Vefatının 21. Yılı Vesilesiyle AHMET KABAKLI’nın  Hayatı, Fikriyatı ve Eserleri – 7

<><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><

AHMET KABAKLI’NIN GAZETE YAZARLIĞI - 1

İSA KOCAKAPLAN

Ahmet Kabaklı’nın yazılarının bibliyografyası olan ‘Ahmet Kabaklı Nerede Ne Yazdı? isimli kitap 2004 yılında yayınlandı. Değerli bilim adamı Erol Ülgen bu kitabı hazırlamak için Hocanın vefatından birkaç ay sonra çalışmaya başladı. Beyazıt Devlet Kütüphanesinin rahmetli müdürü Şerafettin Kocaman’ın hazırladığı ortamda 7 aya yakın süren bir araştırma, bize alfabetik bir bibliyografya armağan etti. Erol Ülgen’in bana imzaladığı kitabın başına ben de Hocanın yazı hayatı hakkında bazı notlar düşmüşüm:

Kabaklı Hoca 1961 yılından itibâren Tercüman gazetesinde sürekli yazmaya başlamış.

24 Şubat- 28 Mart 1986 târihleri arasında yazılarına 26 gün ara vermiş.

3 Ekim 1986 günü ‘Hicret ve Gurbet’ başlıklı yazısını yazarak, yıllarını verdiği Tercüman’dan Yeni Haber gazetesine gitmek üzere ayrılmış.

Yeni Haber’deki yazılarına 21 Ekim 1986 târihînde başlamış. 8 Aralık 1986 târihînde gazete kapanmış. Bu süre 49 gün ediyor. Erol Ülgen Yeni Haber’de Hoca’nın 45 yazısına rastlamış. Demek ki Hoca burada 4 gün yazmamış.

Hoca, 9 Aralık 1986 ile 31 Ocak 1988 târihleri arasında (14 ay) gazetelerde yazı yazmamış. Bu sürede Türk Edebiyatı Dergisi’nde ‘Temellerin Duruşması’ başlıklı yazılarını yayımladı. Bu yazılar 1989 yılında kitaplaştı.

Hoca, 1 Şubat 1988 târihinde tekrar Tercüman’da yazmaya başlamış. Yazıları 2 Mart 1991 târihîne kadar devam etmiş.

3-18 Mart 1991 târihleri arasında yazı yazmamış.

19 Mart 1991’de Türkiye Gazetesi’nde yazmaya başlamış. Türkiye Gazetesi’nde son yazısı 19 Kasım 2000 târihînde çıkmış. 17 Kasım 2000 târihinde Türkiye Hastanesi’ne yattığını hatırlıyorum. Bu târihten 8 Şubat 2001 târihinde vefatına kadar yazısı yayınlanmadı.

Bir ayrılışın hikâyesi

Hayatta her şey istediğimiz gibi gitmez. Biz dâima iyi olsun, güzel olsun faydalı olsun diye çırpınır dururuz, ama o işlerin başka türlü gitmesini isteyenler de vardır. Onlara göre de kendi istedikleri daha faydalıdır.

Aynı çatı altında yıllarca birlikte çalıştığınız, geceyi gündüze kattığınız ‘can dostlar’la bir bakarsınız ayrı yollarda yürür olmuşsunuz. Bu yürüyüş iplerin kopmasına kadar bir süre daha devam eder. Eski samîmiyetler, ivazsız garazsız dostluklar devam ediyormuş gibi görünür. En azından sizi dışarıdan öyle görürler. Siz de bu görünüşün hatırına, bu kekremsi gidişe bir süre daha katlanırsınız.

Lâkin iş bir noktaya gelir ve ahengi sağlayan tellerden sonuncusu da kopar ve işte o zaman üstat Yahya Kemal’in dediği gerçekleşir: ‘Bir tel kopar, âhenk ebediyyen kesilir.’

Kabaklı Hoca’nın 1961 yılından itibâren sürekli olarak yazdığı, büyüyüp gelişmesine ömrünü verdiği, sağda partiler üstü bir konumda kalmasına özen gösterdiği ve bu sayede 750.000 tirajlara ulaşan Tercüman Gazetesi ile de zaman zaman böyle kırılma noktaları olmuştur.

