Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine 

Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine 

İBNÜLEMİN MAHMUD KEMAL İNAL VE ESERLERİ - 4

<><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><>

HAYATINDAN KESİTLER - 4

Er Kişi

İbnülemin Mahmud Kemal İnal, hâkîki mânâda bir 'er kişi' idi. Sözünü kimseden sakınmaz. Allah'tan başka hiçbir kudrete bel bükmez, beşerî zaafların çoğundan kurtulmuş, zillet nedir bilmez, Hakk’tan başka her şeye kafa tutmuş, geleneklere bağlı, mert, dostluklarına sadık… Hâsılı, kuvvetli bir Müslümandı. Kısacası, adamdı. Etrafımızda bütün bu vasıfların tersine yaşayan insanları görüp de O’na ve O’nun gibilere hürmet duymamak başlı başına bir küfür olur. Çünkü küfür, hakkı kabul etmemektir.

***

Geveze ve fuzûlî insanlarla karşılaşınca hiç acıması olmayan bir insan kılığına bürünür, saldırgan bir üslup kullanırdı. O’nun huzurunda bulunulduğu sırada Osmanlı edep ve erkânına son derece riâyet edilir meselâ yerden temennalarla selamlaşılırdı. Bu uygulamaya aykırı davranan kimseden hiç hoşlanmaz, hemen azarlayıverirdi.

***

Şâibeli bir politikacı, İbnülemin'in konağındaki bir mûsikî meclisine geldiğinde sormuş: ‘Siz burada ne çalıyorsunuz?’ 

Üstâdın cevabı: Biz burada saz çalıyoruz; ya siz Mecliste ne çalıyorsunuz?

***

Rus sefiri meşhur İgnatiyef, izinli olarak memleketine giderken vedâ için geldiği sırada Sadrıâzam Yusuf Kâmil Paş'ya sorar: ‘Efendimize Rusya'dan ne getireyim?' Paşa'nın cevâbı pek güzeldir: ‘Bir problem getirme, başka hiçbir şey istemem!’

İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın Basın Hayatına Girişi 

İbnülemin Mahmud Kemal İnal, erken yaşlarından itibaren şiire başlamış olmakla beraber basında imzasının görünmesi bu yoldan olmadı. O’nun yazı ve basın hayatına girişi gazetedeki yazıları iledir. İlk basılı yazısı ‘Ömr-i Beşer’ adlı uzunca bir makaledir. Bu ilk yazıyı aynı gazetede ‘Ticâret ve Erbâb-ı Ticâret’ ve ‘Hulâsa-i Zirâat’ adındaki hacimli makaleleri tâkip etti. Yazıları Tarîk Gazetesi’yle sınırlı kalmayıp devrin muteber diğer basın organlarında da yer bulmakta gecikmedi. Basın dünyâsına girişinin sekizinci ayında artık devrin en önde gelen gazetesi Tercümân-ı Hakîkat’te idi. Oradaki ilk yazısı, Irak’tan gönderilmiş bir okuyucu mektubuna cevap olarak yazdığı ‘Umrân-ı Irâk’ adlı makalesidir. Kendisini gazeteye bağlayan ve devamlı yazma yolunu açan ‘Bir Hâlet-i Fizyolokiyenin İzahı’ adlı ikinci yazısı oldu. Gazetenin tertiplediği bir anket dolayısıyla kaleme alınan bu yazı Ahmed Midhat Efendi ile kendi arasında karşılıklı bir yazışmayı başlattı. Ahmed Midhat Efendi’den devamlı gördüğü takdir ve teşvik İbnülemin’i O’nun gazetesine iyiden iyiye bağlar. Tarîk ve Mürüvvet’e de yazmakla beraber Tercümân-ı Hakîkat böylece İbnülemin’in en fazla yazı yazdığı gazete oldu. Önceleri makale ve kitapçıklarından bazılarına Emin Paşazâde Mahmud Kemal diye imza atmakta iken daha sonra isminin başına İbnülemin künyesini koydu ve o zamanda itibâren bu künye ile meşhur oldu.

