EBÜSUÛD EFENDİ VE TEFSİRİ – 3

(İRŞÂDÜ’L AKLİ’S-SELİM - 3)

Ebüssuûd Efendi’nin, Boğaziçi Yayınları tarafından okuyucuya sunulan en önemli eseri, 11 ciltlik İrşâdü’l Akli’s-Selim’in ana bölümü 45. sayfada, Fâtiha Sûresinin meâli ile başlıyor.

1-Bismi’l1âhi’r-Rahmâni’r Rahîm. 2-Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. 3-O, Rahmân ve Rahîm’dir; 4-Din gününün mâlikidir. 5-Biz ancak Sana ibâdet (kulluk) eder ve ancak Senden yardım dileriz. 6-Bizi sırat-ı müstakîme (doğru yol) ilet. 7-Nimetlendirdiğin kimselerin yoluna; gazabına uğrayanların ve sapıkların yoluna değil!

Fâtiha’nın tefsir bölümüne ise Sûrenin isimleri hakkında bilgi verilerek başlanıyor. Bu isimler: 1-el-Fâtiha, 2-Kur’ân’ın Anası (Ümmü’l-Kur’ân, 3-Kitabın Anası (Ümmü’l-Kitab), 4-Hazine Sûresi (Sûretü’l-Kenz), 5-Hamd, Şükür, Duâ, Salât, Şifâ Sûresi, 6-Yedili Mükerrer (Seb’u’l-Mesânî.) Bu isimlerin herbirinin efrâdını câmi, ağyarını mâni açıklamaları var.

Okuyucunun fikir edinmesine vesile olmak maksadıyla âyetlerin mânâsı, özetlenerek aşağıya alınmıştır:

‘Rahmân ve Rahîm Allah’ın Adıyla (Bismi’llâhi’r-Rahmâni’r-Ra- hîm)...’ Fatiha sûresi ‘Besmele’ ile başlamaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm sûrelerinin başında bulunan Besmele hakkında İslâm ulemâsı arasında şu farklı görüşler vardır:

1-Sûrelerin başlarında bulunan Besmelelerden hiçbiri Kur’ân’dan değildir.                                                        

2-Besmele, o sûreden bir âyet olmamakla beraber Kur’ân’dan sayılır ve Kur’ân’ın bütününden başlı başına, müstakil bir âyettir.                                                                                                                                           

3-Besmele, başında bulunduğu her sûrenin ilk âyetidir.                                                                                       

4-Besmele, yalnız Fâtiha’dan bir âyettir. Sûrelerin başlarında bulunan Besmeleler ise o sûreye Besmele ile başlayıp, ondaki bereket ve fazilete ermek içindir.                                                                                 

5-Besmele, Fâtiha sûresinden tam bir âyettir ve diğer sûrelerde de bir âyetin bir parçasıdır.                                  

6-Besmele, Fâtiha sûresinin bir âyetinin bir parçasıdır; diğer sûrelerde ise tam bir âyettir.                                      

7-Besmele, bütün sûrelerde kendisinden sonra gelen âyetin bir parçasıdır.                                                           

8-Besmele, sûrelerin bir parçası olmaksızın, başında bulunduğu sûreler sayısınca Kur’ân âyetleridir. 9-Besmele, Fâtiha sûresinden tam bir âyettir; diğer sûrelerdeki Besmeleler ise Kur’ân’dan değildir.

Besmele’nin mânâsı:

 Cenâb-ı Allah’ın isminden yardım dilemek yahut hayır ve bereket vesilesi olması için O’nunla ilgi kurmaktır. Yâni ‘Allah’ın adıyla okurum veya Allah’ın adıyla Kur’ân okurum.’ demektir. Hayır ve berekete mazhar olmak, Allah’tan yardım dilemektir. Yardım, bâzen Allah’ın zâtından bâzen de isminden istenir. Birincisinin mâhiyeti, fiili gerçekleştirmek için gereken gücün bahşedilmesini dilemektir. O güç de, usûl âlimlerimizce ‘Kulun ihtiyaçlarını karşılamaya yarayan mümkün, müyesser (teysîr edilmiş, kolaylaştırılmış) kudret’ olarak açıklanmıştır. Fâtiha’nın ‘Biz ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım dileriz’ meâlindeki 5. âyetinde Allah’ın zâtından yardım istemek söz konusudur.