Gâhi vatan gurbetlenir

1961 yılından başlayarak, 1986 yılına kadar 25 yıl boyunca sürekli ‘Gün Işığı’nı damıtan kalem, bir gün gelmiş geri plana itildiğini hissetmiştir. 1960 İhtilali sonrasının baskılı yıllarında, canını dişine takarak doğruları yazmaktan çekinmeyen ve mazlumun hakkını savunmaktan bir an bile geri durmayan kalem, 12 Mart öncesi ve sonrasında şimdilerde idol hâline getirilen 68 kuşağının ve ardıllarının tehditlerinden, ölüm fermanlarından yılmayan kalem, 1980 İhtilalinin ağızlara kilit vuran uygulamalarına aldırmayan kalem, yâni Tercüman gazetesinin ‘başyazarı’ bilinen Ahmet Kabaklı, 1985-1986 yıllarında, gazetedeki eski dostları ile aralarında eski samîmiyet ve ahengin kalmadığını hisseder. Her kararda ‘Hoca’nın görüşünü alan ve ona ayrı bir değer veren kadim dost Kemal Ilıcak, artık olmayacak işler yapmaktadır.

Meselâ, muhafazakâr kesimin alâmet-i fârikası olan Tercüman gazetesinin yanı başında, onun misyonu ile hiç uyuşmayan ‘Bulvar’ isimli bir magazin gazetesi beliriverir. Hoca bunu, okuyucuyu aldatmak olarak değerlendirir. Bir tarafta millî-mânevî değerleri yücelten, hâkimiyet milletindir ilkesini benimseyen ve sağda partiler üstü bir tutum tâkip eden Tercüman gazetesi; diğer yanda bugünkü popüler magazin programlarının habercisi olan bir bulvar gazetesi. Bunların ikisinin de sâhibi Kemal Ilıcak, ikisi de Tercüman tesislerinde basılıyor, ikisi de aynı binada hazırlanıyor.

Elbette durumun farkına varan Anadolu’daki okuyucu, Ahmet Kabaklı’yı mektup ve telefon bombardımanına tutuyor. Millî değerlerimizle bağdaşmayan bu ‘Bulvar’ garabetini Hocaya soruyor. Okuyucu Tercüman çatısı altında olup biten her şeyden Ahmet Kabaklı’yı sorumlu görüyor. Hoca sanki Tercüman’ın bir yazarı değil de sâhibi ve tek sorumlusu gibi algılanıyor. 25 senede oluşan hava bu. İşin garibi Hoca da buna biraz inanıyor. Ne birazı, bayağı öyle zannediyor. Ve kendisine gelen kınama mektuplarındaki şikâyet konularını düzeltmek için Kemal Ilıcak ile sürekli görüşüyor, tartışıyor. Ama işin doğrusu, eskisi kadar etkili olamıyor. Zira gazetede ikinci bir isim giderek güçlenmeye başlamıştır.

Nazlı Ilıcak

Yazmaya başladığı ilk zamanlarda yazılarını Kabaklı Hocaya kontrol ettiren Nazlı Ilıcak, artık rüştünü ispat etmiş ve gazetede etkisini hissettirmektedir. 1980 darbesinden sonra ‘Millî Birlik Konseyi’ olarak anılan heyete karşı en cesur yazıları kaleme alan ve Selimiye’de hapis yatan Nazlı Ilıcak, 1983 seçimlerinden sonra oklarını bu defa Turgut Özal’a yöneltmiştir. Önce ‘Bir Bilen’ olarak andığı Demirel, sonra Mehmet Yazar’ı destekleyen ve Özal’ı ağır şekilde tenkit eden yazılar kaleme almaktadır.