Ahlâk, terbiye, iktisat ve mûsikî gibi bahisleri ele alan İbnülemin’in, ansiklopedik mâhiyetteki birkaçı bir tarafa bırakılırsa yazılarında sosyal konular ağır basmakta idi. İslâm’ın çalışma ve başkalarına faydalı olma prensibinden hareketle bir çalışma ahlâkını temellendirmeye gayret eden İbnülemin’in ‘Hulâsa-i Ticâret’, ‘Hulâsa-i Zirâat’, ‘Umrân-ı Irâk’, ‘Reddiye’, ‘Sa‘y ü Gayret’, ‘Atâlet Mûcib-i Mazarrattır’, ‘İhtiyaçtan Kurtulmak Kabil mi?’, ‘Tesviye-i İhtiyaç’, ‘Sanat ve Maarif Bâis-i Servettir’, ‘Ekālîmin İnsan Üzerindeki Tesiri’ adlı makaleleri hep bu felsefe etrafında toplanır. Bunları ‘Sa‘y-i Beşer’ adıyla bir kitapta bir araya getirdiyse de bastıramadı.

Kültür Târihimiz ve İbnülemin Mahmud Kemal İnal

Semere-i hayât, (hayatın meyvesi, verimi) hayır ile yâd olunmaktır’ diyen İbnülemin Mahmud Kemal, bu millete ve vatana hizmet etmeyi şerefli bir vazife telakki eder. ‘Vatanımızda yetişen erbâb-ı mârifeti bilen ve bilmeğe çalışan da kalmadı. Kimden öğrenip kime öğretelim?’ diyerek hemen işe girişen bu ‘kalem ve kelâm efendisi’ büyük insanın, bizlerden, yaptığı güzel hizmetlere karşılık tek istediği hayırla yâd edilmek ve duâdır. Eğer ‘Son Sadrıâzamlar’, ‘Son Asır Türk Şâirleri’, ‘Son Hattatlar’, ‘Hoş Sadâ’ gibi tezkirecilik geleneğinin devâmı olan o kıymetli eserler ortaya konulmasaydı, Türk kültür hayatı büyük bir boşluğun içinde kalacaktı. Meselâ bu eserlerin içinde ‘Son Asır Türk Şâirleri’nde edebiyat târihimizde yer alan pek çok şâir olduğu gibi, isimleri sâdece bu eserle bilinecek olan birçok kişi de vardır. Peki İbnülemin ve edebiyat târihimiz bu eserle en mükemmel şâirlerden üçüncü dördüncü seviyedeki şâirleri de bilmekle ve en hurda teferruatlara kadar girmekle ne kazandı? Kuşkusuz büyük bir eser ve büyük bir bakış açısı kazandı. Nasıl Himalayaların en yüksek noktası Everest, bu yüceliğini kendisini vücûda getiren dağ silsilelerine borçluysa; şiirleriyle sevindiğimiz, hüzünlendiğimiz, Türkçemizi güzelleştirdiğimiz büyük şâirlerin ve sanatlarının ortaya çıkmasında da bu basit ve sıradan insanların kurduğu kültür meclislerinin büyük rolü olmuştur.

İbnülemin Mahmud Kemal’in diğer bir özelliği eserlerinin merkezinde dâima kendisinin bulunmasıdır. Şüphesiz gelenekten gelen bu husûsiyet, tezkireciliğimizin son temsilcisi İbnülemin’e de tesir edecekti. Bu konuya bir örnek teşkil etmek üzere Tanpınar’ın şu sözlerini nakletmek yerinde olacaktır:

İbnülemin Mahmud Kemal Bey, sonradan gelen bir şâhit gibi yazardı. O’nun için aktüalite ve polemiğin muayyen bir zaman hududu yoktu. Bu yüzdendir ki, eserlerinin mevzuu ne kadar değişirse değişsin, dâima kendi tercüme-i hâli imiş hissini verir. Son Sadrıâzamlar’ı, belki Son Asır  Türk Şâirleri’ne ilave ettiği kendi tercüme-i hâli kadar şahsına bağlıdır. Çünkü bize, Mahmud Kemal Bey’i içinde yetiştiği müessese ve etrafındaki insanlarla verir.’

Tanpınar’ın belirttiği üzere İbnülemin anlattıklarında dâima hâdiselerin merkezindedir. Kişiler O’na ya dostluk mevkiinde ya adâvet (düşmanlık, hasımlık) üzere bulunurlar veya akrabalık bağıyla bağlıdırlar. Tâbir câizse, İbnülemin bütün eserlerinin başrol oyuncusudur. Tam da Tanpınar’ın dediği gibi eserleri ‘dâima kendi tercüme-i hâli imiş hissini verir.’