Allah ismi celâlinin aslı:

Allah kelimesinin kökü ‘ilâh’tır. İlâh, lügatte hak olsun, bâtıl olsun, ‘mabûd / tapılan’ demektir. Sonra tevhide inananlar ilâh kelimesini genellikle ‘mâbûd-ı bi’l-hak / hak olan mâbûd’ için kullanmaya başlamışlardır. Allah kelimesi de hak mâbûda mahsus bir isim olarak O’ndan başkasına verilmemiştir.

Allah’ın isminden yardım istemeye gelince; bunun mâhiyeti fiilin dinen geçerli sayılması için Allah’ın adını zikretmektir. Yüce Allah’ın ismi ile başlamayan bir iş, dinen yok hükmündedir.

Allah kelimesindeki ‘a’ yı ‘e’ olarak ‘Ellah’ şeklinde okumak hatâlı okuyuştur; namazı bozar ve bu telaffuz ile sarih yemin gerçekleşmez.

er-Rahman ve er-Rahîm’in mânâsı:

Rahmân ve Rahim kelimeleri rahmet kökünden gelmektedir. Rahmet ise lügatte, kalbin yumuşaması ve şefkatle dolmasıdır. Dişi canlılardaki dölyatağına ‘rahim’ denilmesi de bu uzvun, meniyi aldıktan sonra üzerine şefkatle kapanmasından dolayıdır. Cenâb-ı Allah’ın sıfatı olarak kullanılan rahmetten maksat ise lütuf ve ihsandır. Bu mânânın kastedilmesi, biz insanlara göre, sebebin adını -uzak veya yakın- neticesi için kullanmak kabilinden olmaktadır. Çünkü Yüce Allah’ın isimleri, etkilenmelerden ibâret olan başlangıçlar itibârı ile değil, fakat fiillerden ibâret olan sonuçlar itibârı ile tefsir edilmektedir. (Zîra Cenâb-ı Allah, her türlü etkilenmeden münezzehtir.) Rahmân’ın mânâsı Rahîm’den daha kuvvetli ve kapsamlıdır. Bundan dolayıdır ki: ‘Ey dünyada ve âhirette Rahmân olan!...’ ve ‘Ey dünyada Rahim olan!...’ denir.

Kıyas ve genel kural göz önünde tutulduğunda ve yükselme çizgisi de aşağıdan yukarıya olduğuna göre Rahîm, Rahmân’dan önce gelmesi gerekir iken, Rahmân daha önce zikredilmiştir. Bunun sebebi Rahmân’ın yalnız Allah hakkında kullanılır olmasıdır. Bundan başka Allah’ın yüksek sıfatları, nisbeten daha küçük ve tâli derecede bulunan sıfadarından daha önce zikredilmeye lâyıktır. Besmele’de Allah’ın sıfatlarından yalnız Rahmân ve Rahîm’in zikredilmesi, O’nun Rahmet zincirini hareket ettirmek içindir.

Genel olarak ‘hamd’in mânâsı:

Hamd’ birini güzel bir vasıfla övmektir. Bu güzel vasıf ihtiyarî olabileceği gibi tabiî de olabilir. Hamdin konusu olan vasıf, varlığını övenin arzu ve irâdesinden alıyorsa o vasıf ihtiyarîdir. Hamdin konusu vasıf övülende bizâtihi bulunmakta ise o vasıf tabiîdir. Hamd bu tanımı ile medihten ayrılmaktadır. Çünkü medih, ihtiyarîlik kaydı söz konusu olmaksızın belli bir vasfa yapılan övgüdür. Bir şeyin tabiatında bulunan bir iyilik ve güzellik her zaman medhedilebilir. Meselâ güzel bir inci ve güzel bir kadın methedilebilir; fakat bu güzelliklerinden dolayı onlara hamd edilmez. Ayrıca medih, nimet veya ihsandan önce ve sonra da yapılabilir.

Bu itibarla hamd ile medih eşanlamlı / müteradif değildir. Bununla beraber aynı kökten geldikleri için aralarında büyük türev akrabalığı vardır. Yâni bu iki kelime tertipteki sıra değişik olsa bile aynı harflerle yazılmakta fakat aralarında mânâ itibâriyle tenasüb bulunmaktadır.

Hamd, mutlaka bir ihsandan sonra yapılır. Ancak o ihsanın, hamdeden kimseye ulaşmış olması şart değildir. Şükürde ise bu şarttır. Çünkü şükür, bir iyiliğe kavlen veya fiilen veyahut da kalben ta’zîm ile karşılık vermektir. Bunun karşıtı da nankörlüktür. Yalnız fiilen veya kalben yapılan şükür, ne medihtir, ne de hamddir. Fakat dil ile yapıldığı zaman hem hamd, hem de medih olur.

