EBÜSUÛD EFENDİ VE TEFSİRİ – 7 

EBÜSSUÛD EFENDİ TEFSİRİ ve KUR’ÂN-I KERÎM TEFSİRİ HAKKINDA…                                                                                                      

Ebüssuûd Muhammed Efendi, kendisi 30 yıl şeyhülislâmlık yapan bir İslâm âlimidir. Aynı zamanda yüksek seviyeli bir müderristir. Yetiştirdiği talebeler arasında, sonraki yıllarda; şeyhülislam, kazasker, kadı ve müderris unvanına sâhip olmuş âlimler vardır. Devrinin ‘en tesirli şahsiyetlerinden biri’ olarak tanınır. Çok yönlü bir İslam âlimi olmakla birlikte özellikle tefsir ve fıkıhtaki mahâreti ile tanınmış ve ön plâna yerleşmiş, şeyhülislamlığı ve fetvalarının yanı sıra İrşâdü’l-Akli’s-selîm ilâ Mezâya’l-Kitâbi’l-Kerîm isimli tefsiri ile haklı bir şöhrete mazhar olmuştur.

Ebussuûd’un olgunluk döneminde kaleme aldığı ve telif ettiği eserini yaklaşık yirmi yılda tamamlamıştır. Kur’an nazmındaki mânayı bütün yönleriyle açığa çıkarmayı hedefleyen ve bu maksatla dil ve belagat tahlillerine ağırlıkla yer veren müteahhirîn dönemi dirayet tefsirlerinin hususiyetlerini taşır. Âyetlerdeki ince ve gizli mânaları tespit etmeye yönelen Ebussuûd, lügat açıklamaları yanında dildeki ihtilafların ve ibârelerdeki tercih unsurlarının tespit ve izahında çok başarılıdır. Bu yönüyle de üst seviyede bir dil âlimi pâyesine erişmiştir. Eser bu yönüyle yer yer en önemli iki kaynağı olan Zemahşerî’nin el-Keşşâf’ını ve Beyzâvî’ninEnvârü’t-tenzîl’ini aşan bir muhteva zenginliğine sahiptir. Ebussuûd’un dirayetini sergilediği eseri dil ve üslup özellikleriyle Arap belagatının zirvesinde kabul edildiğinden İslam dünyasında kısa sürede yayılmış, Zemahşerî ve Beyzâvî’den sonra hiçbir tefsirin erişemediği bir şöhrete nail olmuş, kendisinden sonraki tefsirlerin ana kaynakları arasında yerini alarak medreselerde okutulmuş ve üzerine çeşitli çalışmalar yapılmıştır.

Ebüssuûd Efendi kitabının mukaddimesinde tefsirini kaleme alırken Zemahşerî, Fahreddin er-Râzî ve Kâdî Beyzâvî’den faydalandığını zikrediyorsa da dönemindeki telif geleneğine uyarak gerek rivâyet gerekse dirâyetle ilgili konularda başka tefsirlerden de faydalanmıştır. Kaynaklardan aldığı bilgileri bâzen özetleyerek, bâzen da şahsî görüş ve düşüncelerini ilâve etmek suretiyle kendi üslûbuna dökmüştür. El-Keşşâf’ı esas almakla birlikte Zemahşerî’nin i‘tizâlî görüşlerine katılmamıştır. Müellif, dil ve belâgat yönüyle Arap edebiyatının doruk noktasında bulunan tefsirinden dolayı, ‘Zamanın görmediği, kulakların duymadığı sözler söylemiştir’ şeklinde övgüyle anılmıştır. Kâtib Çelebi de tefsirin nüshalarının İslâm dünyasına yayıldığını, ifâde ve üslûbunun güzelliği sebebiyle büyük âlimlerin kabulüne mazhar olduğunu, el-Keşşâf ve Envârü't-tenzilden başka hiçbir tefsirin bu ölçüde itibar görmediğini kaydeder. 

İrşâdü'l-akli's-selîm, başta Şevkânî ve Şehâbeddin Mahmûd el-Âlûsî olmak üzere daha sonraki müfessirlere örnek olmuştur. Âlûsî, hemen hemen her âyetin tefsirinde Ebüssuûd’un ibâresini alıp bazı değişiklikler yaptıktan sonra kendisinden kattığı kelimelerle ifâdeye yeni bir şekil kazandırmaktadır. 

