Vefatının 21. Yılı Vesilesiyle AHMET KABAKLI Hayatı, Fikriyatı ve Eserleri - 3

<><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><>

AHMET KABAKLI’NIN KİŞİLİĞİ ve MÜCÂDELE HAYATI-2

Fırtına kuşu

Kabaklı, Âkifvâri bir istiğna içinde idi. Âkif için anlatırlar: Üstad bir gün Sebilürreşad idârehanesinde otururken, içeriye İttihat Terakki’nin bir adamı girer ve Sadrazamın parti hakkında yazılanlardan hoşnut olmadığını söyler. O sırada arkadaşları ile birlikte yemek yemekte olan Âkif’in cevabı ibret vericidir: ‘Git sadrazamına söyle, ben böyle kuru fasulye yemeye râzı olduktan sonra onun yapacakları vız gelir!’

Süleyman Nazif de, Âkif de ömürlerince paraya dost olmadılar ve kalemlerini kılıç gibi kullandılar.

Ahmet Kabaklı da ömrünce paraya dost olmadı. O’nun kaleminin kırıntıları bile olamayacaklar, etkileri asla onunla ölçülemeyecek olanlar, gazetecilikten servet kazandılar. Kabaklı Hoca’nın benim bildiğim kadarıyla Doğan SLX marka, 1996 model bir otomobili vardı ve bu otomobil LPG ile çalışıyordu.

28 Şubat 1997’de başlayan sürecin muhâtaralı günlerinde yazdığı bir yazı gazetede yayınlanmayınca, aynı yazıyı bir televizyon kanalında okutmuş ve ardından o kanala çıkarak söylediklerini bir kere daha savunmuştur. Hatta bu devrede, kendilerini savunamayacak duruma düşenler, kendilerini tehlikeye atmak istemeyenler, Ahmet Kabaklı’nın ardından bunları söylüyor gibi görünmeye çalışmışlardır. En tehlikeli konularda programlarına Ahmet Kabaklı’yı misâfir etmişlerdir. Çünkü onlar da biliyorlardı ki zülfiyâre dokunan konularda ancak hesapsız bir adam rahatça konuşabilir. Bu kişi de 55 yıldır çizgisini değiştirmeyen, kalemini asla kimseye kiralamayan, Harput’un yiğit evlâdı Ahmet Kabaklı olabilirdi. O, bunların farkında idi. Ama din, millet ve vatan için söylenmesi gereken doğruları, baskı dönemlerinde kimsenin söylemeye cesâret edemeyeceğini de biliyordu. Kendisi söylemezse, yazmazsa o doğruların ifâde edilmeyeceğini de biliyordu. Onun için bu doğruları, doğru bildiklerini, kimseden çekinmeden söyledi, yazdı. O, fırtınalı havalarda uçmayı seven bir fırtına kuşu gibi ülkenin üzerinde soğuk rüzgârların estiği bir ortamda dâima mücâdele sâhasında kaldı ve huzur-u kalple sevdiği Allah’ına yürüdü.

8 Şubat 2001 târihînde Hakk’ın rahmetine kavuşan Kabaklı Hocanın 10 Şubat 2001 Cumartesi günü Fâtih Câmii’nde yapılan cenâze töreni, O’nun bu yönünün ne kadar etkili olduğunu çok açık gösteriyordu. Binlerce kişi kendi gönüllerindekini bir ömür boyu savunan, çekinmeden söyleyen, ‘dünyâ-yı dûn için edâniye baş eğmeyen’ bu Alperen’i uğurlamaya gelmişti. Binlerce kişi, Kabaklı Hoca’dan helâllik diledi. Hücre hücre milletiyle kaynaşmış bir yazarın Hakk’ın huzuruna onların duâları ile uğurlanışı, milletin Kabaklı Hocalarını bağrına basışı Türk milletinin derinden derine yaşadığını göstermesi bakımından mühimdi.

