EBÜSUÛD EFENDİ VE TEFSİRİ – 1
EBÜSSUÛD EFENDİ’NİN HAYATI - 1
‘Hoca Çelebi’ olarak da anılır. Tam adı: ‘Ebüssuûd Muhammed ibn Muhammed el-İskilîbî, el-İmâdî’dir. Kendisine uygun görülen diğer unvanlar: ‘Müftilenâm, şeyhülislâm, sultânü’l-müfessirîn, hâtimetü’l-müfessirîn, muallim-i sânî, allâme-i kül, Hoca Çelebi, Ebû Hanîfe-i Sânî’ olarak bilinmektedir. ‘Ebüssuûd’ ismiyle anılsa da asıl adı Muhammed’dir.
Tanınmış İslâm âlimi ve Osmanlı yükselme döneminin büyük hukuk ve İslâm âlimidir. H. 17 Safer 896 / M. 30 Aralık 1490 târihinde Çorum’un İskilip ilçesine bağlı İmâdlı, günümüzdeki adı ile ‘Direklibel’ köyünde dünyâya geldi. Bâzı kaynaklarda İstanbul’un Metris köyünde doğduğu belirtilmektedir.
Ebüssuûd Efendi ilk tahsilini babasının yanında yaptı. Ondan Seyyid Şerîf el-Cürcânî’nin kelâma dâir Hâşiyetü’t-Tecrîd ve Şerhu’l-Mevâkıf, belâgata dâir Hâşiye ale’l-Mutavvel adlı eserleriyle çeşitli tefsir kitaplarını okudu. Babası, vefat edinceye kadar O’nun yetişmesi için gayret gösterip, ders vererek eğitip, terbiye etmiş ve icâzet vermiştir. Babasından sonra, meşhur Osmanlı âlimlerinden Müeyyedzâde Abdürrahmân Efendi’den, tefsir ve hadis ilimlerini öğrendi. Âlim Karamanlı Mevlânâ Seyyid Süleyman’dan dersler aldı. Son olarak da bâzı kaynaklarda belirtildiğine göre meşhur Osmanlı âlimi Müftiyyü’s-Sakaleyn İbn-i Kemâl Paşa’dan da dersler almıştır. Hocası Mevlânâ Seyyid Süleyman’ın kızı Zeyneb Hanım’la evlendi. Bu evlilikten Ahmet, Mehmet, Mustafa adlarını verdiği üç oğlu; Hatice, Rahime ve Kerime adlarını verdiği üç kızı oldu.
Ebüssuûd Efendi’nin oğullarından Ahmed Efendi Şehzade Medresesi’nde müderris iken yirmi altı yaşında vefat etmiş, daha sonra babasının gömüldüğü hazireye defnedilmiştir. Diğer oğullarından Mehmed Çelebi, Halep kadılığına kadar yükselmiş, Mustafa Çelebi de Anadolu ve Rumeli kazaskerliği yapmıştır. Kızlarından Kerime Hâtun, Rumeli kazaskeri Kafzade Mustafa Feyzullah Efendi’yle evlendi. Hatice Hâtun, hemşirezadesi ve babasından icazetli ve şeyhülislâmlığa kadar yükselen Abdülkadir Efendi’yle evlendi. Rahime Hâtun, Zenbilli Ali Efendi’nin oğlu Fudayl ile evlendi.
Ebüssuûd Efendi, çocukluk ve gençlik yıllarından itibâren babasından zâhirî ve bâtınî ilimleri tahsil etmiştir. Ebüssuûd Efendi’nin babası Şeyh Muhyiddîn, Fâtih Sultan Mehmed Han’ın oğlu Şehzâde Bayezit’in Amasya sancak beyliği sırasında sevgisini ve dostluğunu kazanmıştı. Bayezit’in padişah olmasından kısa bir süre sonra İstanbul’a dâvet edilmiş ve Fâtih semtinde, Sultanselim civârında kendisi için bir tekke inşa ettirilmiştir. (bu tekke daha sonra Sivâsî Tekkesi diye tanınmıştır)
‘Hünkâr Şeyhi’ olarak bilinen, Ali Kuşçu'nun talebesinden olup O’nun ölümünden sonra tasavvuf makamına geçmiş bulunan Muhyiddîn Yavsı ibn Mustafâ el-İmâdî el-İskilîbî, annesi de Ali Kuşçu'nun yeğeni veya bir rivâyete göre kendi kızı Sultan Hâtun'dur. Bu ikinci ihtimâle göre Ebûssuûd Efendi, Ali Kuşçu'nun torunu olmaktadır.