Sanırım 1984-1985 yıllarında Güneş Gazetesi Mehmet Yılmaz tarafından satın alınınca Tercüman’dan yapılan transferler Kemal Ilıcak’a derin bir şok yaşatmıştır. Güneri Civaoğlu, Necmi Tanyolaç gibi isimler başta olmak üzere, Kemal Ilıcak’ın değer verdiği pek çok isim Güneş Gazetesi’ne transfer olmuşlardır. Kabaklı Hoca, içinde gözünü açtığı gazetesinden kopmayı asla düşünmemiştir, ama gidenlerin ardından ağıtlar yakan Kemal Ilıcak, işte bu eski dostunu eskisi gibi dinlememekte, gazetenin havasına uygun olmayan işlerin yapılmasına müsâade etmektedir.

Bulvar Gazetesi Nazlı Hanım’ı tatmin etmek için’ çıkarılmaktadır. Kemal Ilıcak’ın Hoca’ya söylediği budur. Nazlı Ilıcak’ın iktidara muhalefeti Kemal Ilıcak’ın gazete dışındaki şirketlerini de olumsuz etkiler.

Herhalde 1982’de kurulan ve benim de ilk televizyonumu aldığım TER-PA, yâni Tercüman Pazarlama mal teslimatını zamanında yapamamaya, sonra hiç teslimat yapmamaya başlar. Elbette bunun mağdurları da Hocanın kapısını aşındırırlar. Bir başka fiyasko da Tercüman Mahallesi projesinde yaşanır. Cevizlibağ’da gazete binasının hemen yanı başındaki arsada yapılacak bloklardaki dâireler, pahalıca olmalarına rağmen kısa zamanda satılırlar. Fakat inşaat bir türlü başlayamaz. Onun da faturası Tercüman’a çıkar. Dolayısıyla Kabaklı Hocanın kapısındaki müştekiler arttıkça artar.

Bütün bu gelişmeler Hocayı çok huzursuz etmekteydi. Vakıfta da zaman zaman bu sıkıntılardan bahsediyordu. İşte iş ilk defa bir kopma noktasına, 1986 yılının Şubat ayında geldi. Hoca 24 Şubat’tan 28 Mart’a kadar tam 32 gün gazeteye yazı yazmadı. Bu arada gazetedeki sütununda Hocanın hasta olduğu için yazamadığı şeklinde bir anons verildi. Kemal Ilıcak uzun uğraşmalardan sonra Hocayı ikna etti ve Kabaklı 28 Mart 1986 târihînden itibâren köşesinde tekrar yazmaya başladı.

(DEVAM EDECEK)

ESERLERİ

46-TEMELLERİN DURUŞMASI 1: (406 sayfa / 2020 - 37. Baskı)  

Temellerin Duruşması, isimli muhteşem eserinde Ahmet Kabaklı, günümüze kadar yapılmamış açıklık ve cesâretle yakın târihimize ışık tutuyor. Büyük emeklerle, ancak üç yılda meydana getirilmiştir. Yakın târihimize aksettirilmeyen veya yanlış aksettirilen bazı kaba yalanları gidermek, doğruları araştırma fikrini milletimize duyuruyor.

Bu eseri; varlığı ile iftihar ettiği, ilânından bir yıl sonra doğduğu ve ömrünü beraber yaşadığı Cumhuriyetin ve son iki yüz yıllık yakın târihimizin umûmiyetle yanlış okutulduğunu düşündüğü için yazdığını belirtiyor. 

‘İlim çağında ve demokrasi iddiasında olan Türkiye'nin yalan ve menfaat karanlığına daha fazla terk edilmesi, O’na zulümdür’ diyor ve zulme nihâyet vermek cehdiyle harekete geçiyor. Her şeyi kesin ve net ifâdelerle açıklıyor. 

Kabul etmek mecburiyetindeyiz: Türkiye’mizde bâzı konular tabu hâline getirilmiştir. Konuşulmaz veya millî hassasiyeti olan akl-ı selim sâhipleri, çığırtkan azınlıkların bir bardak suda fırtına koparmalarına, candan aziz ülkemizin ve milletimizin huzurunun bozulmasına sebebiyet vermemek için sessiz kalır. ‘Söz gümüşse sükût altındır’ sözünün gereği yerine getirilir. Hadis-i Şerif’te buyuruluyor ki; ‘Dâima doğruları söyleyiniz. Fakat her doğruyu her yerde ve herkese söylemeyiniz.’ Kısır düşünceliler, hadisin birinci bölümü ile ikinci bölümü arasında bir mübâyenet olduğunu iddia ederler. Söylenmesi mahzurlu olan doğruların, -fincancı katırlarını ürkütmeden- söylenmesi bir ilimdir. Ahmet Kabaklı o ilme bihakkın vâkıftır. O sebeple söyleyemeyeceği doğru yoktur. 

