Vefatının 21. Yılı Vesilesiyle AHMET KABAKLI’nın  Hayatı, Fikriyatı ve Eserleri - 5

<><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><>

AHMET KABAKLI’NIN RUH DÜNYASI-2

İSA KOCAKAPLAN

İdeal Anne:

Yalnız ve yoksul soframızda güler yüzlü anam, bazı geceler bizi yıkayıp giydirdikten sonra: ‘Temiz olun, duâ edin, hiç de üzülmeyin. Hızır Aleyhisselâm belki bu gece gelebilir, evimiz neş’eyle, bet bereketle dolar’ derdi.

Ejderha Taşı’ isimli kitapta yer alan on bir anlatının büyük bölümü efsâne ağırlıklıdır. Bu efsâneler Harput’un ve yakın yörelerin mânevî çehrelerini yansıtırlar. Toprak ve insan bu efsânelerle birbirinden ayrılmaz hâle gelir. Daha önce bu toprakları vatanlaştıran cedlerin türbeleri, menkıbeleri ve efsâneleri, hâlihazırda yaşayanları huşû ile o topraklara bağlar. Öyle ki zor duruma düştüklerinde kabirlerinde uyku ile uyanıklık arasında bulunan bu evliya, hemen duruma müdâhale eder ve evlâtları ile birlikte düşmanı o topraklardan uzak tutarlar. Süt Kalesi’ni başına bir tac gibi takınmış olan Harput şehri de evliya yatağıdır. Bunlardan üç tanesi, uç beyleri gibi şehri üç tarafından korurlar. Anguzu Baba, Uryan Baba ve Fetahmet (Fâtih Ahmet) Baba, bugün de artık mezraya inmiş, ancak arada bir tenezzüh için Harput’a çıkan Elazizlilerin mânevî duraklarıdır. Onlar, terkedilmiş şehrin mânevî çehresini korumaya ve kendilerini ziyâret edenlerin gönüllerine ferahlık vermeye devam etmektedirler.

Belki Alparslan zamanında, belki de farklı zamanlarda Harput’a gelen bu gazi-dervişler, bura halkının gözünde birleşirler, üç kardeş olurlar. Münire Hanım oğluna bu üç kardeşin birlikte şehit düştüklerini, daha sonraki zamanlarda Harput’u almak için gelen gâvurların gözlerine yeşil sarıkları ve mânevî orduları ile karşı durduklarını, işte bu yüzden hiçbir zaman Harput’un kâfir eline düşmediğini anlatır.

Ah bizim saf ve temiz iman sâhibi analarımız. Her şey sizin yüreğiniz kadar sevgi dolu, temiz ve hesapsız olsa idi... O şehitlerin kendilerinden sonrasına tesirleri sizin sâyenizde ulaşıyordu... Ve siz bir gün gelip, gönüllü olarak bu mânevî çehreden vaz geçebileceğimizi nereden bilebilirdiniz.

Efsâneden gerçeğe

Göllübağ yolu üzerinde yanında iki yavrusu ile yatmakta olan ejderhaya benzeyen kaya parçası etrafında teşekkül eden ve Kabaklı’nın kitabına isim olan ‘Ejderha Taşı’ efsânesi de Harput’un mânevî cephesini ve ağzı duâlı insanlarını öne çıkarır. Çok eski zamanlarda yanında iki yavrusu ile Harput’u yutmak üzere yola çıkan ve şehirdeki herkesin yüreğine korku salan bu ejderha ile yavrularının şerrinden, şehri ağzı duâlı insanlar kurtarır. Süt Kalesi’ndeki mescidde Allah’a yalvaran bu insanların duâları hürmetine, canavarlar taş kesilirler. Şimdi Harput’tan Göllübağ’a giden yolun kenarında munis munis yatmaktadırlar. Kabaklı, dinlerken önceleri korktuğu sonra kahramanlarını sevimli bulmaya başladığı bu efsâneden hareket ederek, çocuklarımız için bir vatan sevgisi dersi ile yazısını sona erdirir:

Bu Ejderha Taşı efsânesinin bende uyarttığı dersi, anamın anlattığı şeylerin hikmetini hiçbir zaman unutmamış, yalana ve hafife almamışımdır. O yüzden hâlâ inanırım ki: Güzel yurdumuza fenâlık yapmaya, onu yutmaya veya elimizden almaya gelenler veya kalkışanlar, temiz huylu yüce ruhlu milletimizin duâları ile taş kesilirler, gayretleri ve savaşları ile perişan olurlar.’