Eser üzerinde muhtelif çalışmalar yapılmıştır. Kâtib Çelebi’nin tesbitine göreZeyrekzâde’ diye meşhur olan Muhammed b. Muhammed el-Hüseynî 1595 yılında Ebüssuûd tefsirine uzun bir önsöz yazmıştır. Akhisarlı Şeyh Ahmed er-Rûmî de 1631 yılında bu tefsirin Rûm sûresinden Duhân sûresine kadar olan kısmını şerhetmiştir. Radıyyüddin Yûsuf el-Makdisî , eserin yarısına kadar olan kısmına yazdığı şerhi Kudüs’e gelen Es’ad b. Sa’deddin’e hediye etmiştir. 

Tefsir üzerinde akademik çalışmalar da yapılmış olup Abdullah Aydemir’in 1968 yılında hazırladığı doktora tezi bunların ilk örneklerinden birini teşkil eder. Bedriyye bint Sâlih b. Gadûn, ed-Dahîl fî tefsiri Ebi's-Suûd el-mûsemmâ (bi-)İrşâdi'1-akli’s-selîm ilâ mezâya’l-Kur’ani’l-Kerîm adıyla bir yüksek lisans tezi hazırlamıştır. 

Tefsir kelimesi lügatte ‘örtülü ve kapalı olan şeyi ortaya çıkarmak, açmak, beyân etmek’ olarak açıklanır. İslâmî ilimlerde tefsir; beşer kudreti dâhilinde, Kur'ân-ı Kerîm âyetlerindeki Allahü teâlânın murâdını bildiren ilimdir. Kelâm-ı İlâhî olan Kur'ân-ı Kerîm'den murâd-ı İlâhîyi anlayıp, bildiren âlimlere müfessir denir. Buna göre tefsir ilminin mevzûu, Kur'ân-ı Kerîm'dir. Kur'ân-ı Kerîm, Allahü teâlânın kelâmı, sonsuz bilgiler, hükümler, hikmetler ve faziletler kaynağıdır. Cenâb-ı Allah Kur’ân’ı, insanların en yükseği olan sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) Efendimize  indirmiştir. Bu sebeple Kur'ân-ı Kerîm’in kapalı ve anlaşılması zor Âyet-i Kerîmeleri, Peygamberimiz, İslâmiyet’i, ‘sahâbe’ denilen berâberindeki insanlara açıklamıştır.  Daha sonra da tefsir âlimleri yetişmiş, tefsir ilmi gelişmiştir. 

Arapçayı çok iyi bilenler de Kur’ân-ı Kerîm’i tam mânâsıyla anlayamazlar. Kur’ân’ın tercümesinin yapılması asla mümkün değildir. ‘Meâl’ denilen kısa açıklamalar da yeterli değildir. Tefsir kitaplarının da birkaç kişiden oluşan heyet tarafından hazırlanmış olanları tercih edilmelidir. Veya müfessirin, diğer tefsir âlimlerinin çalışmalarından faydalanmış olması gerekir. Müslümanların çoğu, bâzı tefsir kitaplarını da tam olarak anlayamıyor olabilirler. Bu sebeple müfessirlerin sâdece anlama kabiliyetleri değil, anlatma kabiliyetlerinin de üstün olması gerekir. Buna ‘belâgat’ denilmektedir. Güvenilir kaynaklardan günümüze intikal eden bilgilere göre belâgati en yüksek Müslüman şüphesiz Hz. Muhammed idi. İkinci sırada Hz. Ali (kav) vardır. 

Tefsir ilmi, diğer Temel İslâmî ilimlerle ilişki içerisindedir. Zira diğer Temel İslamî ilimlerin de birinci kaynağı, Kur’ân-ı Kerîm’dir. Tefsir ilminin birebir ilişki içerisinde olduğu Temel İslam ilim dallarından birisi de İslâm Hukuku’dur. Tefsir ilminin fıkıhla olan ilişkisi özellikle Kur’ân-ı Kerim ortak paydasında ahkâm âyetlerinde belirginleşmektedir. Tefsir usulleri içerisinde sâdece Kur’an-ı Kerim’deki ahkâm âyetlerini konu edinen tefsirlere ‘ahkâm tefsirleri’ denir. Bunun dışında rivâyet ve dirâyet tefsir çeşitleri de bulunmaktadır. 

Ebîssuûd Efendi, gerekli yerlerde âyetlerin fıkhî yönden tefsirlerini yapmıştır. Zira Kur’ân’ı baştan sona açıklamayı kendisine gaye edinen her tefsir, Kur’ân’da geçen ahkâm âyetleri sebebiyle fıkıhla irtibat hâlinde olmak durumundadır.

Ebüssuûd Efendi aynı zamanda hukukçu olduğundan, İslâm hukuku ilim sâhasında da güvenilir bir söz sâhibi idi.