‘el-Hamdü lillâhi...nin mânâsı:

el-Hamdü li’llâh’ demek ‘Biz Allah’a tam ve kâmil bir hamd ile hamdederiz.’ demek gibidir. Çünkü ‘Biz ancak Sana ibâdet eder ve ancak Senden yardım dileriz.’ İfadesi ile ‘el-Hamdü lillâh’ ifâdesi arasında uyum sağlanması için hamd cümlesinin aslında böyle (fiil cümlesi) olması gerekir. Zîra her iki cümlede de fail aynıdır.

Âlemlerin Rabbi’nin mânâsı:

Rabb, kayıtsız olarak yalnız Cenâb-ı Allah için kullanılır. Başkası için ise ancak kayıtlı olarak kullanılır. ‘Evin rabbi’, ‘hayvanın rabbi’ örneklerinde olduğu gibi…

Âlem kelimesinin, kâinattaki varlıkların her biri için kullanılmaması, ancak genel kabul ve ıstılah bakımındandır. Hakîkati hâlde kâinattaki her bir varlık için kullanılmasına hiçbir engel yoktur. Zîra bir bütün olarak kâinat ve onun parçalarından her biri, türlerinin her ferdi, Allah Teâlâ’nın varlığına, birliğine ve karşı durulmaz kudretine apaçık birer delildir. Çünkü bunların hepsi, var olmak için bir ezelî ve ebedî Müessire muhtaçtır. Görülen ve düşünülen, önemli önemsiz ve büyükten küçüğe her şey Mecîd / en yüksek şân ve şerefe sâhip Yaradan’ın varlığına apaçık bir delil ve tevhid âlemine giden geniş bir yoldur.

EBÜSUÛD EFENDİ’NİN ŞÂİRLİĞİ - 1

Ebüssuûd Efendi’nin şiir yazdığına dâir bilgilere sıkça rastlanmakta idi. Ancak şiirlerinin bulunması, yakın zamanlarda mümkün olmuştur. En önemli şiiri; Kanûnî Sultan Süleyman Han’ın vefatı sebebiyle yazdığı mersiyedir. 

Aslı Arapça olan mersiye’nin Türkçe meâli aşağıdadır. 

1- Yıldırım sesi mi, yoksa Sur’a mı üflendi? Yeryüzü (bu) Sur’un sesiyle doldu.                                                                                                 

 2- Bu yüzden insanların başına büyük bir felâket geldi; bundan dolayı halk (Tur dağında Musa a.s.’ın bayılması gibi) Tur baygınlığını tattı.  

3- O âfetin meydana gelmesinden dolayı dünyânın düzeni (dengesi) çöktü; ev-bark (binalar) ve surlar (sağlam kaleler, ne varsa) yıkıldı.  

4- En gözde yerleri ıssız çöle dönüştü, hiçbir yerleşim yerinde, ne bir konak ne bir canlı kaldı.                                                                       

5- Kâinatın şekli değişti, feleğin yıldızları şekilden şekile girdi.                                                                                                                            

6- Yüce dağların zirveleri âdeta muzdarip ve korkuya kapılmış bir kalp gibi sarsılıp titredi.                                                                             

7- O yem yeşil bölgeler toz toprakla doldu, hüzünlendi; neredeyse (bütün) yeryüzü toz ve toprakla dolacaktı.                                     

8- İslâm ordusundan gelen haber bütün insanları dehşete düşürdü.                                                                                                                                    

9- Nice üzgünler, gönlü mahsunlar, ağır hastalar, peşpeşe gelen üzüntülerle inlediler.                                                                                                

10- Ey vah! Ürkütücü, istenmeyen, nefret edilen, kulakların tiksindiği kara haber ulaştı.                                                                              

11- Bu haberin dehşeti insanların aklını başından aldı; kimi Mecnun’a, kimi sarhoşa döndü.                                                                                      

12- Bu (kötü) haber sebebiyle kalpler param parça oldu. Nerdeyse kırık olmayan kalp kalmamıştı.                                                        

13- (Halkın) göz yaşları, kaynağından boşanmışçasına coşan Tufan’ın ve akan suların kaynağı gibi (aktı).                                               

14- Göz kapakları, gözyaşlarıyla dolmuş denizlerde yüzen kan dolu gemiler gibiydi.                                                                                   

15- Karanlıklara saldıracakmış gibi, aydınlığı olmayan bir gün doğdu.                                                                                                           

16- Yoksa bu, zamanın Süleyman’ın ölüm haberi miydi?                                                                                                                                

17- Heybeti, bütün dünyâyı dolduran, her zâlim ve kibirliye boyun eğdiren kişinin;                                                                                         

18- Kendisine karşı çıkan her ifrit’in boyun eğdiği, her zâlim ve başkaldıranın köle olduğu bir kişinin ( ölüm haberi)!