Kitapta yer alan ‘Altın Top’ efsânesi, Harput’un Buzluk mağarası etrafında oluşmuştur. 2001 yılında benim de derinliklerine indiğim bu mağara, sıcak yaz günlerinde Harput’un buz ihtiyacını karşılarmış. Yazları o kadar soğuk bir mağaradır. Kışın ise aksine sıcacıktır. Kara, tipiye yakalanan yolcular bu mağaraya sığınırlar. Efsâne, bu mağaraya derinliklerinde masmavi bir göl ve onun üzerinde yüzmekte olan göz alıcı altın bir top armağan eder. Ancak bu altın topun büyüsüne kapılıp onu almak üzere uzananlar, gölün derinliklerinde kaybolurlar ve bir daha onlardan haber alınamaz. Fidan Gelin de bu sırrın kurbanlarından birisidir. Halk muhayyilesi Elazığ’dan üç yüz metre yüksekteki bu bölgeyi, efsânenin sonuçlanması için yeterli bulmaz. Kırk kilometre uzakta bulunan Hazar Gölü (Gölcük) ile bu mağaranın dibindeki gölü birbirine bağlayıverir. Efsâne Gölcük’te sona erer: Yıllar sonra Fidan Gelinin kınalı parmağı, yüzüğü ile orada bulunur.

Kabaklı Hoca ‘Neydi bu altın top? İrade gücü, nefis terbiyesi zayıf olanlara, mâvilikler ortasında kurulmuş sapsarı büyülü bir tuzak mıydı?’ sorusunu sorduktan ve ‘insanları aldatmak, kötü yollara, felâketlere, hatta millete devlete ihânetlere sürüklemek için kullanılan her türlü tuzak Buzluk altı gölünün maviliklerinde yüzen o altın top gibi güzeldir ve çekicidir. Sakın ola o çok güzel, fakat irâdesiz Fidan Gelin gibi, kendimizi ilk güzel etkiye kaptırıp mahvetmeyelim.’ dersini çıkardıktan sonra, efsâneyi daha ileri taşır ve gölün altındaki mâvi ülkeye hükmeden peri padişahının altın başlı oğlu ile Fidan gelini evlendiriverir.

Kabaklı, Dersim’e hayat veren Munzur Suyu etrafında teşekkül eden Munzur Baba efsânesine eserinde geniş bir yer ayırır. Annesi ve dayısı ile Pertek, Tunceli, Ovacık, Hozat, Dere Nâhiyesi gibi yerlere yaptığı yolculuk, O’nun çocukluk dünyasını hayaller ve güzelliklerle doldurmuştur. Kabaklı’nın annesi Münire Hanım Perteklidir. Harput’tan Buzluk mağarası önünden baktığınızda, Murat Suyu kenarında kurulmuş bu şirin ilçeyi rahatlıkla görebilirsiniz. Tabii şimdi Keban baraj gölü kıyısında, arabalı vapurları olan bir sâhil şehridir artık Pertek. Geç vakitte ırmak kıyısına vardıkları için kelek bulayışları ve bir geceyi Murat Suyu kenarında geçirişleri, Kabaklı Hocanın çocuk ruhunda ne dalgalanmalar meydana getirmiş, ona ne hayaller kurdurmuştur. Gökyüzündeki yıldız sağanağı ve yerde geceleyin büyülü bir görünüm alan Murat Irmağı, O’na hayatının en donanmalı gecelerinden birini hediye eder. O gece ve o nefis manzara hayâlinden hiç çıkmaz. Kitabı okuyun, en canlı ve en teferruatlı hikâyenin ‘Murat Kenarı’ olduğunu göreceksiniz. Daha sonra dünyanın çeşitli ülkelerinde nice nehirler ve denizler gören Kabaklı, bu çocukluk rüyâsının üzerine hiçbir zaman toz kondurmaz. Murat kenarında kalabalık bir yolcu grubu ile geçirdiği o geceyi hep ruhunun bir kenarında taşır. Hikâye şu cümlelerle sona erer:

Uzun zaman rüyâlarım Murat kenarı ile dolmuştur. O kalabalık, o serinlik, o türkü ve hayvanlar ile dolmuştur. İçimde bir iklimdir, bir güneştir hâlâ yanıp söner. Murat kıyısının o gecesini dünyanın neresinde olursa olsun, gördüğüm ve görebileceğim hiçbir güzelliğe, hiçbir büyüklüğe değişmem.’