İmâdî nisbesine bakarak Ebûssuûd'u kürt asıllı gösterenler olmuştur. Bu yüzden bâzıları O’nun, Güneydoğu Anadolu'da bulunan, şimdi Irak toprakları içinde kalan İmâdiye'li olduğunu zennetmiş bâzıları da İmâd'ı, Âmid ile karıştırarak O’nun Diyarbakırlı olduğunu yazmıştır.
Âlî Mustafa Efendi ve Peçuylu İbrâhim’in İmâd’ı İmâdiye ile karıştırarak Ebüssuûd Efendi’yi Kürt asıllı göstermeleri de yanlıştır. Zira Ebüssuûd Efendi’nin ailesinin şimdi Irak topraklarında kalmış bulunan İmâdiye ile hiçbir alâkası yoktur. En büyük hayratı İskilip’tedir.
Ebüssuûd Efendi ilk olarak Yavuz Sultan Selim döneminde 1516’da Çankırı Medresesi’ne, buraya gitmekte tereddüt göstermesi üzerine de İnegöl İshak Paşa Medresesi’ne tâyin edildi. 1520’de buradaki görev süresi sona erince ertesi yıl Dâvud Paşa Medresesi’nde, bir yıl sonra 1522’de Mahmud Paşa Medresesi’nde görevlendirildi. 1525 yılında Vezir Mustafa Paşa’nın Gebze’de inşa ettirdiği medreseye tâyin edildi. Bir yıl sonra Bursa Sultâniye pâyesine lâyık görülen Ebüssuûd Efendi 1528’de Medâris-i Semâniyye’den Müftü Medresesi’ne müderris oldu. Beş yıl bu vazifede kaldıktan sonra önce Bursa, Kasım 1533’te İstanbul kadılığına getirildi. 1537 yılında Rumeli Kazaskerliği’ne yükseltildi ve hemen sefere katıldı. Kara Boğdan, Estergon ve Budin seferlerinde padişahın yanında yer aldı. Budin’in fethinden sonra şehirde ilk cuma namazı O’nun tarafından kıldırıldı. Sekiz yıl Rumeli kazaskeri olarak görev yapan Ebüssuûd Efendi Ekim 1545’te Fenârîzâde Muhyiddin Efendi’nin yerine şeyhülislâm oldu.
Ebüssuûd Efendi kazaskerliği ve şeyhülislâmlığı sırasında özellikle ilmî rütbe, mevki ve kademeleri sistematik bir düzene kavuşturmaya çalıştı. O’nun Rumeli kazaskerliğine kadar sistemli bir mülâzemet usulü yoktu. Bu durum birtakım şikâyetlere yol açınca Kanûnî’nin emriyle meselenin halli için görevlendirildi. Ebüssuûd Efendi önce her pâyede âlimlerin ne kadar mülâzım vereceklerini tesbit etti, daha sonra da yedi yılda bir mülâzemet usulünü kanunlaştırdı. Medreselerden mezun olan dânişmendlerin kazaskerlerin meclisindeki ‘matlab’ veya ‘rûznâme’ denilen deftere kaydolarak sıra beklemeleri şartını getiren bu usul bazan ihlâl edilmişse de uzun yıllar düzenli şekilde uygulanmıştır.
Osmanlı şeyhülislâmları arasında daha çok verdiği fetvalarla tanınan Ebüssuûd Efendi, özellikle Batınîliği benimseyen mutasavvıflara karşı koydu.
Başarılı olduğu için Kanûnî’nin vefatından sonra, oğlu Sultan İkinci Selim Han döneminde de şeyhülislâm olarak vazifesine devam etti. Osmanlı Devleti’nde şeyhülislâmlık makamına getirilmiş 131 kişinin içerisinde, en uzun müddetle hizmet gören kişidir. Aynı zamanda, hazırladığı kanunnamelerle Sultan Süleyman Han’a ‘Kanûnî’ lâkabını kazandıran şeyhülislâmdır.
Hanefî fıkhı, Türk örfi hukuku, hâkanın, devletin yüksek menfaatleri için koyma hakkı ve vazifesi olan hukûkî düzenlemeler ve Osmanlı Cihan Devleti’nin ihtiyaçlarını en iyi şekilde, hatta birkaç asır boyunca karşılayacak kanunlar hazırladı. Hükümdar ile bu hususta, tam bir âhenk içinde çalıştı. Sultan Süleyman Han da bu kanunları onaylayıp yürürlüğe koydu ve aynen uygulanmasına titizlik gösterdi. Bu bakımdan Türk milletinin yetiştirdiği en büyük hukuk dehâlarından biridir. Aynı zamanda Osmanlı şâirlerinin içinde seçkin bir yeri vardır. ‘En mükemmel Arapça şiir yazan Türk’ olduğu belirtilir.