Ahmet Kabaklı’ya ait olmayan, fakat müspet veya menfi hiçbir yorum eklemeden aynen eserine aldığı Lozan Konusunda Hüküm: 

‘Ortaya çıkan sözleşme hükümleri, Türkiye’ye siyâsetçe ve iktisatça istiklâl ve hayat kabiliyeti verecek bir şekilde değildir. Türkiye’nin yaşama gücüne, mâlik olması fikri, henüz Avrupalıların zihnine girmemiştir. 

Musul, memleket menfaatleri için zarûrî olan petrolleri ile pek lâzımdır. Ayrıca elden çıkması, başımıza bir Kürdistan belâsı çıkarmak demektir ki, bizi böğrümüzden vurur.’  

Bu bilgiler, okullarımızda okutulan târih ders kitaplarında yoktur. Telif ettikleri eserlerine alanlar ise, ‘Cumhuriyet düşmanı’ ilân edilmişler, sorguya alınmışlar ve yurt dışına kaçmak mecbûriuyetinde bırakılmışlardır. 

Ahmet Kabaklı, Atatürk’ün Beş yıldızlı General Douglas McArthur (1880-1964) ile görüşmesini delil göstererek Lozan’dan ‘Mağlûbiyet’ olarak söz ediyor. Aziz ve necip milletimiz de Lozan’a ancak ‘kaybedilmiş zafer’ diyebiliyordu. Lozan’da en büyük yarayı alan ‘Misak-ı Millî’ idealimiz, Adalar ve Selânik de dâhil Batı Trakya ile birlikte milletimizin gelecek nesillerine bütün İstiklal Savaşı şehit ve gazileri gibi Mustafa Kemal’in de rüyâsı olarak geleceğe devredilmiştir.

Anlaşılıyor ki ders kitabı yazan tarihçilerimizin, Ahmet Kabaklı gibi ediplerimizden alacağı dersler vardır.   

Eserden tadımlık bir bölüm:

Temeller: Türk tarihinde süreklilik...

Fikirde Türk-İslâm kaynaşması... Devlette yönetilenle-yöneten yakınlığı, halkla aydın beraberliği (yâni millî irâdeye dayalı demokrasi)

Mânevî anlamda ise kendine güven, kendi değerlerine bağlılık demektir.

İşte biz 150 yıllık târihimizi ve özellikle Millî Mücâdele yıllarını Temeller bakımından günümüzün yargısı önünde ‘duruşma’ ya çıkarıyoruz.

Milletin öncülüğünde başlayan Millî Mücâdele, yukarda saydığımız her dört ilke bakımından milletimizin kendi özüne dönüşünü temsil etmiştir. Yani:

1-Anadolu ile Payitaht İstanbul beraberliği

2-İslâmî millî varlık ve heyecanın, bütün düşmanları alt edecek boyutlara ulaşması...

3-Millet, ordu, din adamı, eşraf, bürokrat birliği hâlindeki TBMM öncülüğünde, millî irâde tatbikatının zirveye ulaşması... 

4-Türk milletinin, iki asırdan beri kendine güven ve değerlerine bağlılık bakımından en üst seviyeyi kaydetmesi bu dönemde sağlanmıştır.

Ne yazık ki, millî zaferden sonra hem o birlik hem devlet-millet kaynaşması dağılmış ve bozulmuştur. Ulu mayamız ve medenîlik sebebimiz olan İslâmiyet’e karşı saldırgan tavırlar almış yürümüştür.

Yukarıda sayılan mutlu millî prensiplerden, Tanzimat ve hatta Meşrutiyet devirlerinde bile görülmeyen sapmalar olmuştur. Moda materyalizmin üzerine bir de mutlak Avrupalılaşma şartı kondurulmuştur.