O, pek ortada görünmeyi sevmeyen sessiz çoğunluk, böyle durumlarda bütün heybetiyle kendini gösteriyor ve evlâdını bağrına basıyordu. Halka hizmetin Hakk’a hizmet olduğu gerçeği bir kere daha ortaya çıkıyordu. Bir milletin en üst seviyedeki aydınları ile bir Anadolu kasabasındaki esnafın müşterek okuduğu kaç yazar vardır? Sabahleyin fakülteye gelen bir profesörün,  ‘Bakalım Kabaklı Hoca bugün ne yazmış?’ deyişi ile Anadolu kasabasındaki dükkânında güne başlayan esnafın ‘Evlât, oku bakalım Kabaklı ne yazmış?’ sözleri arasındaki görünmez bağ, milleti millet yapan en kuvvetli bağdır. Bu bağ, vatan ve millet sevgisidir. O sevgiyi garazsız ivazsız yaşatan kaleme duyulan bağlılık ve hayranlıktır.

Kabaklı Hoca’nın mücâdele hayatı da biraz Yavuz Sultan Selim’inkine benzer.

Tevhîd maksadıyla geçirmişti ömrünü 

Ref’etti ermagaanını Dergâh-ı Vabdet’e

Bu, mısraları Ahmet Kabaklı için de rahatlıkla söyleyebiliriz. Ömrünü tevhid maksadıyla geçirdi ve armağanını Birlik Dergâhı’na sundu...

İSA KOCAKAPLAN 

HAKKINDA YAZILANLAR-1

AHMET KABAKLI AĞABEYİME VEDÂ

YAVUZ BÜLENT BÂKİLER

Harfleri mi unuttum; yoksa kalemimin üzerinde anlatılmaz bir ağırlık mı var? Bilemiyorum!

Hani bazen rüyalarımızda yaşadığımız hâl gibi! Hani kaçmak istediğimiz halde kaçamamak, konuşmak istediğimiz hâlde konuşamamak, vurmak istediğimiz halde vuramamak gibi ağır, acı sancılı, sıkıntılı bir hâl:

Yazmak istediğim halde yazamıyorum.

Hâlsizim, elsizim, dilsizim, çâresizim. Çünkü ağabeyim beni yetim bıraktı.

Ayrı şehirlerde, ayrı ana-babalardan doğmuştuk. Ama O benim öz ağabeyim gibiydi. Önce O’na uzun mektuplar yazmıştım. Mektuplarımı Türk Edebiyatı Vakfı’nda arkadaşlarına okumuş, zaman zaman onlar üzerine sohbet kapıları aralamıştı ve bana yazdığı cevaplardan birinde demişti ki: ‘Beni en iyi anlayanlardan biri de sensn Yavuz Bülent!’

Aslında hep elimden tutan, hep bana yer gösteren, yol gösteren ve beni, benim neslimi en iyi anlayanlardan biri de oydu... Şimdi sâhipsiz, şimdi isimsiz kalmış gibiyim.

O. Henri’nin meşhur ‘Son Yaprak’ hikâyesini bilenler, beni daha iyi anlayacaklardır. O, bizim soy-sop, ilim-irfan ağacımızın güzel yapraklarından biriydi. Diğer yaprakları, ecel rüzgârı birer-ikişer düşürüp savulmuştu. Bir dal üzerinde tek başına kalıvermişti. Gözüm O’nun dalına, O’nun yaprağına takılmıştı. Kalb ameliyatında duâ ediyordum. Ah ne yazık; duâlarım kabul olmadı ve benim ‘son yapraklarımdan’ biri daha koptu.

Biliyorum ki ‘ölüm, yok olup gitmek, bitmek değil’dir.’   

Biliyorum ki ölüm, yeni bir dünyâya doğmaktır.

Biliyorum ki ölüm ilâhî bir dâvete uymaktır.

Biliyorum ki ölümden dönüş yoktur.

Hiç kimse bana teselli sözleri söylemesin. Ben ağabeyimi kaybettim. Lügatlarımızda ana-baba-ağabey vefatını unutturacak birkaç kelimemiz keşke olsaydı.

Biliyorum ki; ‘O’nun hiçbir dostu yoktu; vatanımızın ve miletimizin dostları hariç.’

Biliyorum ki; ‘O’nun hiçbir düşmanı da yoktu. Vatanımıza ve milletimize düşman olanlar hariç.’

Biliyorum ki bugün, Fâtih Camiinde, O’nun cenaze namazını kıldıran hoca cemaate soracaktır:

O’nu nasıl bilirdiniz?’ diyecektir.

Onu yakından uzaktan tanıyanlar riyâsız cevap vereceklerdir:

İyi biliriz!’ diyecektir.