İbnülemin’in kültür târihimizde oynadığı en önemli rollerden biri de ‘Evkaf-ı İslâmiye Müzesi’nin açılışındadır. Müze, bu adıyla 27 Nisan 1914 târihinde açıldı. Bugün adı ‘Türk-İslâm Eserleri Müzesi’ olan bu kültür yuvasının teşekkülünde İbnülemin’in hayatî hizmetleri olmuştur. Yaşadığı mâziyi âtiye intikal ettirmesini bilen bu mahâretli adam bu hizmetiyle de vatanın üzerine millet nâmına en güzel mühürlerden birini nakşeylemiştir. İbnülemin bu müzenin teşekkülünde bizzat çalışmış, İstanbul’da gücünün yettiği her yere gitmiş, hiç ummadığı yerlerden topladığı kıymetli sanat eserleriyle Türk kültür hayatını bir kere daha ihya etmesini bilmiştir. İsterseniz bu müzenin hikâyesini, biraz da kendisinden dinleyelim:

‘Uzun müddet enva-ı müşkilâta (çok ve çeşitli güçlüklere) mukavemet edilerek İstanbul ve havâlisindeki câmiler, mescidler, tekkeler, vakıf mektepler, türbeler, mâmur ve harab sair mebani-i Hayriye, mahzenler, bodrumlar ve tavan araları arandı. Ümid edilmeyen yerlerden pek mühim ve nâdir asar ve eşya meydana çıkarıldı. Mimar Sinan merhumun eseri olan ve pek berbad bir halde bulunan Süleymaniye İmareti tathir ve tâmir ettirildi. Eşya tanzir ve tasnif edildi. (…)

‘Bu müze tesis olunmasaydı mefahir-i milliyeden (millî iftiharımızdan) madud (sayılan) olan nefis ve nadir eserler-emsali gibi- Avrupa ve Amerika müzelerini tezyin edecekti (donatacaktı, süsleyecekti) ve bir kısmı da yangınlarda yahut birtakım kıymet na-şinasların (kadir-kıymet bilmezlerin) ellerinde mahvolub gidecekti.(…)

Vatana ve millete edilen hizmetleri, Allah zâyi etmez, ecrini (mükâfatını) ihsan buyurur. 

M. KEMAL İNAL’IN KURUCUSU OLDUĞU TÜRK İSLÂM ESERLERİ MÜZESİ

Evet, Allah vatana ve millete edilen hizmetlerin ecrini boşa çıkarmaz. Ülkenin en zor zamanlarında cephede askerlerimizin yaptığı müdafaayı, içte kültür hayatımızda yapan bu harikulâde insanın güzel hizmetleri bunlarla sınırlı değil elbette. ‘İsimleri unutulmuş, nesilleri kesilmiş, bir fatiha okuyacak kimsesi kalmamış’ sanat, edebiyat ve ilim erbabımızın, özellikle de bizlerin İbnülemin’e şüphesiz büyük bir vefa borcu vardır. Otuz yılı aşkın bir zaman diliminde hazırlanan eserler; tezkîreler; vatan sathında çürümeye, yağmalanmaya ve O’nun ifâdesiyle kıymet nâ-şinasların eline terkedilmiş paha biçilmez sanat eserlerinin ihyası… Bunlar kelimelerle ifâde edilmez. Bunlar kıymet bilmekle anlatılabilir şeylerdir.

Henüz on altı on yedi yaşımda iken gazetelere yazı yazmağa başlamıştım.’ diyen İbnülemin, tam yetmiş yıl o kalemi elinden düşürmemiştir.

İbnülemin, yukarıda da çeşitli vesilelerle belirtildiği gibi bizim olanı, bize ait olanı anlatıyordu. O’nun bize bu kadar sıcak gelmesindeki hikmet belki buna dayanır. Nasıl ki, insan her an uzaklaştığı hâtıralarından bir şeye tesâdüf edince tuhaf, tatlı bir ıztırap hissi duyarsa, İbnülemin’i okurken de böyle duygulara kapılmak pek mümkündür. İnsanların süratle sıradanlaştığı, yerli kıymetlerin kozmopolitlik uğruna yok edildiği bu devirde bizim olana, bize kimliğimizi veren kültürümüze ne kadar çok ihtiyacımız vardır! Bu sebeple İbnülemin’i dikkatle okumalıyız. Onun eserlerini her fırsatta tanımalı ve tanıtmalıyız. Bir Selçuklu mîmârisinin kapısındaki ihtişam nasıl bizi mest ediyorsa, bir Osmanlı çeşmesinden dökülen suların şırıltısı bizi nasıl eski âlemlerin güzelliklerine dâvet ediyorsa, aynen bunlar gibi İbnülemin de bizim olanı hissettiren şahsiyeti ve eserleriyle hepimizi etkileyecek ve kendisine hayran bırakacaktır. 