Avrupalılaşma: Bütün manevî güçlerimizden, imanımızdan, kültürümüzden, yazımızdan, töre ve âdetlerimizden koparma eylemleri hâlinde devlet zoruyla yürütülmüştür.

Millî hâkimiyet prensiplerini yıllar boyu tâvizsiz uygulayan TBMM’deki geniş hürriyetlerin yerini dahi Meclis’te ve basında kimseye ağız açtırmayan diktacılık almıştır.

Türk milletinin Tanzimat’tan sonra 1919-1924 yıllarında ulaştığı en yüce mutlu terkibin bozdurulup saptırılmasında başlıca sebep, yabancı etkilerdir. Bunun yanı sıra İttihatçılardan kalma yabancı parmağı dolaşmış devrimciliğin telâşı ile bazı basit kafalar, İslâmî - millî varlığımız üzerinde suikasta varan uygulamalar yapmışlardır.

Bu yozlaştırıcı yıkıcı değişmelerin kolayca yapılabilmesinde, kurtuluş sonrası devrin münevver sayısındaki azlık da çok önemli bir gerçektir. Çünkü Mehmed Âkifin ‘Âsım’ın Nesli’ dediği; yurdu imanla, ilimle ve hünerle kurtaracak varlığımızın çiğnenmesine izin vermeyecek on binlerce gencimiz şehit düşmüş veya hizmetten uzaklaştırılmıştı.

Cumhuriyet’in ilânından sonra devletçe millî bünyeye aykırı olarak uygulanan ‘devrim’lere itiraz cesâretini gösteren az sayıda bilgin, hoca ve aydınlar ise, arkalarında bir kuvvet olmadığı için şiddetle bertaraf edildiler. Hürriyet, iman ve kültürün dâvâcısı olan bu ‘yiğitler’ arasında zaferi sağlayan kumandanlar ile bazı mebusların da bulunması iktidar sâhiplerini daha sert ve kıyıcı yapmıştır; millî kültür ve töreler, sanki onların inadına büsbütün horlanmış ve ezilmiştir.

Dinî-millî dâvâ yolundaki (asker, sivil) istiklâl önderlerinin bâzıları sürülmüş, hapsedilmiş ve hattâ asılmışlardır. Bu cezâlar taşkın, hatâlı ve yıkıcı hareketleri önlemek isteyenlerin cesâretlerini kırmıştır.

Nüfuz tâciri, çıkarcı, dalkavuk bazı gazeteler, özellikle Atatürk’ün eski dâvâ arkadaşları hakkında iftira kampanyaları açarak, ancak faşist ve komünist ülkelerde görülen ‘çirkin basın’a örnek olmuşlardır.

Temellerin Duruşması – Birinci cildinin ‘Hatime’si:

İşte Cumhuriyet Dönemi, daha sonra art arda gelen rüşvet, yolsuzluk, hak tanımazlık, adâletsizlik, gerilik ve ilkelliklere böylece açılıyordu.

Eli gücü yetenler, halka arka çıkması mümkün bütün fazilet zümrelerini bertaraf ederek yeni saraylar, konaklar peşinde, firavunların nefse, tene, maddeye dayalı ebediyetini tesise çalışıyorlardı.

Halk ise Allah'ın ebediyetini arıyor, devletin adâletini özlüyordu.

60 yıldır, bu eğri ocaktan çıkan duman, eğri eğri gözleri yaşartmaya devam ediyor. Halk bir yanda, devlet bir yanda birbirlerine diş biliyor.

Ümit, 1920-1927 Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin din-milliyet, demokrasi, adâlet kantarını, yeniden çekip gelecek Türk asırlarını tartacak Muhammed-Oğuz oğullarının ‘Yüksel ki yerin bu yer değildir!’ çığlıklarına bağlı olacaktır.

Ahmet Kabaklı. 23 Eylül 1989 Beşiktaş / İstanbul.

Üstat Ahmet Kabaklı, milletimizi, uydurma târih ve inanılmaz efsânelerden kurtarma çalışmalarına, Temellerin Duruşması isimli eserinin ikinci cildinde devam ediyor.