Hakkınızı helâl ediniz! Hakkınızı helâl ediniz! Hakkınızı helâl ediniz!’ Diyecektir.

Benim cevabımı herkesin duymasını çok isterdim:

-O, kimsenin hakkını yemedi! Ama yüzbinlerce kişi üzerinde O’nun unutulmaz hakları var! O bize hakkını helâl etsin! O bize hakkını helâl etsin!

Bugün onu ebedî âleme uğurlayacağız. Teselli bulduğum tek nokta şu:

Benim Ahmet Kabaklı ağabeyimin sevap defteri ebediyyen kapanmayacak! Sevgili Peygamberimiz bize müjdelemedi mi; ‘Hayırlı evlât yitiştiren Müslümanların, yol, köprü, çeşme, câmi, okul yaptırarak insanlara faydalı olan hayırseverlerin ve ilmî-ebedî eserlerle bize doğruyu, güzeli, faydalıyı gösteren kimselerin sevap defterleri ebediyyen kapanmayacaktır!’ demedi mi?

Ahmet Kabaklı Ağabeyim, yine Elazığ'ın çok değerli evlâtları olan Fethi Gemuhluoğlu, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğiu, Fikret Memişoğlu... gibi tam bir Türkmen beyi olarak yaşadı: Doğru dil, doğru din, doğru târih şuuruyla yaşadı ve yazdı.

Her nefis elbette ölümü tadacaktır!’ Ölüm elbette mukadderdir. Ama hiç olmazsa bu büyük kayıplarımızın ardandın oturup düşünebilsek ve ‘o güzel atlara binip gidenler ne söylemişlerdi, ne yapmışlardı, ne yapmak istemişlerdi?’ diye kıssalardan hisseler çıkarmaya çalışsak.

Rahmet olsun Ahmet Kabaklı ağabeyimize. Bin rahmet olsun.

(Türk Edebiyatı Dergisi: Mart-Nisan 2001. S: 329-339, s: 94)

ESERLERİ - 3

19-GÜMÜŞ: (16 sayfa / 2019 – 1. Baskı)

Gümüş, güyâ çocuklar için yazılmış minik fakat deryalar genişliğinde, okyanuslar derinliğinde mesajlar ihtiva eden ‘Ejderha Taşı’ isimli berceste satırlarla dolu eserin 5. hikâyesidir. Çok şirin ve renkli bir kapak içerisinde ayrı basım olarak okuyucuya sunulmuştur. Önce anneler-babalar okumalı, sonra da gözlerindeki yaşı kurulayıp çocuklarına okumalı. Gümüş isimli sevimli köpeğin; fakir aç ve harap Kabaklı âilesine yaptığı ‘inanılması mümkün değil’ gibi görünen olayın kahramanı olarak yaptığı hizmetle, 3-5 yaşlarındaki Ahmet’in, gönüller sultanı Ahmet Kabaklı olmasında çok büyük rolü vardır. 

Sevgi; insanın, insanlığın en birinci, en büyük ve en önemli ihtiyacıdır. Sevgisiz hiçbir şey olmaz. Gümüş, insanı seviyor ve insana sevmeyi öğretiyor.

20-GÜNEYDOĞU YAKINDAN: (56 sayfa / 1980 – 1. Baskı) 

Merhum Üstat Ahmet Kabaklı, ‘Güneydoğu Yakından’ isimli kitabında, bugün de çok tartışılan meselelere ışık tutuyor. Türk Milletinin bütünlüğünü bozmaya ve parçalamaya çalışan emperyalist güçler bir nebze de olsa yaptıkları algı yönetiminde başarılı olmuştur.  Özellikle son on yılda Kürtleri ayrı bir millet gibi gösterme çabaları yoğunlaşmıştır. Kardeşi kardeşe vurdurmayı dolayısıyla büyük Türk Milletini bölmeyi hedef alan bu güçler asla başarılı olamayacaktır. Merhum Yazar Ahmet Kabaklı'nın  İşte o makalede anlattığı gerçekler:

‘Târihten öğreniyoruz ki, bugünkü Doğu topraklarımızda, vaktiyle Hurriler, Hittiler, Urartular, Sakalar, Persler, Medler, Makedonyalılar, Müslüman Araplar, Doğu Romalılar vs. uzun ve kısa süreli hâkimiyetler kurmuşlardır. Hemen belirtelim ki, bu târih dönemi içinde, bu bölgemizde ne Kürdistan diye bir coğrafya ismi, ne de bir ‘Kürt devleti mevcuttur.’