19- (O Sultan) dünyâ saltanatının medarı ve merkeziydi. Allah’ın halifesi olarak her yerde meşhur olmuştu.                                          

20- O, (Allah nezdinde) makbul olan bir gayretle, dünyamn her tarafına Allah ‘ın dininin ilkelerini (götüren), yüceltendi.                

21- Güzel görüşlü, iyiliklere yönelen, samîmi ve azimli, kendini merhamete adamış,                                                                                

22- İhsan ve adâlet âyetlerine sarılmış, hakça davranan ve insaflı olma hedefine yönelmiş (bir kişiydi)!                                                

23- Allah yolunda cihad eden ve çalışan; Kuds-i ilâhî tarafindan desteklenmiş ve zafere ulaşmış (bir sultan).                                             

24- O, düşmana karşı keskin (bir kılıç); kâfirlere karşı çekilmiş bir kılıç idi.                                                                                                     

25- O, şerefi için dalgalanan ve (dünyânın her tarafına) yayılmış bir sancağı kendisinde bulunduran yüceltilmiş bir bayraktı.  

26- Ülkeleri dolduran ve dünyânın her bölgesinden oluşmuş bir ordu.                                                                                                           

27- O’nun her tarafta meşhur olmuş savaşları vardır. (Bu savaşların) haberleri her (kitapta, hatta her) sayfa da yazılmıştır.

28- Ey gözlerim! Artık durma! Ağla! Ve ebediyen gözyaşlarından ve uykusuzluktan ayrılma!                                                                    

29- Uyuma yerine uykusuz kalmayı koy! Akan gözyaşlarını kan ile değiştir (Gözlerinden yaş yerine kan aksın)!                                     

30- O gözyaşlarını, yaş döken göz kapaklarından akıtarak, su dolabı gibi yanakların üzerine dök!                                                           

31- Sakın dünyâya bir göz dahi atma! Ona bir an dahi bakma!                                                                                                                          

32- Ey nefis! Sana ne oluyor da, o sultanın bu dünyâdan göçmesinden sonra bu dünyâda geri kalıyorsun?                                          

33- Gafil gafil bu toprak üzerinde nasıl gezersin? O sultanın cesedi bu toprak içerisine gömülmedi mi?                                                 

34- Artık bundan sonra bu yalan dünyâda bir an dahi kalmanın helâl olacağını mı sanırsın?                                                                       

35- Musibet yuvası, kötülüklerin merkezi, kaynağı (olan bu dünyâ); hayır hayır, artık benim mezarının O’nun eserleri üzerinde olmasının bir hayrı yoktur. 

36- Her canlının acıyı tadarak ölmesi haktır; ancak bu güç yetirilmeyecek bir iştir.                                                                                     

37- Ölümün tâyin edilmiş vakti vardır, Levh-i mahfuzda yazıldığı üzere (vaktinde) gelir.                                                                           

38- Bu konuda insanların hiçbir etkisi yoktur; ne öne alma, ne de geciktirme (gibi) bir müdahalesi… (söz konusu olamaz)                                                                39- Ey nefis! Sabırlı ol! Üzülerek kendini hellâk etme! Zîra sen mâzeretler zincirine dâhilsin.                                                                          

40- Zîra sen, mümkün olmayan bir şeyi yapmakla yükümlü değilsin; sâdece gayret etmek ve kolay olanı yapmaktan başka bir şeyle emredilmedin.                      

41- Sana, akıllı ve mağrur olmayan ender bir kişinin güç yetirebileceği istekli bir ölüm yeter!                                                                      

42- Bu da dünyâyı ve güzelliklerini terk etmenle, terk edilmiş birinden yüz çevirircesine ondan yüz çevirmenle olur;                                                                         43- Bunların hepsini, hiç anılmamış (hiç duyulmamış) gibi, unutkanlık köşesine bırakarak.                                                                        

44- (O dünyânın) bütün korkutucu (unsurları) bir araya gelse de, arzuların yok olmasından veya istenmeyen şeylerin meydana gelmesinden korkma!                  