Sonra Tunceli’ye ve Munzur suyunun kaynağı Ovacık’a gidiş. Yedi kaynaktan süt beyazlığında fışkıran ve adını ermiş bir çobandan alan Munzur... Hoca, olgunluk yaşlarında tekrar gittiği Ovacık’ta, birlikte yemek yediği yöre halkından, Munzur Baba efsânesini bir daha dinler. Vatanın bu mânevî çehresi ile vatan olduğunu; ermişleri, velileri kaldırdığınızda vatan dediğimiz mukaddes değerin âniden alelâde bir toprak parçasına dönüşeceğini bilir. Mânevî üstünlüğün çobanı ağadan daha yukarılara çıkaracağını işleyen bu efsâne, Kabaklı’ya bütün bir vatan toprağını ve onun koynunda uyuyan velileri düşündürür. Orta Asya’dan Balkanlara kadar çil kubbeler altında uyuyan bu aziz ölüler, toprağı vatan yaparlar. Onların isimleri etrafında teşekkül eden efsâneler ve menkıbeler hor görülmemeli, onlara ‘saçma şeyler’ gözüyle bakılmamalıdır. Çünkü onlar, halkımızın velilere sunduğu mânevî armağanlardır.

DEVAM EDECEK 

ESERLERİ

32-MİLLETE VURULAN PRANGA / BÜROKRASİ: (207 sayfa / 2017 – 2. Baskı)

Türkiye’nin birinci meselesi bürokrasiyi önlemek, hiç olmazsa hafifletmektir. Bürokrasi, bir yönüyle eski aydınların ‘kırtasiyecilik’, halkın ise yana yakıla: ‘Bugün git yarın gel’ diye alaya aldığı zihniyettir.

Her türlü okumuş kişiye güvensizlikle bakan halkımız ‘Allah hükümet kapısına düşürmesin!’ veya ‘Allah, dert verip hekime, dâvâ verip hâkime baktırmasın!’ derken yine bu köhne bürokrasinin şerrinden Allah’a sığınmaktadır.

 Bürokrasi, yorgun idârelerin sığındığı bir hantallık siperidir. Yaratma gücü olmayan üst makamlar, çevrelerine bir örümcek ağı örerler: İşte bu bürokrasidir. Örümcek ağı örmek, hem iş yapar görünüp göz boyamaktır, hem de ağa düşen nesneleri keyifli keyifli yutmaktır.

Aziz ve necip milletimizin dost meclislerinde söylediği bir söz daha var: ‘Devlette yetki sâhibi olanlar, olması mümkün olan bir işin olmaması için engeller çıkarır. Özel sektör yöneticileri ise olması zor bir işi, engelleri aşarak olur hâle getirmek için canını dişine takarak, gecesini gündüze katarak mücâdele eder.’ Her iki tarafın da beklentisi vardır. ‘bey’ yâni ‘devlet’ yaman olduğu için birinci gruptakiler dâima kârlı çıkar.  

33-MUHAYYELÂT: (Giritli Ahmet Efendi’den sâdeleştiren: A. Kabaklı)  (339 sayfa / 2008 – 2. Baskı)

Giritli Aziz Efendi, 1749-1798 yılları arasında yaşamış, Berlin’de Osmanlı Devleti’ni temsilen Büyükelçi görevinde bulunmuş şâir ve yazardır. 1769 yılında kaleme aldığı ‘Hayaller Âlemi’ mânâsındaki ‘Muhayyelât’ isimli eseri ile Tanzimat ve sonrası edebiyatını etkilemiştir. Eserde hayal ile gerçeğin kol kola yürüdüğü bu harikulâde hikâyelerde biz insanların ruh dünyası yansıtılır. 

Ahmet Kabaklı, Türkçe’ye tercüme ettiği 3 hayal ile birlikte Giritli Aziz Efendi’nin hayatı ve eserleri hakkında bilgiler veriyor. Son sayfalarda günümüzde kullanımdan düşmüş veya düşmek üzere olan kelimelerin açıklamalarını veren ‘Sözlük’ var. Derin bir alâka ve yüksek heyecanla okunacak bir eser.