Ebüssuûd Efendi, otuz yıla yakın bir süre Osmanlı Devleti’nin en önemli makamlarından birisi olan Şeyhülislamlık makamında bulunmuştur. Bu makamda bulunduğu müddet zarfında halkla iç içe olmuş, gündelik sosyal problemlerle mücâdele etmiştir. Osmanlı Devleti’nde problem olarak görülen para vakıfları, devlet arazileri meselelerinde bir hukukçunun yapması gerektiği gibi sorumluluğu üzerine almış ve bu konular hakkında hükümler ortaya koymuş, koyduğu hükümler aynen uygulanagelmiştir. Günümüzde de uygulanmaktadır.  

Ebüssuûd Efendi, eserinde Kur'ân-ı Kerîm'in fesâhat ve belâgat üzerinde durduğu gibi, âyetler arasındaki münâsebetleri açıklayıp cümlelerin taşıdığı ince ve gizli mânâları ortaya çıkarma hususunda son derece hassas davranmıştır.  Bazen gramerle ilgili açıklamalarda bulunarak âyetlerin kolay anlaşılmasını sağlamıştır.  

Ebussuûd Efendi, eserinde şiirleri de delil olarak kullanmıştır. Bütün bu saydığımız özellikleriyle eser, edebî tefsirlerden kabul edilir.

Ebussuûd Efendi, tefsirinde İsrailiyyata yer vermiş ve bununla beraber bunlardan bazılarının uydurma olduğunu, akıl ve nakille bağdaşmadığını belirtmiştir. Meselâ Bakara sûresi 102. âyetinde Hârût ile Mârût hakkında nakledilen rivâyet buna örnek olarak gösterilmektedir. Âyetin tefsirinde Hârût ile Mârût hakkında nakledilen İsrailiyyat menşeli rivayeti naklettikten sonra, bu habere güvenilemeyeceğini, bu tür hikâyelerin sadece irşad maksadıyla nakledilen meselelerden ibâret olduğunu söylemektedir. Ayrıca ahkâm âyetlerini yorumlarken, Hanefî mezhebini öne çıkarmış, bunun yanında diğer mezheplerin görüşlerini de belirtmitır. Bâzen de mezheplerin delillerini zikrederek mezhepler arası karşılaştırmalar yapmış ve Hanefî mezhebinin görüşünü deliliyle birlikte belirtmiştir. 

Osmanlı âlimlerinden Kâtib Çelebi, Ebüssuûd Efendi tefsirinin nüshalarının İslâm dünyasına yayıldığını, ifâde ve üslûbundaki güzelliği sebebiyle eserin büyük âlimlerin kabulüne mazhar olduğunu, el-Keşşâf ve Envârü't-tenzilden başka hiçbir tefsirin bu ölçüde itibar görmediğini kaydeder.

…………………..

müderris: Profesör.

müteahhrin dönemi: Sonradan gelenler anlamında bir fıkıh terimidir. Hicrî üçüncü asırdan ve özellikle beşinci asırdan sonra gelen âlimler hakkında kullanılır.  Zıddı ‘Mütekaddimun’dur. Mütaahhirun'a ‘Halef’, Mütakaddimun'a ‘Selef’ ismi de verilmektedir. Bu ayırım daha çok Ehl-i Sünnet mensupları hakkında kullanılmaktadır. Müteahhirun ve Mütekaddimun ayırımı sâdece zaman unsurunu ilgilendiren bir ayırım değildir. Üçüncü asırdan sonra gelen âlimler nitelik bakımından da Mütekaddimun'a nazaran birtakım farklılıklar arzederler. Hattâ Mütekaddimun dönemine İslâm hukukunu canlı tuttuklarından dolayı ‘Müctehidler devri’ adı verilmektedir. 

dirâyet tefsiri: Kur'an'ın akla göre yapılan tefsirine verilen isimdir. Rivâyetleri ikinci plana atan, akıl ve mantık yoluyla yapılan tefsir türüdür. Zıddı ‘rivâyet tefsiri’dir. Kur’ân ãyetlerini âyetlerle, hadislerle ve sahâbe sözleriyle açıklamak demektir.

Zemahşeri: (1075-1144 İran’ın Zemahşer şehrinde doğdu. Tefsir, kelâm, fıkıh, lügât ve belâgat gibi birçok konularında söz sâhibi olan bir İslâm âlimidir. 

-el-Keşşaf: İslâm’ın temel bilgi kaynaklarının en önemlilerinden biridir.  Zemahşerî’nin hazırladığı tefsir kitabıdır. Kur'ân'ı Kerim'in mucizeviliğini anlatmasıyla, dilindeki üstünlük sebebiyle bilinir. 