45- Sürekli hüzün ve kederle birlikte olma! İnsanlar bâzen hüzünlü, bâzen sevinçli olur.                                                                            

46- Hele hele (Sultanın) ölüm haberi, her tarafı sarmış olsa da (inanma), yalan ve uydurma ihtimâli vardır.                                            

47- Ey ölüm haberini yayan kişi! Bırak bu ölüm haberini, senin için gizli olan bir konuda aşırı gitmekten sakın!                                   

 48- Sakın o sultanın kesin öldüğünü sanma! Aksine o, Kur’ân-ı Kerim’de yazılı bir âyetin deliliyle diridir.                                             

49- O’nun için cennetler ve bizim hissedemediğimiz bir şekilde icra edilen takdir edilmiş rızıklar vardır.                                                    

50- Şüphesiz ölüm, herkes için de olsa, güzel ve makbul işler yapmış olan şehitlere haram kılınmıştır.                                                 

51- Allah yolunda (savaşmaya) bağlı olan, gönül hoşluğuyla ölüm savaşlarına dalan ve (bundan dolayı) mükâfatlandırılmış olan bir (şehit için).                            

52- O ölmedi, aksine kısa ve sıkıntılı hayat yerine ebedî hayata nâil oldu.                                                                                                      

53- Zamanın sıkıntılarıyla (insanı) üzüntüye boğan ve kuşatan, her türlü kötülükle kahreden ve sıkıntılı olan (dünyâ yerine).

54- Dünyâ saltanatıyla ebedî saltanatı satın aldı, ne büyük kazanç, sayısız (kadar).                                                                                                         

55- Daha doğrusu her ikisini de elde etti. Zîra hiç kimsenin hiçbir şekilde değişmeyeceği bir makamı elde etti.                                     

56- Korunmuş olan saltanatını görmüyor musun? Her yerde yayılmış ünlü bir sırra dönüştü.                                                                          

57- Sadece Allah ‘ın lütfuyla, karada ve denizde bütün ülkelerin saltanatının sâhibi ve sultanıydı.                                                            

58- Allah ‘ın adâletinin temsilcisi, bütün halkın koruyucusu, lıer zayıf ve musibete uğramış olanın sığınağıydı.                                       

59- Onun gözü her hayırlı iştedir; her büyük iş övgüye lâyıktır.                                                                                                                     

60- O ikisi arasında hiçbir ayrıcalık ve hiç bir imtiyaz yoktur.  Hiç güneş ile nur arasında kıyas yapılır mı?                                             

61- Milletin efendisidir, onurludur; hilâfetteki heybeti şeref ve vakarla daha da arttı.                                                                                

62- O’nun zamanında gün ve geceyer, âdeta güzel kokulu miskle geçti.                                                                                                          

63- Dünya bütünüyle O’nun hâkimiyeti altındaydı; ne mâmur ne de terk edilmiş bir yer, O’nun bilgisi dışında değildi.

64- İnsanlık sıkıntıda iken O’nun yıldızı doğdu. (O’nun zamanında) kötü bir durum bilinmezdi.                                                                 

65- O âdeta gizli kalan bir dolunay gibiydi, sonra açılan bulutların arkasından gözüktü de,                                                                    

66- Yeryüzünün her tarafı aydınlandı, en ıssız köşeleri (dahi) aydınlık üstüne aydınlığa dönüştü.                                                         

67- O, en alt kademedeki bir adamı Kisra ve Şahpur’dan bin mertebe daha yüce olan bir Hakan.                                                            

68- Subhanallah! Ne yüce Sultan! O manzum veya mensur olarak övülmekten bile münezzehtir.                                                              

69- O övgüler, onları ortaya koyan tasvircilerin kalemleriyle birlikte, serçenin gagasına oranla deniz gibidir.                                                

70- O’nun hükümleri (Kanunları) Sur’a üflenene kadar halk arasında adaletle uygulanmaya devam etsin! 

(DEVAM EDECEK)

BOĞAZİÇİ YAYINLARI:                                                                                                                               

Alemdar Mahallesi Çatalçeşme Sokağı Nu: 44 Kat: 3 Cağaloğlu, İstanbul

Telefon: 0.212-520 70 76 Belgegeçer: 0.212-526 09 77 

e-posta: [email protected] //   www.bogaziciyayinlari.com.tr