“Macar ilim adamlarına göre, ‘Kürt’ bir Türk boyunun adıdır. 1300 yıl önce Orta Asya'da yaşayan ve oradan ayrılarak tâ Macaristan'a ulaşan Tûranî bir gruptur. Nitekim Elegeş'te bulunan ‘Kürt hakanı Alp Urungu’nun anıt mezarı bunun en açık delilidir. ‘Kürt’ olarak nitelenen bu Türk boyunun ne Gutti'ler ile, ne de Karluk'lar ile ilgisi vardır.”

"Doğu bölgemizde bilhassa ‘Pars emperyalizmi’ çok etkili olmuş ve menfi âmiller bu istilâcılığın işini kolaylaştırmıştır. Farsça'nın etkisiyle ‘kırma bir ağız’ doğmuş, Doğu'da Türkmen halkları hem dilleri, hem ruhları ile devlete yabancılaştırılarak ‘Şah ve İran hayranlığı’ almış yürümüştür. Bâzıları Doğu ve Güneydoğu Anadolu'muzda yaşayan herkesi, sanki târih boyunca hep ‘Kürtçe’ konuşan kimseler gibi göstermeye çalışıyorlar. Onlara bakılırsa bütün Şark, 5000 yıldan beri ‘Kürdistan’dır. Oysa târih boyunca ‘Kürtçe’ konuşulduğuna ve konuşan kavme dâir en küçük bir belge yoktur. Ne tablet, ne bir mezar taşı, ne de başka bir kayıt…”

“Kaldı ki içinde ‘Kürt’ kelimesi geçen tek belge, Yenisey'de bulunan anıt mezardır. Bu mezarın kitâbesi Türkçe olup Gök Türk alfabesi de Tûranî olup Türk soyundan gelmektedir. Artık herkes anlamalıdır ki bugün Doğu ve Güneydoğu'da yaşayan ve büyük çoğunluğu Türkçe'den başka dil bilmeyen milyonlarca insanımızı sırf  ‘Şarklı’dır’ diye bir kalemde ‘Âri ırk’ içinde göstermek mümkün değildir. 11. asırdan itibâren gelip buralara yerleşen Artukoğulları'nın, Dulkadiroğulları'nın, Akkoyunlular'ın, Karakoyunlular'ın, Karakeçililer'in, Danişmendoğulları'nın daha nice Türkmen ve Oğuz boylarının ve beylerinin torunları nasıl başka bir millet gibi gösterilebilir?”

Halistin Kukul: Kapsam Haber, Samsun 17.07.2018

21-HIRSIZ KORKUSU: (24 sayfa  / 2019 – 1. Baskı) 

Ahmet Kabaklı Hoca’nın, ‘Ejderha Taşı’ isimli kitabından çocuklar için ayrı basım yapılan bu eserinde kelimelerle çok mükemmel bir hırsız portresi çiziyor. Bu kitabı okuyan çocuklar ve hatta (daha önce hırsızlık yapmamış) yetişkinler asla hırsızlık yapmayı düşünmezler. 

22-İRFAN ve İNSAN: (167 sayfa / 2013 – 1. Baskı)

Bu eserde, şöhretini ve kalemini lüks bir hayat yaşamak için değil de, milletinin huzurlu ve gelişmiş bir istikbali için kullanan ve bu uğurda varını yoğunu ortaya döken bir ideal adamının; Ahmet Kabaklı’nın şimdiki ve gelecek kuşaklarca örnek alınacak gayret ve çırpınışları yankılanıyor. 

Eserde, sanatımız ve kültürümüz, fikriyatımız ve toplum hayatımızla alakalı düşünceleri zevkle okunuyor ve zihinlere yerleştiriliyor. 

Kitapta yer alan makalelerden bâzılarının başlıkları: ‘İrfanımıza Kastettiler’, ‘Kültür Tahribatına Uğradık’,  ‘Edebiyatsızlık Barbarlıktır’, ‘Kalem Nâmusu’, ‘Türk Dünyâsında Sanat ve Mimârî’, ‘Batılı Bizi Sevmez.’