34-MURAT KENARI: (16 sayfa / 2019 – 1. Baskı) 

Çocuklara olduğu kadar yetişkinlere de hitap eden ‘Ejderha Taşı’ isimli eserden ayrı basım olarak okuyucuya sunulan ‘Murat Kenarı’ başlıklı hikâyede; Ahmet Kabaklı 5-6 yasında iken, annesi ve dayısı ile Tunceli’nin ilçesi Pertek’e ve il merkezine yaptığı seyahati anlatıyor. Yolculuk Fırat Irmağı’nın en büyük kolu olan Murat Nehri boyunca devam etmiştir. Küçük Ahmet, gördüğü güzelliklerden o kadar çok etkilenmiştir ki, 50-60 yıl sonra bile ilk günün hayranlığı ve heyecanı ile anlatmaktadır. Murat Nehri, sabah şafağında başka, kızgın öğle güneşinin altında daha başka, gün batımında ise harikulâde güzeldir. O Murat’ı sevdiği gibi, Murat’ın da kendisini sevdiğine inanmaktadır. Murat’a öylesine hayrandır ki, seyahati yıllar boyunca rüyâlarında devam etmiştir.

Kabaklı Hoca’nın doyumsuz üslûbu ile kaleme aldığı hikâyeyi okuyanlar, tabiattaki ve dolayısıyla Türkiye coğrafyasının güzellikleri hâfızalarına nakşedecekler, hayallerinde yaşatacaklardır.  

35-MÜSLÜMAN TÜRKİYE: (172 Sayfa / 2006 – 4. Baskı)

Ahmet Kabaklı, telif ettiği eser hakkında şu değerlendirmeyi yapıyor:  

‘Bazıları istese de istemese de burası Müslüman Türkiye'dir. Müslüman Türkiye ve bu ülkeyi dolduran Türk- Müslüman halk, dışarda olduğu gibi içerde de çok insana derttir, biliriz ama bize sonsuz saadettir:

Biz, İslâm varlığının Türkleriyiz,

Biz, Türklük ruhunun İslâmlarıyız.

İslâmlık, Türklük bizde ‘doktrin’ değil hayattır, gerçeğin kendisidir. Bizde gelişendir, bizde ululaşan ve iki cihanda yüz akı ile saadet olandır.

Müslüman Türkiye, Anadolu ve Trakya'nın bin yıllık târih gerçeği içinde doğandır. Alparslan'ın mübârek ‘abdest suyu’ ile Doğu'da Erzurum yaylalarına saçılandır. Süleyman Paşa ile sallara binip Avrupa fethine açılan ve onu:

Kerâmet gösterip halka, suya seccade salmışsın                                                                                                                                                            Yakasın Rumeli'nin dest-i takva ile almışsın

diye alkış (duâ) şiirlerine doyurandır. Fâtih Sultan Mehmed ile ‘Tekbir’lenip daha muhasara günlerinde Ayasofya kubbesine konan kuvvet kartalıdır. O şahbâz yiğit ki, Avrupa ile Asya'nın ‘Pâyitahtı’ İstanbul'u aldıktan sonra, askerleri ile bir safta durup Akşemseddin Hoca’nın el açarak duâ etmesini dinlemiştir.                                                                                                                                                                                                                                                

36-NÂZIM HİKMET: (142 sayfa / 2016- 3. Baskı)

‘Nâzım Hikmet’ isimli kitabın yazarı Ahmet Kabaklı, hazırladığı eserin arka kapağında; 

“Bugün memleketimizde hâlâ Nâzım’ı tanımak ve tanıtmakta tereddütler, çekinmeler bulunuyor. Onu okuyup, objektif ölçüler içinde söz konusu etmektense, Nâzıma tapmayı, onu bir kavga ve öç alma âleti olarak kullanmayı hâlâ tercih edenler var. Nâzıma, ‘hâin, satılmış, Moskof uşağı’ diyerek işin içinden sıyrılmak isteyen, nefretini sanat ve edebiyat zanneden kişiler de var.

 Ben, ‘Bu şâir üzerinde çağdaşları hiçbir hüküm vermemiş, yalnızca övmüş veya yermişler’ diye, gelecek kuşaklar bizi ayıplamasın istedim.” 