Kendisi gibi âlimler yetiştirdi: Ebüssuûd Efendi, Kanûnî Sultan Süleyman Han ve Sultan İkinci Selim Han dönemlerinde Şeyhülislâmlık yapan Ebüssuûd Efendi, Sultan Üçüncü Murad Han ve Üçüncü Mehmed Han dönemlerinde şeyhülislâmlık, kazaskerlik yapan ve diğer ilmî mevkilerde bulunan birçok âlimin hocası olmuştur. Şeyhülislâm Mâlulzâde Seyyid Mehmed, Abdülkadir Şeyhî, Hoca Sâdeddin, Bostanzâde Mehmed ve Sun‘ullah efendilerle Bostanzâde Mustafa, Cenâbî Mustafa Efendi, Şâir Bâkî, Hâce-i Sultânî Atâullah, Tezkireci Âşık Çelebi ve Kınalızâde Hasan Çelebi, Ebülmeyâmin Mustafa Efendi ve Ali Cemâlî Efendi’nin oğlu Fudayl Çelebi gibi âlimler bunlar arasında sayılabilir.
Verdiği fetvâlarla Kanûnî’nin, günümüzde ‘Ezidîler’ olarak da anılan Yezidîlere karşı hareketlerini ve İkinci Selim Han’ın Kıbrıs seferini destekleyen fetvâlar verdi. Verdiği fetvâların arasında dikkat çekici olarak Karagöz oyunları gösterileri ve o zaman yeni olarak Osmanlı ülkesine girmekte olan kahve içilmesi konuları bulunmaktadır.
Bâzı kaynaklarda kem kalem erbabı, Kıbrıs’ın fethini, Sultan’ın şarap düşkünlüğü ile irtibatlandırır. Güya Kıbrıs’ta yetiştirilen üzümlerden dönemin en kaliteli şarapları elde edilirmiş… Osmanlı’da padişahlık makamı, mutlak otoritenin kaynağıdır. Bunda şüphe yok. Fakat bu otorite, ilgili mercilerde kesin karar alındıktan sonra geçerlidir. Eüssuûd Efendi, yeri geldiğinde, Kanûnî Sultan Süleyman Han’a bile karşı koymuş, bildiği doğrulara aykırı hiçbir harekete izin vermemiştir. Bu durumda, üzüm ve şarap meselesi, iftiranın ötesinde bir mânâ ifâde etmiyor.
Diğer taraftan, Kıbrıs, mevki itibariyle günümüzde de dünyanın en stratejik bölgelerinden biridir. Sultan, Ebüssuûd ve karar mekanizmasındaki diğer zevat, 5 asır öncesinden bu hakîkati tespit etmişler. Bir devlet, ancak ileriyi gören yönetim kadrolarıyla cihan devleti hâline gelebilir.
(DEVAM EDECEK)
İRŞÂDÜ’L AKLİ’S-SELİM - 1
Tefsirin tam adı; ‘İrşâd-ı akl-ı selim ila mezâvay-ı Kitabil Kerim’dir. Türkçe karşılığı; ‘Kur’ân-ı Kerîm’in meziyetlerinin aklıselim’e açıklanması’ olarak ifâde edilebilir.
Boğaziçi Yayınları tarafından 19,5 X 27,5 santim ölçülerinde 11 ciltte 5.359 sayfa hacimle basılan eserin künyesi: *Proje ve Koordinasyon: Ergun Göze. *Tercüme: Ali Akın (Diyânet İşleri Başkanı E. Danışmanı) *Redaksiyon: H. Necati Demirtaş. *Teknik Hazırlık: Mesut Zeybek. *Kapak ve İç Tasarım: Harun Tan. *Yapım: Yazıevi. *Baskı: Enes Matbaası. *İstanbul, 2021.
492 sayfa hacimli 1. Ciltte, yer alan bölüm başlıklarından bâzıları: *Yayınevinin Sunuşu (s: 17-38), *Müellifin Önsözü: (39-44), *Fatihâtü’l-Kitab Sûresi (45-69), *El-Bakara Sûresi (71-478), İndeks: (s: 479-492)
Âyetlerin önce meali, sonra tefsiri veriliyor. Bu disiplin, son sayfaya kadar aynen devam ettirilmektedir.