Beyzâvî: (?-1286) İran’ın Şiraz şehri yakınlarındaki Beyda kasabasında doğdu. Hukukçu ilim adamı ve Şafi'i-Eş'ari müfessirdir.

Envarü’t-tenzil: Beyzâvî’nin Kur’ân tefsiri. ‘Kadı Tefsiri’ olarak da anılır. Yazar, eserini 1252 yılında Tebriz şehrinde yazmaya başlamıştır.

belâgat: İyi, güzel konuşma, sözle inandırma yeteneği.

itizâlî: Mutezile Mezhebiyle alakalı görüş.

Kâtip Çelebi: (1609-1657) Tarih, coğrafya, bibliyografya ve biyografya sâhasında çalışmalar yapmış Türk-Osmanlı ilim adamı Dünya ilim edebiyatında en ünlü ve bilinen eseri; İslam dünyasının en değerli eserlerini içeren 15.000'e yakın kitabı ve 10.000'e yakın müellifi alfabetik dizin sistemine göre tanıtan Keşf ez-zunûn 'an esâmî el-kutub ve'l-fünûn ve daha sonra İbrahim Müteferrika tarafından basılan meşhur coğrafya ansiklopedisi Cihannümâ ile tanınır.

Şevkânî: (?-1760) Şiî İslâm âlimi. Zeydîliğin teşkilâtlanmasında önemli tesiri vardır.

Alûsî: (1802-1854) Iraklı müfessir.

Muhammed el-Hüseynî: Câferî mezhebine mensup İslâm tarihi öğretim üyesi.

Ahmet er-Rumî: (?-1631) Kıbrıs’ta doğdu. Adanın fethinden sonra Anadolu’ya Akhisar’a geldi. Osmanlı dönemi müelliflerindendir. Eserlerini Farsça ve Arapça yazdı. 

Yusuf el Makdisî: Hanbeli mezhebine mensup İslâm âlimi.  

EBUSSUÛD EFENDİ HAZRETLERİNİN HÂTİMESİ                                                                               

Celîl (celal sâhibi) Rabbine yakaran zelil kul der ki: Ey ismet ve irşat velisi, ey azgınları hayır ve rahmet yoluna hidâyet eden, kâinatı yoktan var eden, boyunların yegâne mâliki olan Allah’ım!

Yalnız sana tevekkül ediyorum ve sana dönüyorum. Yardıma muhtaç şaşkın mazlumun imdadına yetişen yegâne sensin; korkulan belâlardan koruyan da ancak sensin. Zamanın felâketlerinin gailelerinden senin güvenli haremine sığınıyorum; senin sağlam himâyene iltica ediyorum; senin sağlam kalene sığınıyorum; senin gizli sırlarının hâzinelerinde saklı olan tükenmez iyiliklerden, yaratma kaleminin yazdığı din ve dünya işlerinin en hayırlı olanlarını diliyorum; çeşitli fitne ve şerlerden özellikle aldatıcı olan dünya yurduna dayanmaktan, onun nimetlerine ve câzibesine aldanmaktan, onun göz alıcı süs ve ziyneti yüzünden fitneye düşmekten sana sığınıyorum.

İmdi, ey Rabbim! Beni himâyen ile koru; bana inâyetinle yardım eyle; beni karanlığın engellerinden kurtaracak, cismâni bağlardan soyutlandıracak o aydmlatan ilâhî nurları ve parıldayan sübhanî feyizleri bahşet; benim serkeş nefsimi kötü tabiat ve ahlâkın kirlerinden arındır; benim katı kalbimi o aydınlatma ışınlarıyla ışıklandır ki, insanlık sırlarını geçmeye istidadı olsun ve Hazeretü’l Kuds’e (Firdevs Cennetine) gitmeye hazırlanabilsin!

Allah’ım! Beni hak ve hidâyet caddelerinde sâbit kadem eyle; beni hayır ve takvâ yollarına irşat eyle; benim en aziz meramımı rızânın talebi eyle ve en şerefli günümü de seninle buluşacağım gün eyle! O gün ki, insanlar, fırka fırka âlemlerin Rabbinin huzuruna duracaklar. Ve beni kendilerine büyük nimetler bahşettiğin peygamberler, sıddıyklar, şehidler ve sâlihler ile beraber haşreyle! Bunlar ne güzel arkadaştır! 

YAYINEVİNİN ŞÜKRAN YAZISI

Üç seneyi bulan bir uğraşmadan sonra bu muazzam eseri yayınlayabilmiş olmanın şükrünü edâdan aciziz. Âlemlerin Rabbine sonsuz hamdüsenâlar, ‘Yaratılmışların en hayırlısına’ selâtü selâm Ebussuûd Hazretine rahmet olsun..

