Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine

 Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine

İBNÜLEMİN MAHMUD KEMAL İNAL VE ESERLERİ -  12

<><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><>

ESERLERİ-5

SON HATTATLAR-2

Son Hattatlar Hakkında Yazılanlar-2

Fahri Celal Göktulga

Son Hattatlar’, ‘Son Osmanlı Sadrıâzamları’nın mübdîi (îcâd eden / yazan) aziz ve mümtâz İbnülemin’imizin bir yeni eseridir. Tuhfe-i Hattâtin'den sonra gelen bunca büyük hattatların nâmını yarınki nesillere nakledecek biyografîye mutlak ihtiyaç vardı. Süleyman Sâdeddin Efendi Hazretleri’nin o ölmez eserini baştan başa, bir satırını kaybetmeden okumak zevklerin zevkidir. Her vefâta bir başka, bir ötekine benzemez mânâlar vermekte olmaz bir kudret gösteren bu büyük insanın zamânının hayâtına zarif bir mâkes olan kitabını roman gibi okumak bile keyiflerin keyfidir. Birkaç örnek isterseniz arz edeyim:

‘Mahzun sanduka-i türbet oldu’, ‘Mimi makar oldu’, ‘Düşdü nigin elinden yâkut pârelendi’, ‘Târihinde revân dâr-ı mücâzat oldu’, ‘Sahrây-ı bekâya teveccüh ile tenbih olundu’, ‘Ramazân-ı Şerifinde şerbet-i vuslâtla iftâr eyledi.’ ‘Terk-i cism-i kesif eyledi.'

Böylece binlerce hattatın her birine miktârınca birer satırlık mersiyeler yazmak hünerleridir. Tuhfe-i Hattâtin’de yegâne eksik olarak bulabileceğimiz ise o zamanda fotoğrafın olmayışıdır. Süleyman Sâdeddin Efendi merhûmun o kadar bilerek, anlayarak nakil buyurduğu üstatların yazılarını da ilâveleri mümkün olsaydı kimbilir ne dereceye kadar bahtiyâr olacaktık. Mahmud Kemal Beyefendinin ‘Son Hattatlar’ında ise, bu noksan tamâmen halledilmiş, hemen ismi geçen yüzlerce değerli hattatın yazılarının ve kendilerinin fotoğrafları da ilâve edilmiştir ki cidden 1956 yılına lâyık biyografilerin tamâmına delil mâhiyettedir. Şimdilerde Taş Mektebli Mustafa Râkım Efendi’nin (1757-1825) en mûtenâ yazılarını hemen buluvermek, insana tükenmez bir haz vermektedir. Hele biyografilerdeki mâlûmatın tetkik ve tahlili ve tenkidi ise üstâdın kendilerine has tarzda ve pek mânîdardır. Mevcud mâlûmâtı zamânın haddesinden geçire geçire en doğruyu bulup söylemekteki kudretleri müsellem-i enâmdır. (Herkes tarafından teslim edilmektedir.) Meselâ devrine hükmetmiş Sâmi Efendi gibi, bir büyük adamın, meşhur yazılarının tahlilini ehlinden okumak elbette hoştur. Şimdiki üniversitenin kapısındaki ‘Dâire-i Umûr-ı Askeriye’nin harikulâde hattâtı da Şefik Bey merhûmdur. O Şefik Bey ki Kadıasker Efendi nin baş tilmizidir (öğrencisidir).

Doldur getir ey sâki-i gülçehre piyâle / Sâgar yetişir bu gecelik def -i melâle

şarkısının da bestekârıdır. Bâbıâlî nin önündeki küçük câmiin kapısındaki âyet-i kerimenin yazısı da bu pek büyük san’atkârın eseridir. Bu yazının târihimizde geçirdiği tekâmülün tâkibi de şâyân-ı nazardır. Hemen her câminin bir köşesinde bu âyet-i kerîme yazılıdır. Zamânın hattatları her defâsında biraz daha tarzını tekemmül ettire ettire nihâyet Kadıasker Efendiye sıra geldiği vakit bu kemâli bulmuştur. Ondaki zarâfet, rikkat (incelik), tevâzün (denklik), hesab, hendese (geometri) eslâfin (geçmiştekilerin) hiçbirisinin vâsıl olamadığı (ulaşamadığı) bir derecededir.