Büyük İslâm İlmihali’nin yazarı Türk din âlimi ve Cumhuriyet döneminin 5. Diyânet İşleri Başkanı Ömer Nasuhî Bilmen (1882-1971), Ebüssuûd Tefsiri’nin yazılışından 500 sene sonra kaleme aldığı ‘Tabakattü’l Müfessirin / Tefsir Yazarları’ isimli eserinde Ebüssuûd Efendi’nin eseri hakkında şunları yazıyor:
Merhum Ebüssuûd; Keşşâf ile Envâr’üt-Tenzil’i esas tutmuş, bunların bütün güzelliklerini bir araya toplamış, bunları yeni yeni düşüncelerle ve işâretli nüktelerle bir kat daha yükseltmiştir.
Ebüssuûd Efendi bu iki tefsiri kaynak olarak kabul etmiş, bâzen banların ibârelerini aynen bile almış olmakla beraber birçok yerlerde Zemahşerî’nin sözlerininin hasta taraflarını göstermiş ve tenkit etmiş, bunların tefsirlerinde o kadar izah edilememiş olan bir nice mühim meseleleri derinliğine incelemiş ve açıklamıştır.
Bu büyük müfessir, son asırlarda guruba varmış gibi görünen ilim ve irfan güneşinin tekrar inkişafına güzel bir hizmet etmiş, Türk âleminin yüzünü güldürmüş, ma’rifet ve fazilet çehresini yeni şeref hâlesiyle tezyin eylemiştir.
Bu girişten sonra Ömer Nasuhî Hoca, muhterem allâme, büyük bir vukufla bu üç tefsiri kıyaslamış ve değerlendirmiş, her birisinin diğerine üstün olan taraflarını büyük bir tarafsızlıkla belirttikten sonra son hükmünü de açıkça ortaya koymuştur. Tefsirler arasında yaptığı mukayese sonuçlarını madde sırasıyla vermiştir. Buna göre dört noktada Kaazî Beyzavî, Ebüssuûd Tefsirinden üstündür.
-Kaazî Tefsiri, kıdemli, yâni daha eski olduğu için kendinden sonrakilere tabiî bir kaynak olmuştur. Bu dirâyet tefsiri selis ve latiftir.
-Kaazî Tefsirinde Zemahşerî’nin kendi kabuğuna çekilmesi sebebiyle ileri sürülmüş düşüncelerin tashihi yoluna gidilmiştir.
-Kaazî Tefsiri, ulemânın çok bulunduğu bir devirde onların tasvibine mazhar olmuştur.
-Kaazî Tefsiri kıraat cihetiyle de alâkalı olup, hikmet ve tasavvuf yönü de olduğu için tedrise elverişli bulunmuş ve Ebüssuûd merhum da bu tefsirden faydalanmıştır.
İşte bu gibi hususlardan dolayı Kaazî Tefsiri, Ebüssuûd Tefsirinden üstündür.
Bu düşünceleri tam bir tarafsızlıkla serd ettikten sonra Bilmen Hoca şimdi Ebüssuûd Tefsirine dönmekte ve şu noktaları tesbit etmektedir.
-Ebüssuûd Tefsiri Kaazî Tefsirinden tafsilatlı olup muhteviyatı daha çeşitli, düşünceleri daha isâbetli ve faydalıdır. Diğerlerinden daha sonra yazılmış olduğu için Kaazî Tefsiri ve Keşşâfın muhteviyatına, onlara lüzum bırakmayacak derecede sâhiptir. Üstelik ilâveten onlarda bulunmayan bir hayli bahse de mâliktir.
-Ebüssuûd Efendi, dirâyet hususunda büyük bir başarı göstermekle beâraber, rivâyet yolunu da Kaazî’den daha fazla kullanmış, tefsirini birçok hadîs-i şeriflerle donatmaya çalışmış, itikaadî, fıkhî, târihî mesele ve olaylarla daha fazla alâkadar olmuştur.
-Ebüssuûd Efendi de Kaazî gibi, Keşşâfın topluluktan ayrılmasına temas eden noktalarını ıslaha çalışmış, Keşşâfın tevillerine zıt bir tevil tarzı ihtiyar etmiştir. Bu hususta Ebüssuûd merhumun ihtiyar ettiği tevil tarzı Kaazî’ninkinden daha kuvvetli ve daha derin inceleyen durumdadır.
-Ebüssuûd merhumun tefsirinde, söz dizimi disiplini, edebî tahliller daha çoktur. Âyetlerin arasındaki münâsebet ve insicam gösterilmiştir. Bu tefsirin yazılışındaki belâgat, tertibindeki ahenk, üslûbundaki ulviyet, ifâdesindeki nezâhet insanı büyüleyecek derecededir. Ayrıca, ibâreleri açık olduğundan, okunması kolay olup hâşiyelere ihtiyaç göstermez.