23-İNSAN ve DÜNYÂSI: (167 sayfa / 2018 – 1. Baskı) 

Uluların şikâyeti nefistendir. Hamların yakınması ise malsız mülksüz olmaktan, yeteri kadar ‘dünyâlığı’ olmamaktan, ‘Yarın ne olacağım, ne yiyip içeceğim’ korkusundan...

Halbuki her şeyin sâhibi Cenâbı Hakk olduğuna göre, ‘hayır ve şer O’ndan’ ise ve ‘Allah neylerse güzel eyler’ özdeyişine inanmışsak ne diye gam çekelim? ‘Allah varken gam yoktur’ diyenler, boşuna mı konuşuyorlar?

Kitapta yer alan 51 adet makalede Kabaklı Hoca’mız, gönüllere ferahlık veren garantili müjdeler sunuyor. Okuduktan sonrasında da geçerli olacak ferahlığın anahtarı, Allah’a inanmak ve güvenmek… O ne güzel dosttur! 

24-İSLÂM’LA KAYNAŞMIŞ TÜRK EDEBİYATI: (198 sayfa / 2006  – 1. Baskı)

Hoca Ahmed Yesevî'den, Battal Gazi, Ali Şir Nevâî, Bâbür Şah,  Sarı Saltuk Baba, Ebülgazi Bahadır Han'dan Hacı Bektaşlara kadar uzanan târihimiz, bizim bu topraklarda kök salış târihimizdir.

On birinci yüzyıldan on dokuzuncu yüzyıl ortalarına kadar çok zengin ve bol eserleri görülen bu devir, Türk târih ve edebiyatının çok önemli bir çağıdır.

Türkler bu çağın ilk asırlarında durmadan Batı'ya akmış, Anadolu'da bir vatan sağlamış ve daha sonra üç kıta üstünde gelişen bir cihan devleti kurmuşlardır. İslâmî edebiyat Doğu Türkleri arasında gelişmiş, târihî akış içerisinde; Anadolu’ya, Mısır’a,  Cezâyir’e, Kuzey Afrika’nın hemen tamamına ve Tuna boylarına kadar yayılmıştır.  

Ahmet Kabaklı 27 makaleden oluşan eserinde; Türklerin İslâm’ı kabulünden başlayıp İslâmî Türk edebiyatının coğrafyasını ortak vasıflarını inceliyor.

25-İSTANBUL GÜLDESTESİ: (358 sayfa / 2003 – 1. Baskı) 

Kuşe kâğıda basılı, İstanbul manzaralarını yansıtan renkli fotoğraflar, yağlıboya tablolar, ebru çalışmalarıyla zenginleştirilmiş eserde Ahmet Kabaklı Hocamızın imbikten geçmiş zevki ve titizliğiyle seçilen İstanbul şiirleri yer alıyor. Zaman itibâriyle de geniş bir yelpazeye yayılan seçme eserler, görmeyenlerde İstanbul hasretini çoğaltıyor, İstanbul’da yaşayanların şehir kültürlerini geliştiriyor, İstanbullu olmanın hazzını ve gururunu yaşatıyor. 

Tursun Bey’in ‘iki karaya, iki denize bakan yer’ olarak târif ettiği İstanbul, dünyâ şehirleri arasında, üzerine en çok eser yazılmış olan şehirlerin başında gelmektedir. Kabaklı Hoca, hassas dikkati ve titiz araştırmacılığı ile İstanbul üzerine yazılmış şiirleri bir araya toplayan bir eser bulunmadığını tespit etmiş ve bu Güldeste’yi hazırlamıştır. 

1990’lı yıllarda hazırlanan eser, İstanbul’un fethinin 550’yılına armağan olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna döneminde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A. Ş.’nin desteğiyle 4000 adet basılmıştır. 

İstanbul ile alakalı târihî bilgilerin Ahmet Kabaklı tarafından kaleme alındığı eserde; Orhan Seyfi Orhon, Ârif Nihat Asya, Nihat Sâmi Banarlı, Yavuz Bülent Bâkiler, Faruk Nâfiz Çamlıbel, Ahmet Kabaklı, Bâkî, Nef’i, Sultan Üçüncü Selim, Nedim, Enderunlu Vâsıf, Karacaoğlan’ın şiirleri, değişik yazarların hazırladığı güftelerden bestelenen şarkılar eserin zenginliğini oluşturuyor.