Mahmud Kemal Beyefendi’nin Son Hattatlar’ı bu zevâtn hepsinden derin bir anlayışla bahsediyor. Zârifâne telmihler (söz arasındaki mânâlı kelimeler, îmâlar),  uzaktan uzağa kinâyelerle müterâfık (iç içe geçmiş) mukayeselerdeki beyan tarzı da, her zaman olduğu gibi kendilerine mahsus bir tavır arz eder. Hele güzel san’atları ehlinden dinlemekte garblılar sebepsiz o kadar itinâ göstermemişler.

Üniversitedeki yeni kütüphânelerinde ziyâretleri kabul ederek, mürâcatları sabırla, sükûnla, huzurla karşılayarak derdlilere devâ, hastalara şifâ dağıta dağıta şöyle bir son hattatları yazmaya imkân bulmaları da, mâşallah, dile kolaydır. Meğer bilmediğimiz ne üstâdlar varmış, yazı ile uğraşmak ne kadar terbiyemize, zevkimize, selikamıza (güzel konuşma ve yazma yeteneğimize) dâhilmiş... Ancak kitabı görüp tetkikten sonra anlaşılır bir şey oluyor. Ketebe almadan, hiçbir iş yapmadan gelip geçtiğine yanılan ömürlere dedelerimiz esef ederlermiş. Hakîkaten hakları da var. Güzel yazı bizim elimizde ne İran'ı, ne Arabistan'ı aratmamış. Şeyh Hamdullah gibi, Demirci Kulu Yusuf Efendi gibi büyük adamlar gelmiş geçmiş. Gelip geçenlerin arasında kıymetsizlerin yeri belli ola dururken ehline de hayran olmamak elde değildir. Yazıyı biz onlardan almışız, fakat ona da o kadar hârikulâdeliği biz vermişiz. Bizde evliyâ işi olan bu san’ata kerâmetler saçmışız.

Mahmud Kemal Beyefendi’nin bu eseri için de üstâdımız Hakkı Süha, Süleyman Saadeddin Efendinin eserinin bir temâdisi (devamı) telâkkisindedir (düşüncesindedir). Cidden yerinde bir mütâlaâdır. Zâten Beyefendi de bu koca evliyânın takdirkârıdır. Demek hattatlardan bahsediş bir büyükten bir büyüğe nasip imiş. Mübârek olsun.

Fahri Celal Göktulga: Mahmud Kemal İnal’ın Yeni Eseri. Cumhuriyet Gazetesi, İstanbul 20.03.1956.

Nihad Sâmi Banarlı:

Harflerin şekilleri üzerinde, dalların veya sevgililerin vücut çizgileriymiş gibi duyup düşünerek, harflere dâir türlü mısrâlar söyleyen şâirler gibi; harfleri her gün biraz daha güzel çizerek, resim ve süsleme san’atına engin ufuk açan Türk hattatları da İslâmî Türk yazısını özel ürperişle seviyorlardı.

Bunun içindir ki hat san’atının şâheserleri sâdece güzel bir şekilden, üslûblu ve tenâsublu bir çizgiden ibâret değildir.

Bunların çoğu size göz zevki kadar duyma, düşünme, hayâle dalma, okşama hevesi veren, sıcak ve duygulu birer söyleyiştir: Satırlarından sanki sesler, türlü hisler yükselir. Her biri bir ney değerindeki kamış kalemlerle yazılan levhalar, ya bir kavuşmanın şevki içindedir, yahut ayrılıklardan şikâyet eder. 

Bu levhalarda neler yoktur? Yüz yıllarca Hak yolunda ferâgatle çekilmiş kılıçlar gibi keskinleşen elifler, bâzan aynı hattat  elinde sevgili endâmı kadar nârin bir vücut çizgisidir: Kızlarına ‘Elif’ adını koyan Türk milletinin zevk ve hayal âlemini rikkatle hatırlatırlar.

Allah'ın adı, yazılışta, ‘elif’ harfiyle başladığı için, Müslüman Türk hattatları bu harfi ‘ibâdet’ eder gibi ‘kudsî’ duygularla çizerdi.

Öteki harfler de mukaddesti. Öyle şekiller alırdı ki, bâzan onlardan birinde:

Ervah açılır engine yelken yelken

mısrâındaki ruhlar gibi mâvi deniz ortasında ince bir yelkenli çizgisi görürdünüz. Hareket eder gibi duran bu yazıyla birlikte, siz de ‘esrar dolu’ enginlere açılırdınız.

