VAY BAŞIMA GELENLER

Yavuz Bülent Bâkiler; şâir, edip ve hatip olarak kültürümüze; üst seviyede bürokrat ve serbest avukat olarak devletine ve milletine hizmet etmiş bu sebeple istifâde edilecek tecrübeler edinmiş seçkin bir şahsiyettir. Dostları O’nu hâtıralarını yazması için baskı denilebilecek ölçüde teşvik etmişlerdir. ‘Vay Başıma Gelenler’ isimli eseri, bu teşviklerin neticesinde hazırlanmıştır. 

Hâtıra yazmak netâmeli bir iştir. Çünkü objektif değil sübjektif görüşlerin ürünüdür. Zan ve gıybet sınırlarının ötesine geçilebilir. Adı geçen kişi âhirete intikal etmiş ise, yanlış değerlendirmelerin düzeltilmesi mümkün değildir. Kul hakkı söz konusudur. Yazılanların doğru olması dahî, gıybet tehlikesini bertaraf etmez. 

Üstat Bâkilerin eserinde iki bölüm var ki orada damıtılmış sular gibi temiz kalpli iki insanın dürüstlük, âhirette sorulacak hesabın sorumluluğu ve minnet borcunu ödeme iştiyakı, bilinmesi ve örnek alınması gereken asil hareketlerdir. Yaşanmış olayları nakleden iki hikâyede, dinimizin yasakladığı zannın ve gıybetin zerresi yoktur. 

Birinci hikâyenin kahramanı, köy kadınlarının dedikodusu üzerine hanımını öldürdüğü için 20 yıl hapse mahkûm olan Hâmid Dayı’dır. Hapishâne müdürünün itimadını kazanmış ve hapishânenin çarşı-pazar ihtiyacını temin için her gün dışarı çıkabilmektedir. Günün birinde iki arkadaşı bunu kandırır, tünel kazıp kaçmaya teşebbüs ederler. Kazılan tünelin toprağını Hâmid, çarşı-pazar için dışarı çıktığında götürecektir. Plânı tatbik ederlerse de tünelin çıkış noktası, nöbetçi kulübesinin önüne tesâdüf edince, yakalanırlar. Sorgu sual için gelen savcıya müdür rica eder: 

-Savcı Bey, ben bu adamı, her gün çarşıya-pazara gönderiyordum. Kaçmak isteseydi o zaman kaçardı. Belli ki  bunun aklını çelmişler. Mâsumdur. O’nun hakkında işlem yapmayalım.

Savcı sordu: ‘Müdür Bey’in söyledikleri doğru mu?

-He. Doğru.

-Peki, niçin vazifeli çıktığında kaçmadın da tünel kazıp kaçmaya teşebbüs ettin? 

-Vazifeli çıktığımda kaçsaydım, beni müdür bey gönderdiği için suçlu olacaktı, hapse koyacaklardı. Müdür Bey’in çoluğu çocuğu var. Benim yüzümden onlar perişan olacaklardı. Vicdanım onların perişan olmalarına râzı gelmedi. Öbür taraftan da arkadaşlarıma ‘hayır’ demeye de dilim varmadı. 

***

Hikâye özetlenirken, elbette tadından-râyihasından kayıplar olmuştur. Üstâdın harikulâde üslûbu çok başkadır. 

İkinci hikâyenin kahramanı Duran Efendi; 6 yaşında iken görme kabiliyetini kaybetmiştir. Üstat Bâkilerin gözyaşlarına ısrarlı dâvetiyeler gönderen iç parçalayıcı hikâyesini anlatır ve kendisine bir iş bulunmasını ister. Yufka yürekli şâirimiz isteği yerine getirir. Duran Efendi, yerleştirildiği işten emekli olur. Yavuz Ağabeyi’nin Ankara’da ve işsiz olduğunu duyunca Sivas’tan Ankara’ya gelir ‘Bir işe girince ödersin’ diyerek 10.000 lira borç vermek ister. Yavuz Bey’in ihtiyacı yoktur. Teklifi reddedince Duran Efendi ağlamaklı olur. Israrlar üzerine sırf O’nu memnun etmek için parayı almak mecbûriyetinde kalır. Bir müddet sonra Sivas’ta dostuna l0.000 lira gönderir. Her ay yanına gelecek olan Duran Efendi’ye Ankara'dan gelmiş gibi 1000 lira ödemesini ve işin içyüzünü kesinlikle gizli tutmasını ister. Âmâ Duran, her 1000 lirayı alışta Ankara’ya telefon açıp ‘Ağabey, gönderdiğin parayı aldım. Sakın daralma, elin bolardığında gönderinceyedek beklesen de olur.’ Der.  