AHMED MİTHAT EFENDİ’NİN TERCÜMAN-I HAKİKAT GAZETESİ

İslâm Mütefekkiri ve Ahlâkçısı Mahmud Kemal İnal

1896 yılı Aralık ayı başından itibâren Tercüman-ı Hakîkat Gazetesi’nde ‘İslâmiyet’ konulu yazılar yazmaya başladı. Bu yazılar, okuyucuların dikkatini çekiyor, diğer gazetelerde de bu yazılardan takdirle bahsediliyordu. Yazılarda; İslâm dîninin yüceliğini, ahlâkî, medenî ve insânî değerleri ele alınıyordu. Bu yazılar 1900 yılına kadar devam etti. Yazılarında; İslâmiyet’in terâkkiye mâni teşkil etmediği, aksine;  kendinden önceki dinlerle kıyaslanamayacak ölçüde medeniyete ve insanlık âlemine değerler kazandırmış olduğunu ısrarla ortaya koyuyordu. Yazdıklarıyla sâde okuyucuların ve meslektaşlarının değil, İslâmî otoritelerin de yakından ilgilendiği görülüyordu. Umûmî kanaat; İbnülemin Mahmud Kemal’in mükemmel bir İslâm ahlakçısı orduğu noktasında birleşiyordu. Yazılarının takdirle karşılanmış olması O’nu, mesele ile daha yakından ilgilenmeye yönlendirdi. Mâtüridî’nin yolunu tâkip ediyor, İslâmiyet’in akıl ve bilgiye dayanan ve sâdece ona îtibar eden bir din olduğunu Kur’ân-ı Kerîm’den ve hadislerden örnekler vererek açıklıyordu. Zaman zaman tekrarladığı düşünce; İslâmiyet’in insanlığa saâdet ve aydınlık getirdiği hakîkatı idi.  Bu hizmetin farz-ı ayın olduğunu belirtiyor bu arada; Kur’ân-ı Kerim’in mevcut tefsirlerinin günümüz insanının ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kaldığını belirtiyordu. Yeniden hazırlanacak tefsir kitaplarının Avrupalı araştırmacıların da faydalanacakları özellikte olması gerektiğini iddia ediyordu.  

Devam ettirdiği makalelerden bazılarının başlıkları şöyle idi: ‘Âlem-i İslâmiyet’, ‘Dîn-i İslâm’, ‘Hayrü’n-nâs men yenfeu’n-nâs’, ‘Hel yestevillezine ya’lemûne vellezine lâ ya’lemûn’, ‘Medeniyet-i Sahiha’, ‘Bir Mektub-Fezâil-i İslâm’, ‘İslâm’, ‘Garb Mektûbu’, ‘Fezâil-i İslâmiyye ve Üç Yüz Bin Nüfusun İhtidâsı’, ‘Şehr-i Ramazan’, ‘Aleyke’s Selâm ey Nebiyyü’l- Vera’, ‘ltizâm-ı Hasenât ve İsti’dâ-yı Merhamet’, ‘Nizâm-ı İlâhiyye’, ‘Terbiye-i Esâsiyye’, ‘Dîn-i Hak’ ve diğerleri… 

İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın yakından ilgilendiği bir başka konu, ‘Medeniyet’tir.  Medeniyet felsefesinin esaslarını ortaya koyarken ‘medeniyet-i zâhire’ ‘medeniyet-i kâzibe’ ve ‘medeniyet-i sahiha’ ‘medeniyet-i hakîka’ yâhut ‘medeniyet-i bâtına’ olmak üzere iki ayrı medeniyet tipinin mevcud olduğunu ileri sürüyor. O’na göre medeniyet-i zâhire, teknik ve sanâyinin meydana getirdiği bir takım göz kamaştıran görüşleri sergiler. Ancak bu medeniyet tarzı mânevi değer ve faziletlerden mahrum, insanların refah ve saâdetten aynı şekilde faydalanamadığı, bir kısmının açlıktan öldüğü veya intihar ettiği, işsizlerin fakirlik içinde kıvrandığı ve insanı yücelten ahlâkî değerlerin mevcut olmayışı neticesi en başta cinâyet işlemek gibi kötü fiil ve yollara düşüren bir sistemdir. Medeniyet-i sahiha ise din, ahlâk, adâlet gibi üstün mânevi değerlere sâhip, insanlara her türlü refah ve saâdetin sebep ve şartlarını sağlamayı gaye edinmiş bir medeniyettir. Bu medeniyet, insanlara maddî ve mânevî saâdetlerini kazandırma yolunda birbirilerine yardım ve merhamet etmek, her hususta adâlet, başkalarının hakkını çiğnememek. kendi menfaati için umûmun menfaatine zarar vermemek, nefsânî hazlar uğruna insânî meziyetleri fedâ etmemek, vicdânı her şeyin üstünde bir hakem olarak kabul etmek, Allah’ın rızâsını kazandıracak hayırlı işlerde bulunmak gibi ahlâkî güzellik ve fazîletlerin hâkim olduğu bir medeniyettir. Allah’ın emrettiklerini yerme getirmek, men ettiklerinden ise kaçınmak sûretiyle kazanılan bu erdemlerin, bütün ahlâkî güzelliklerin temeli ve kaynağı dindir. Bütün bunlar hak din sâyesinde meydana gelir. Daha sonraki yıllarda bu konuda son hüküm olarak şöyle der: ‘Târihin kesin dellilerle ortaya koyduğu ve isbat ettiği hakîkat, beşeriyetin tekâmülü ve medeniyet-i hakîkiyyenin vücud buluşunun İslâmiyet’in gelişiyle mümkün olduğudur’

Bilgiyi, aydınlanmayı ve çalışmayı emreden İslâm, bu bakımdan getirdiği disiplinle öbür dinlerin çok üstünde olduğu gibi, insanları öğrenme ve çalışmaya memur kılmakla hem ferdin, hem toplumun refah, saâdet ve yükselme şartlarını sağlama yolunu da açık tutmuştur. İslâm dünyâsmda O’nun doğrultusuna girmeyenler geri kalmışlar, bilgi ve çalışmanın getireceği nimetlerden nasip alamamışlardır. Müslüman ülkeler, İslâm’ın bu disiplinine sâdık kaldıkları zamanlarda medeniyet ve refaha yükselmişler, onu ihmal ettiklerinde de gerilemişlerdir. Geri kalma, yüce dînin kendisinden kaynaklanmayıp onun emir ve hedeflerinden uzak kalmanın bir neticesidir.

Bütün bu fikirler, Mahmud Kemal İnal’a çok genç yaşında iken, büyük îtibar sağlamıştır. 

Roman ve Hikâye Yazarlığı - Edebiyat Üzerine Yazıları: 

İbnülemin’in yazı faaliyeti bir müddet sonra Selânik basınına da açıldı. Bir yandan İstanbul’daki gazetelere yazarken bir yandan da Selânik’in başta gelen yayın organlarından Asır Gazetesi’yle edebî Mütâlaa Dergisi’ne yazılar yetiştiriyordu. Selânik basını sansürün baskısından oldukça uzak kalabildiği için zamanın diğer bazı yazar ve edebiyatçıları gibi bir kısım yazılarını oraya göndermeyi tercih etmekteydi. Tercümân-ı Hakîkat’e yeniden döndüğü 1895 yılı Aralığının sonlarına doğru Asır Gazetesi’nde de imzâsı görülmeye başlanan İbnülemin, 1896 Ağustos’undan itibâren artık Mütâlâa’nın da yazar kadrosundaydı. Ayrıca Mehmed Âkif Ersoy gibi arkadaşlarıyla berâber önceki kadrosu yerine idâresini ele aldıkları edebiyat ve fikir dergisi ‘Resimli Gazete’de makaleler yazıyordu. Bu devredeki kalem faaliyeti, O’nun fikrî şahsiyetini aksettirmesi kadar roman ve hikâye yazarlığına açılan edebiyatçı tarafını da ortaya çıkarmaktaydı. Bu türe giren eserlerinde sürükleyici ve başarılı bir tahkiye kabiliyeti gösteren İbnülemin M. Kemal, ilkin ‘Sabîh’ adlı târihî romanla işe başlayıp daha sonra hissî konular seçerek göz yaşı döktürecek durum ve halleri işlemekten hoşlandığı roman ve hikâyelere yöneldi.