Zâten bizim yanılarak, ‘Arap yazısı’ dediğimiz ‘İslâmi Türk yazısı’ yalnız Türk san’atkârının elinde bir şiirdi. Eski zamanların öteki Müslüman memleketlerinde hat san’atını böylesine yücelmiş göremezdiniz. Yazının benimsenmesinde ‘Tanrı kelâmının’ önce bu yazıyle yazılmış olmasının büyük bir tesiri vardı. Her mukaddes olanı şiirleştirmek kadar millîleştirmekte de özel şahsiyet gösteren Türk rûhu, onu; ilmin, fikrin ve şiirin ifâde vâsıtası olduğu için de sevdi. Ona saygıyla bağlandı.

Böylelikle ya bir âyet, ya bir hadis, ya bir duâ, hikmet veya bir şiir söyleyen harfler, tezhibli ve Türk desenli levhalar üzerinde aşk ve harâret dolu bir izdivâç güzelliğiyle birleştiler; tabiat manzaralarını, dalları, çiçekleri hatırlattılar; içten gelen ‘Allah’ nidalarına benzediler; sevgili bakışlarını, yâr dudağını, güzel kadın endâmını andırdılar.  Levhalarda el falı, kahve falı, bulut falı gibi ısrarlı ve ümitli çizgilerle derinleştiler. Kazanılan zaferlerle ilgilenip, Tanrı ya şükran duyguları söylediler.

İbnülemin Mahmud Kemal Bey’in kitabını böyle duygularla okuyorum. Yâhut okumuyor, dinliyor, seyrediyorum. Kemal Bey, kitabının mukaddimesinde yazıya ‘elin dili’ diyor. Ben bu ‘dil’de ‘gönül’ kelimesini de gizlenmiş buluyorum. Değerli ve muhterem müdekkikimiz (inceden inceye araştırarak en gizli hususları görerek) bize ‘Son Asır Türk Şâirleri’nden, ‘Osmanlı Devrinde Son Sadrıâzamlar’dan sonra, 'Son Hattatlar’ı da tanıtarak Tanrı’nın kendisine uzun ve dâima zinde bir ömür vermesindeki sırrı açıklamış bulunuyor.

Son Hattatlar, aziz müellifinin diğer eserleri gibi, Maârif Vekâleti neşriyâtı arasında yayınlanmıştır. Kitabında müellifin üslûbundan imlâsına kadar ‘eski bizi, yâhut hakîkî bizi’ hassâsiyetle muhafaza eden birçok ince husûsiyetler yer almış... Bu imlâda, bu ifâdede ve bu cümlelerde kendimizi, kendi yarattığımız medeniyeti daha iyi tanıyorz. Son Hattatlar, vukuf dolu, özlü bir mukaddimeden ve ‘Menâkıb-ı Hünerverân’dan beri, hattatlara dâir yazılan eserler hakkında, aynı vukufla, bir kitâbiyat bilgisi verdikten sonra, bize alfabe sırasiyle son hattatlarımızı tanıtıyor. Bu, 840 sayfa tutarında özel bir himmet eseridir.

Son Hattatlar, güzel yazı san’atımıza hizmet etmiş son hattatlarımızın hal tercümelerini, resimlerini ve seçme eserlerinin birer fotoğrafını ihtivâ ediyor ve sayfalarını çevirdikçe sizi yukarıda ifâdeye çalıştığım bir duygu ve düşünce âlemine götürüyor.

Resimli Türk Edebiyatı Târihi:

Son Hattatlar, ‘sülüs, nesih, celî hattatları, ta'lik hattatları, rik'a hattatları gibi, işledikleri yazı çeşitlerine göre sınıflandırılmıştır. Ben bu hattatların yalnız ‘tablolarına’ değil, ‘kendi resimlerine’ de dikkat ettim. Gözlerimin önünde ışıklı bir dünya açıldı: Hepsi de ne nur yüzlü, mübârek çehrelerdi. Bütün oyma, yontma, süsleme san’atkârlarının çehrelerine işlenen sabır, incelik, san’at ve îman güzelliğiyle, güzeldiler.

