların, 559’da gelen Bulgar Türklerinin Türklüğünü reddetmeye kapasiteleri kâfi gelmemiştir. 
Avrupa topraklarında at koşturmalarına rağmen devlet kuramayan Türklere, sonraki yıllarda Hazarlar, Peçenekler, Uzlar, Kumanlar dâhil olur. Avrupa topraklarındaki ilk Müslüman Türk Devleti, sonradan ‘Cafer bin Abdullah’ adını alan Almuş Han yönetimindeki Bulgar Türk Devleti’dir.
Sonrası ve daha fazlası, soyadı gibi yüce asıllı olan Erdoğan Muallim’in, Avrupa’da Türklerin Kökeni isimli küçük hacimli ve fakat dev muhtevalı eserinde… 
YESEVİ YAYINCILIK:  
Küçük Ayasofya Mahallesi, Küçük Ayasofya Caddesi, Hüseyin Ağa Medresesi Nu: 13. Sultanahmet, Fatih, İstanbul. Telefon: 0.212-63850 12, Belgegeçer: 0.212-63835 47 e-posta: [email protected]

YOL AYIRIMINDAKİ TÜRKİYE:


Özgürlüğün iyimserliği rakamların kötümserliğini yok edecek! Bir ülkeyi, bir toplumu anlamanın en iyi yolu, öteki ülkelerle, öteki toplumlarla karşılaştırmaktır. Çünkü dünyayı birlikte paylaştığımız, çağı birlikte yaşadığımız kültürleri anlamadan, kendimizi anlamak mümkün değildir. O zaman da sayılar devreye girer, rakamlar bütün ayrıntılarıyla kendi hakikatimizi gözler önüne serer. Selçuk Şirin, bu çalışmasında verilerle, kıyaslamalarla, tecrübelerle ülkemizin çarpıcı bir fotoğrafını sunuyor. Düşünmek, anlamak ve değiştirmek için...
12,5 X 19,5 santim ölçülerinde 208 sayfalık kitap, 2015 yılında yayınlandı.
DOĞAN KİTAP:
19 Mayıs Caddesi, Golden Plaza Nu:1 Kat:10 Şişli 34360 İstanbul. Telefon: 0.212-373 77 00
Belgegeçer: 0.212-246 66 66  www.dogankitap.com.tr  e-posta: [email protected] 

KISA KISA… KISA KISA…


1-YAVUZ SULTAN: Mustafa Armağan / Timaş Yayınları.
2-NECİP FÂZIL KİTABI: Heyet tarafından yazılmıştır. Zeytinburna Belediyesi Yayınları 
3- OTUZDOKUZ: Celalettin Murat. Hikâyeler. Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları.
4-TÜRK-RUS MÜNÂSEBETLERİ VE MUHAREBELERİ: Sâmiha Ayverdi /Kubbealtı Neşriyat
5- SERAB-I ÖMRÜM VE DİĞER ŞİİRLERİ: Rıza Tevfik Bölükbaşı. Kitabevi Yayınları / Mehmet Varış

DERKENAR:


TARİHTE TÜRKLER


Hıristiyan batıya mensup yazarlar ve onlarla aynı paralelde duruş sergileyen diğer milletlere mensup tarihçiler, etnologlar ve sosyal antropologlar, tarihte mühim yeri olan kavimlerin kendi soylarından olduğunu iddia etmeyi âdet edinmişlerdir. Eğer kendi soylarıyla irtibatlandırmakta zorlanırlarsa, meseleyi belirsizliklerin karanlığında bırakmayı tercih ederler. Türk ırkına mensup topluluklar, milletler söz konusu olduğunda bu gayretler artırılır. Türk olduğu gizlenir. Onların dümen suyunda olan yerli ilim adamları da batılıların yazdıklarını gerçek olarak kabul etmenin ötesinde varlık gösteremezler.
İlim sahasında insanlığa büyük hizmetleri olan âlimler için de aynı durum söz konusudur. Onlara göre eserlerini Farsça yazdı diye Mevlana, İranlıdır. İlmî kitaplarını Arapça yazdıkları için büyük Türk İslam âlimleri Serahsî ve Matûridî Araptır.
Bir şahsiyetin veya insanlar topluluğunun hangi millete mensup olduğu hususunda genel geçer kaide şudur: Kesin hakîkat, belgelere dayalı olarak tespit edilememişse, bütün iddialar ve ihtimaller okuyucuya sunulduktan sonra, ‘Şu millete mensup olması ağırlıklı ihtimaldir’ denilir. Bâzı ülkelerdeki resmî görüşler, en küçük bir bağlantının bulunması hâlinde bile, kendileriyle aynı soydan geldikleri tezinin üzerine oturtulur. Böylece; köklü, kalabalık ve güçlü oldukları, soyunun büyük âlimler yetiştirdiği, tarihi yönlendiren işler yaptığı görüntüsü verilir. Bizde ise maalesef tamamen tersidir. Bir şahsın veya kavmin Türk olmadığına dair en zayıf işâret en kuvvetli delil sayılır.
Ansiklopedilerimizin çoğu tercümedir. Tercüme ansiklopedilerde, bahse konu olan insanların eserlerini yazdığı dil, doğduğu veya yaşadığı veyahut da vefat ettiği bölge göz önünde bulundurularak milliyeti belirlenir. Araştırma zahmetine katlanmayan bâzı tarihçilerimiz de o bilgileri doğru kabul ederler. Ve böylece o şahsın, Türk olmadığına inananların sayısı artar. Yerli yazarların hazırladığı ansiklopedilerde de aynı bilgiler tekrarlanır.
Bu düşüncede olanlar Sümerlerin Türk olduğunu kabul etmezler. Sümerlerin Türk olduğunu iddia ve ispat edenlerle; ‘Sümerler Ankara’ya gelip Sümerbank’ı kurdular ve sonra geldikleri Mezopotamya’ya döndüler ‘ diyerek alay etmekten büyük zevk alırlar.
Daha da ileri gidenler vardır: ‘Eserlerini Rusça yazdı, Türkçe tek bir satır yazmamıştır’ diyerek  Cengiz Aytmatov’un Türklüğünden şüphe ederler.
Alman, İngiliz, Fransız ve İtalyan nice ilim ve fikir adamı vardır ki eserlerini Lâtince yazmışlardır. Büyük Türk şairi Fuzûlî, 76 yıllık ömrü boyunca, dünyaya geldiği Irak’ın Kerbela bölgesinin dışına çıkmamıştır. Böyledir diye O’na, ‘Arap’tır, Türk değildir!’ Diyen ayıplanmaz mı, câhillikle suçlanmaz mı?
Sâdece övünmek maksadıyla soyumuzun tarihteki mühim ve yüksek yerlerini bilmek, ecdâdımızın yetiştirdiği âlimleri tanımak bize hiçbir şey kazandırmaz. Böylesi hareket ırkçılıktır. Türk milletinin genlerinde ırkçılık kavramı yoktur. Onları bilmemiz ve tanımamız, onlara lâyık kişiler olma azmimizi kuvvetlendirmek içindir. Biz, ‘iki günü birbirine eşit olan ziyandadır’ sözünü rehber edinen bir kültürün mensuplarıyız. Bu sözün hadis olmadığı iddiaları, kelamın doğruluğunu ortadan kaldırmaz. Fert olarak, millet olarak dâima gelişmek, ilerlemek ilmimizi artırmak şuurumuzu kuşatan hedefler olmalı. Yeni âlimler yetiştirmek tarihe geçecek mühim işler yapmak suretiyle geçmişimizdeki parlak günleri tekrar yaşamak için mâzide neler yaptığımızı bilmek mecburiyetindeyiz. Aksi takdirde erir, ufalanır, toz oluruz. Daha güçlü milletler bizi istemediğimiz yerlere savururlar.

OĞUZ ÇETİNOĞLU