Hikâye, dokunaklı birkaç cümleden sonra derin bir hasreti ifâde eden cümle ile sona erer: ‘Bizim millet olarak Duran Efendi asâletindeki kişilere ne kadar çok ihtiyacımız var Allah’ım!’

***

Kitaptaki 37 adet harikulâde metinden bâzılarının başlıkları: ‘Benim Annem’, ‘Askerlik: Kara Sevdam’, ‘Mâvi Gözlü Kürt’, ‘Müthiş İki Rüyâ’, ‘Sivas’ın En Büyük Ayıbı’, ‘Devlet Radyosunda Misilsiz Bir Sovyet Rusya Hayranlığı’, ‘TRT’deki Rusya Yeniçerileri’, ‘Bir TV Programı Yüzünden Başıma Gelenler’. ‘İlk Rüşvet Teklifi: Bir Milyon Lira’, ‘Muhteşem Bir Kültür Bakanımız: Mükerrem Taşçıoğlu’, ‘Moskova’da ve Ankara’da Millî İstihbarat Tarafından Fişlenmem’

Kitabın adı; ‘Memleketimden İnsan Manzaları…’ da olabilirdi. Yakışırdı… 

‘Yeraltı ve yerüstü zenginliklerine, sessiz çoğunluk grubundaki temiz, nâmuslu, çalışkan ve hepsinden önemlisi imanlı-inançlı vatansever insanlarımıza rağmen Türkiye neden ve niçin olması gereken konumda değil?’ Sorusuna cevap arayanlar, eserdeki satır arkalarında aradıklarını kolayca bulacaklar. 

13,5 X 21 santim ölçülerindeki 328 sayfalık eser, Ekim 2021’de yayınlandı. 

YAKIN PLAN YAYINLARI: Cumhuriyet Mahallesi, Halaskârgazi Caddesi, Nu: 97-7 Osmanbey, Şişli – İstanbul.

Telefon: 0.212-458 20 22 / Belgegeçer: 0.212-458 20 77 e-posta: [email protected]  /  www.yakinplan.com.tr  

YAVUZ BÜLENT BAKİLER

23 Nisan 1936 târihinde Sivas’ta doğdu, ilk ve orta öğrenimini Sivas, Gaziantep ve Malatya’da tamamladı. 1960’ta Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Dört yıl Ankara Radyosu’nda çalıştı. 1969-1975 yılları arasında Sivas’ta avukatlık mesleğini icra etti. Bir süre Başbakanlık Toprak-Tarım Reformu Müsteşarlığı’nda Hukuk Müşâvirliği görevinde bulundu.

1976-1979 yılları arasında Ankara televizyonunda görev aldı. TRT Kurumu’ndan Kültür Bakanlığı’na Müsteşar Yardımcısı olarak tâyin edildi.

Televizyon kanallarında birçok kültür ve gezi programı hazırlayıp sundu. Çeşitli gazete ve dergilerde fıkralar-makaleler yazdı. Kitapları ve televizyon programları dolayısıyla kendisine 28 adet başarı armağanı verildi.

Şiir Kitapları: Yalnızlık, Duvak, Seninle, Harman.

Antolojileri: Şiirimizde Ana, Sivas’a Şiir 

Nesir Kitapları: Üsküp’ten Kosova’ya, Türkistan Türkistan, Âşık Veysel, Elçibey, Mehmet Âkif ’te Çağdaş Türkiye İdeali, Sözün Doğrusu 1-2, Sevgi Mektupları, Gidenlerin Ardından, Ârif Nihat Asya İhtişamı, Tabuları Yıkmak, Gönlümdekiler ve Ötekiler, Azerbaycan Yüreğimde Bir Şahdamardır, Unutamadıklarım, Kılıçlar ve Kalemler, Elçibey, Sorgular- Savunmalar, Muhsin Başkan, Dilimiizdeki Dikenler (Oğuz Çetinoğlu ile birlikte), Ârif Nihat Asya.