Bu vesileyle bir noktaya açıklık getirmek isteriz.

Bu eser, târihimizin belki en büyük tefsiri olmakla klasik tefsirler zümresine girmektedir.

Halbuki yarım asırdan beri ülkemizde tefsir sâhasında ya Mısırdan veya diğer Arap ülkelerinden müdevver yahut oryantalizmin tesiri altında kalmış tefsirler bilhassa okumuş yazmış çevrelerde ön almıştır. Diğer İslâm ülkelerinden iktibas edilen tefsirlerin büyük kısmında o ülkedeki siyasî çalkantıların tesirleri de başrolde görünmektedir. Veya Muhammed Elmalı gibi güvenilir müfessirlerin çeşitli versiyonları tekrar edilmek durumunda kalınmıştır.

Muhteşem Süleyman’ın devrinin tefsiri olan Ebussuûd tefsiri ise zâten ülkemizdeki hemen bütün tefsirlerin önemli bir kaynağı idi. Bu bakımdan klasik tefsirlerle çağdaş tefsirler arasında kıyaslama yapmak gerektiğinde, Ebussuûd Efendi Tefsiri en uygun klâsik tefsir makamındaydı.

Bu mümtaz tefsirin tamamı târihî bir vesika olarak ortaya çıkınca asıl özelliği ve güzelliği, gözleri kamaştıran bir şekilde belirginleştiği gibi klasik tefsir-çağdaş tefsir münâkaşasına da aydınlık getirdi.

Elbette klasik tefsirler de tenkit edilebilir. Bilhassa yazıldıkları zamanın ilmî seviyesinde kalmaları, belki dayandıkları hâdislerin sıhhati ve nihâyet yürüttükleri muhakemeler ve edebî üslub bakımından birçok tenkidi dâvet edebilirler. Ne var ki hiç kimse çağının ilerisindeki ilmî gelişmeleri bilmedi diye ayıplanamaz. Fakat bilhassa itikad noktasında, tanınmış klasik tefsirlerin büyük bir dikkat ve ihtimam gösterdikleri aşikârdır. Dinin orijini ve temeli de itikattadır.

Bu tesbitte Ebussuûd Hazretlerinin, saf ve temiz iman günlerinin pırıltılarıyla süslenmiş açık, aydınlık ve fakat tevhit ve İslâm’ın izzeti konusunda tâviz vermeyen, yorumlarını (Al-i İmran ve bilhassa Beyyine suresi yorumunda) sayfalarca okuyunca beş yüz yıl öteden ecdadın mânevî yardıma geldiğini hissetmekteyiz. Fetih ruhunun kanatlarının rüzgârını içimizde duymakta, İslâm’ın şevket günlerinin kavi imanını yaşamaktayız.

Redaktörlerden bazılarının çalışmaları esnasında ‘Okudukça imanımız arttı’ dedikleri gibi.

Rahmetli büyük imanlı şâir Süleyman Nazif’in;

Ahfadımın en son doğacak ferdine benden 

Bir tuhfei iman götür ey son nefesim sen 

mısraları fehvasınca Ebussuûd Hazretleri, beş yüz yıl öteden ahfadına itikad yönünden yardıma gelmiş gibidir.

Bu tefsirde muhterem müellif, bilhassa âyetler arasındaki irtibatı görülmedik bir zenginlikte tesis etmiş, her konuda hemen her iddiayı zikretmiş ve fakat sonunda uygun olmayanları apaçık belirtmiştir. Cevap verileceklere cevap vermiş, tenkit edilmesi gereken hususları da ortaya koymuş, zaman zaman Allah’ın büyüklüğü karşısında heyecanlanmış ve birçok kere ‘Allah en iyisini bilir’ diyerek iddiacılık yapmaktan çekinmiştir.

Böyle bir eseri Türkçeye kazandırabildiğimiz için, tercüme edene, redaktörlere, dizenlere, baskıda titizlik gösterenlere ve her türlü emeği geçenlere teşekkür ve Cenab-ı Bariye sonsuz hamd-ü senâ ve Resulüne selatü selâm eder merhum Ebussuûd Hazretlerine rahmetler dileriz.

BOĞAZİÇİ YAYINLARI: 

Alemdar Mahallesi Çatalçeşme Sokağı Nu: 44 Kat: 3 Cağaloğlu, İstanbul Telefon: 0.212-520 70 76 Belgegeçer: 0.212-526 09 77  e-posta: [email protected] //   www.bogaziciyayinlari.com.tr