İçlerinde Sultan Abdülmecid gibi hükümdar san’atkârlar, Esmâ Hanım gibi kadın san’atkârlar, Yesârizâde gibi şöhretler, Feyhaman gibi ressamlar, Hakkı Bey gibi müderrisler, Aziz Efendi gibi san’atımızı başka ülkelere öğreten üstadlar, daha kimler vardı.

Kitapta en güzel tablolar, ya hat san’atımıza âid nefis bir koleksiyona sâhip bulunan Ekrem Hakkı Ayverdi Bey'in koleksiyonundan yâhut müellifin bizzat kendi koleksiyonundan seçilmişti.

Bu arada ve bu kitabın içinde veya dışında hattatlarımızın eserleri kadar güzel menkıbeleri de vardır: Meselâ son asrın hat ve tezhip üstâdlarından Aziz Efendi, Kral Fuad tarafıdan bir Kuran yazması için Mısır'a dâvet edilmişti. Sanatındaki hârikayı sezen Mısır hükümeti, Aziz Efendiye yazı tâlimi için özel medrese açtı. Aziz Efendi tam bir müslüman Türk hocası olgunluğuyla, talebesine ne biliyorsa öğretti. Her şeyi öğreten bir usta sıfatıyla tenkide uğradı. Şimdi öğreniyoruz ki talebesi, Mısır İslâm âbidelerindeki levhalarında, onun imzâsını öpüyorlarmış...

Nihad Sâmi Banarlı: Son Hattatlar. Hürriyet Gazetesi: İstanbul 24.03.1956.


Eser Hakkında:

İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın Osmanlı hattatlarının biyografi kaynağı olan ‘Tuhfe-i Hattâtîn’in bir devamı niteliğinde olan, kendisinin ‘Kemâlü’l-Hattâtîn’ adını verdiği ‘Son Hattatlar’ isimli eseri, bizlerin 18. yüzyıldan genç cumhuriyete kadar olan dönemdeki gelmiş geçmiş en önemli hattatları, örnek işleriyle berâber görmemiz adına oldukça önemlidir. İbnülemin bu eserde bizzat tanıdığı veya kaynaklar üzerinden kendileri hakkında bilgi sâhibi olduğu hattatların biyografilerini bir araya getirmiştir. Eser, hattatları sâdece kitap kaydında yer almaktan çıkarıp, haklarında derinlikli bilgilerin târihe kalmasına da vesile olmuş. Basıldığı dönemde de kültür sanat câmiasından geniş ölçüde alâka görmüş ve bugünlere kadar sanat dünyasında önemli bir boşluğu doldurmuştu. Ancak bellibaşlı kütüphânelerin raflarında bulunabilen çalışmanın gözden geçirilmiş hâliyle yeniden basılması ve okura sunulması kültürümüze çok üst seviyede hizmet olmuştur.  Abdullah Zühdî Efendi (1832-1899), Abdülfettah Efendi, Ali Vasfi Efendi, Cemaleddin Efendi, Halîm Efendi, Abdülkadir Hamdi Efendi (?-1795), Abdülkadir Şükrî Efendi (?-1806), Sultan Abdülmecid Han (1823-1861), Alâeddin Bey (1844-1887), Aliyyül Mısrî Efendi, Ali Vasfi Efendi (?-1837), Ârif Bey (?-1892), Hâşim Bey, İbrahim Sükûtî Efendi, Mahmud Celaleddin Efendi, Mahmud Es’ad Efendi, Mehmet Fahreddin Efendi, Kâmil Paşa (1836-1876), Osman Enverî Efendi, Re’fet Efendi, Süleyman Hikmetî Efendi, Selmâ Hanım, Şeyh Musa Azmi (Hâmid Aytaç Bey (?-1982), Necmeddin Efendi (1885-1976) bu önemli eserde yer alan hattatlardan sâdece bâzılarıdır. Eserde 11’i kadın olmak üzere 329 hattat yer almıştır. Eserler; Sülüs, Nesih, Tâlik, Rık’a olarak isimlendirilen yazı çeşitleriyle hazırlanmıştır. Herbir sanatkârın hayat hikâyesiyle eserlerinden tablo güzelliğinde örnekler verilmiştir.