-Ebüssuûd Tefsiri, Kaazî Tefsiri hakkında ileri sürülen tenkitlerden sonra yazılmış olduğu için Kaazî’nin uğramış olduğu suçlamalardan uzaktır.
O kadar ki Kaazî’nin müsamaha gösterdiği bazı yerlerde Ebüssuûd karşı düşünceler ortaya koyarak gerçeğin yüzündeki perdeyi kaldırmıştır.
-Kaazî, Şafiî mezhebinde ve Eş’arî itikadındadır. Ebüssuûd ise Hanefi mezhebinde ve Maâürîdî itikadındadır. Bu sebeble fıkha, akaide ait ihtilaflı meselelerde Ebüssuûd mensub olduğu mezhep ve itikadın yolunu takviye etmiş, âyât-ı celileyi o vadide tefsir ederek gerekli mütalâaları ortaya koy-muştur.
Binaenaleyh bu gibi hususlardan dolayı da Ebüssuûd Tefsiri bizce Kaazî Tefsirine üstün gelmektedir.
Hulasa-i kelâm Kaazî Beyzavî’nin tefsiri pek güzel, pek faydalı, fevkalâde mühim olmakla beraber mütalâa erbabını Ebüssuûd Tefsiri’nden müstağni* edemez, fakat Ebüssuûd merhumun tefsiri Kaazî Tefsiri’nden müstağni edebilir.
*müstağni: İhtiyaç hissetmemek.
Muhterem Ömer Nasuhî Bilmen Hoca bu kat’i hükmüyle meseleyi bağladıktan ve hem Kaazî Beyzavî’ye hem Zemahşerî’ye rahmet diledikten sonra bu fikrini açıklayacak iki misal de vermektedir ki bunlardan birincisi:
Cenâb-ı Hakk’ın, 9. sûrenin 43. âyetinde, Resûl-ü Ekrem’e sitemini anlatırken müfessire gerekli olan, nezâket ve nezâheti göstermediğidir. Gerçekten Zemahşerî tefsirinde 9. sûre (Tevbe) 43. âyetteki ‘Afaallahü Anke...’ ibâresini, ‘Hatâ ettin, ne fenâ yaptın’ tarzında yorumlamıştır. Halbuki burada söz konusu Resûl-ü Ekrem’in Tebük Gazvesi’ne iştirak etmemek için mâzeret beyan edenlerin mâzeretlerini kabul etmesinden ibâretti ve tevbih edilecek bir şey olmayıp şer’i tâbiriyle ancak bir ‘terk-i evlâ / uygun olmamakla birlikte, haram ve günah sayılmayan uygulama) idi. Bu bakımdan böyle bir ifâde Zemahşerî gibi beliğ bir allâme için bir noksan olarak görülmüş ve bu yüzden İmam Sübkî gibi âlimler Keşşâfi okutmaktan el çekmişlerdir.
Bu böyle iken Kaazî Beyzavî de Zemahşerî’ye uymuş ve o da edebî bir nakisa irtikap etmiştir. Muhaşşi (haşiyeci) Şihap diyor ki ‘Kaazî için lâzım idi ki, buna benzer yerlerde Zemahşerî’ye uymasın.’
Hasılı Kaazî, bu âyet-i kerîmenin tefsirinde, kendisi gibi mütefekkir edib bir müfessirden beklenilen hâkimane tetkikatı îfa ve nezaheti beyânı muhafaza edememiştir.
Buna mukabil, Ebüssuûd Efendi, bu konuda hem gerekli nezahet ve hem de nezâketi göstermiştir şöyle ki:
‘Aleyhisselatı Vesselam Efendimiz, cihada iştirak etmemek için izin isteyenlerin, mâzeretlerine mebni kendilerine izin vermiş, hakikati hâlin incilâ ve inkişafına teennide bulunmamıştı. Bu ise evlâ ve efdal olanı terkten başka bir şey değildir. İşte ‘Afaallahü anke’ nazm-ı şerifi Resûl-ü Ekrem’den sudur eden bu terk-i evlâ’dan dolayı afv-ı İlâhîye mazhar olduğunu sarahaten göstermektedir.
BOĞAZİÇİ YAYINLARI: Alemdar Mahallesi Çatalçeşme Sokağı Nu: 44 Kat: 3 Cağaloğlu, İstanbul Telefon: 0.212-520 70 76 Belgegeçer: 0.212-526 09 77 e-posta: [email protected] // www.bogaziciyayinlari.com.tr
(DEVAM EDECEK)