Diyerek başlayıp; kişiliği, sanatı ve görüşleri başlıkları altında tahlillerden sonra, ‘Genel Değerlendirme’ başlığında ‘Son Birkaç Hüküm’ olarak: ‘Burada Nâzım üzerinde hüküm vermiş olmuyoruz’ Diyor.

İlim adamları şahıslar üzerinde kesin kanaatlerini açıklamazlar. Kanaat oluşturma ameliyesini, derinlemesine yaptıkları tahlilleri dikkatle okuyanlara bırakırlar. Hoca da öyle yapıyor. Çünkü O, edebiyat ilminin zirvesine yerleşmiş bir ‘edip’tir. Kanaat beyan etmez,  okuyucuda kesin bir kanaatin oluşması için ipuçları verir.                               

                                                                                                                 

37-NECİP FÂZIL: (176 sayfa / 2018 – 6. Baskı) 

Muharrirlerin Şeyhi, Şâirlerin Sultanı’nı anlatıyor: Önce hayatını, mizacını ve sanatını, edebiyatımızdaki yerini… Sonra da ‘Sakarya Türküsü’ ile alâkalı değerlendirme. Daha sonra da Ahmet Kabaklı’nın Mütevelli Heyeti Başkanı olduğu Türk Edebiyatı Vakfı’nın, Necip Fâzıl’a ‘Sultanüşşuâra / Şairler Sultanı ‘unvanını vermesi sebebiyle yapılan muhteşem tören ile alakalı bilgiler var. Ahmet Kabaklı’nın açış konuşması, Millî Eğitim Bakanı Orhan Cemal Fersoy’un, Kültür Bakanı Prof. Dr. Emin Bilgiç’in, Prof. Dr. Ayhan Songar’ın, dönemin Aydınlar Ocağı’nın başkanı Prof. Dr. Süleyman Yalçın’ın Prof. Dr. Recep Doksat’ın, ve Üstadın konuşması. Yer alıyor. Necip Fâzıl’ın eserleri hakkındaki makalelerden sona Necip Fâzıl’dan seçmeler ve eserlerinin tam listesi sunuluyor.  

Hakkında yazılanlardan berceste cümleler: 

Necip Fâzıl’ın hiçbir şeyini sevmemiş olsanız bile, Türkçe’yi sevdiğiniz için O’nun şiirini sevmişsinizdir. Mümtaz Sosyal - Milliyet.

Ondaki hayata hükmetme hırsı sonsuzdu. Osman Yüksel Serdengeçti.

Kültür Bakanlığı Büyük Ödülünü kazandığınız için sizi candan kutlarım. Bu ödülü almakla Kültür Bakanlığını onurlandırdınız. Aziz Nesin.

Bir mısraı bir millete şeref vermeye yetecek şâir: Necip Fâzıl. Yaşar Nâbi Nayır. 

Yarına kalacak tek şâir: Necip Fâzıl. Nurullah Ataç. 

38-NECMEDDİN HACIEMİNOĞLU HÂTIRA KİTABI: (759 SAYFA /2017 – 1.  Baskı)

Bu dev eser, Ahmet Kabaklı’nın telifi değildir. O’nun eseri olan Türk Edebiyatı Vakfı’nın, Türkçe’mizin yılmaz ve yorulmaz âbidesine Türk’e yaraşır kadirşinaslık numûnesidir. Dolaylı olarak Kabaklı Hoca’nın eseri sayılır. 

39-SANAT ve EDEBİYATIMIZ:  (126 sayfa / 2015 – 2. Baskı)

Bu eser; Şeyhülmuharririn Ahmet Kabaklı'nın insanımıza bıraktığı çok kıymetli bir hazinedir.

Sanat ve edebiyata gönül veren herkesin, özellikle de gençlerimizin bu kitabı okumaları, onların önlerine yepyeni ufuklar açacaktır.

Bu kitapta, dünya çapında eserler kaleme almanın yolu gösteriliyor. Ayrıca özümüze dönmeden kalıcı eserler verilemeyeceğinin altı çiziliyor. Bununla da yetinilmiyor; özümüze dönmenin ne demek olduğu çok açık ve net bir ifâde ile dile getiriliyor.

Eserde 27 adet makale yer alıyor.