***

Örnek hayatı ve irfanıyla kendisinden pek çok şey öğrendiğimiz, ismi anıldığında hayır ve rahmetle yâd ettiğimiz, ilim ve sanata dair uzmanlık isteyen pek çok alana vâkıf olan cennetmekân İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal Bey, vakıf insandı. Her şeyden önce mahir bir muharrirdi. Çeşitli ilimlere vâkıf bir müellif ve mütefekkirdi. Önemli bir müverrih; tarihçi, kültür ve edebiyat târihçisi, şâir, hat sanatı alanında ilk müzeyi kuran şahsiyet, ehl-i tasavvuf, ehl-i iman ve ehl-i hakîkat bir zat idi.

İbnü’l-Emin Beyefendi, Osmanlı Cihan Devleti’nin son münevver temsilcilerinden biri olarak günümüz entelektüellerine rehberlik ediyor. O’nun hazırladığı diğer bütün kitaplar gibi ‘Son Hattatlar’ isimli eseri de alâkadar olanların başucu eseridir. Eserinde sâdece hattatlar hakkında bilgi vermekle yetinmiyor, hat sanatlarına ilgi duyanlara, kendini bu sâhada geliştirmek isteyenlere de rehberlik ediyor.

Kitabı okumak fırsatı bulanlarda oluşan kanaat şudur: ‘cismanî âletlerle îfa edilen rûhanî mühendislik’ şeklinde târif edilen hat sanatına gönül verenler, tam bir iç huzuru ile âsûde bir hayat yaşama imkânına sâhip olurlar. Geçmişte yaşayan hat sanatkârlarının hepsi, olgun ve kâmil, kimseye zararları olmayan, faydalı olmaya çalışan insanları iyiyi, doğruya ve güzele yönlendiren ele öpülesi, saygıya lâyık insanlardır.   

İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal, Yahya Kemal Beyatlı ve Süleyman Nazif’in veciz bir şekilde ifâde ettiği gibi ‘nev’i şahsına münhasır bir şahsiyet’tir. Diğer eserlerinde olduğu gibi, ‘Son Hattatlar’ isimli eserini hissiyatı ile renklendirerek yazmıştır. Pek hoşlanmadığı hattatların sanat ve estetik duyuşlarına kısaca temas etmiştir. Halim Efendi (Mustafa Halim Özyazıcı) bağcılık yaptığı dönemde İbnü’l-Emin’e yeteri kadar üzüm getirmemiş. Bu keyfiyet de kitapta yerini ‘Silivri kapusu haricinde Merkez Efendi mahallesinde Tepebağı’nda senelerce üzüm bağcılığı yapmıştır. Yetiştirdiği mütenevvi üzümlerden -ilk ve son defa olarak- vaktiyle bana bir sepet getirmişti’ diye yazıyor.

…………………..

tâlik yazı: Sözlükte ‘asılmak, askıya alınmak’ mânâsındaki ‘talîk’ kelimesi, İran'da tevkî ve rik’a yazılarından geliştirilmiş bir yazı çeşididir. Erken dönemden başlayarak İslâm devlet teşkilâtında, dîvanlarda kalem ağzı 2-3 mm. olan tevkî hattıyla kısa, kalem ağzı 1 mm. olan rik’a ile uzun metinler yazılırdı.

rik’a: Sözlükte ‘kâğıt, deri parçası’ mânâsına gelen rik‘a (ruk‘a) hat sanatında çabuk, kolay yazma ve okuma ihtiyacından doğmuş, kalemin tabii akışına uygun divanî özelliklerini taşıyan bir yazı türünün adıdır. Ne zaman ortaya çıktığı kesin olarak bilinmeyen rik‘a yazının 15. yüzyılın ikinci yarısından sonra Dulkadıroğulları döneminde kullanıldığı ileri sürülmektedir. Bu yazı 18. yüzyılın ikinci yarısından sonra Osmanlılarda Dîvân-ı Hümâyun’da belli kaidelere bağlanmış ve ana çizgileriyle beliren bir karakter kazanmıştır. 19. yüzyılda günlük hayatta, mektuplarda ve resmî yazılarda yaygın biçimde kullanılmış, Bâbıâli hükümet dâirelerinde işlek hâle getirilmiştir. Kısa sürede diğer İslâm ülkelerinde de beğenilen rik‘a günümüze kadar basitliği ve kolaylığı sebebiyle eğitim ve öğretimde önemini korumuş, matbu kitap dışında geniş kullanım alanı bulmuştur.