Ayrıca Azerbaycan edebiyatından Hasan Hasanov’un Brüksel Mektupları ile Bahtiyar Vahabzade’nin Feryat, İkinci Ses, Nereye Gidiyor Bu Dünya, Özümüzü Kesen Kılıç (Göktürkler) adlı eserlerini Azerbaycan Türkçesinden Türkiye Türkçesine çevirdi.

KUŞBAKIŞI

GENÇLİK TÜRKÜSÜ

1950 sonrası Türk edebiyatının önde gelen yazarlarından biri olan Târık Buğra, romanlarıyla tanınmış olmakla birlikte geniş bir yelpâzede kalem ürünü eserler vermiştir. Hikâye, fıkra, makale, deneme, tenkit, tiyatro ve senaryo sâhalarında da önemli kitapları vardır. Dergiler yayınladı gazete ve yöneticiliği yaptı. ‘Arayan Bulur’ ve ‘Akümülatörlü Radyo’ isimli radyofonik oyunlar ilk kalem denemeleridir. ‘Oğlumuz’, ‘Buhran’, ‘Küçük Ağa’, ‘Yağmur Beklerken’, ‘Osmancık’, ‘Firavun İmanı’, ‘Dönemeçte’, ‘Gençliğim Eyvah’, ‘Ayakta Durmak İstiyorum’, ‘İbiş’in Rüyâsı’, ‘Gagaringrad’, ‘Bu Çağın Adı’ en çok bilinen ve okunan eserleridir.

Gençlik Türküsü isimli eseri Târık Buğra’nın gazetelerde yayınlanan makalelerinden oluşuyor. Kitabın önsözü, Prof. Dr. Mümtaz Turhan tarafından yazılmıştır. Eserdeki makaleler yıllar öncesinde kaleme alınmış olmasına rağmen, bugün yazılmış gibidir. Olayları çıkaranlar değişmişse de olaylar, çürümüş sakız gibidir.  

İhtisas Mahkemeleri kurulmalıdır’ başlıklı makaleden tadımlık bir bölüm:

Komünist dinsizdir, ama her dinsiz komünist değildir. Komünist her türlü taassubu, yobazlığı körükler, ama her mutaassıp komünist değildir. Komünist sermaye ve hususî mülkiyet düşmanıdır, ama sermayenin, hususî mülkiyetin aleyhinde olan herkes komünist değildir. Komünist işçi haklarından, sosyal adâletten dem vurur, ama işçi haklarını savunan, sosyal adâlet için çalışan herkes komünist değildir. Komünist dâima meşru idârenin karşısındadır, ama her muhalif komünist değildir. Komünist muhalefet müessesesini de sarsmak, itibardan düşürmek için fırsatlar icat eder, ama muhalefetin tutumunu da tenkit eden herkes komünist değildir. Komünistin ana konularından biri de sefâlet ve rezâlet komisyonculuğudur, ama yokluklar, dertler, çirkefler üzerinde duranların hepsi de komünist değildir. Komünist örfler, âdetler ve sosyal müesseseler için ‘devrim’ trampeti çalmaktan bıkıp usanmaz, ama devrimden bahseden herkes komünist değildir.                                                                                                                                                                                                           

...Ve bu böylece uzar gider. O halde komünistin çok hoşlanacağı bir cümleyi söylemek gerekiyor:                                                                         ‘Ya herkes komünisttir ya da komünist diye bir şey yoktur.’                                                                                                                     

Komünizmin kanun dışı sayıldığı memleketler için bu paradoks ilk bakışta herhangi bir gerçek kadar akla yatkın görünür. Böylece de komünizmin emperyalizmini, bu kanseri bilen çoğunluk bir ümitsizliğe kapılır. (s: 32)

Târık Buğra, güzel Türkçemizi en doğru ve güzel şekilde kullanan müstesna bir yazarımızdır. Hep yaşayan, canlı, güzel bir Türkçe ile yazdı. Uydurma dile hiç tenezzül etmedi. ‘Öztürkçe Masalı' başlıklı yazısında diyor ki:

‘Öztürkçeciler, umdukları neticeyi alacak olurlarsa, bu da ilme karşı, medenîliğimize karşı, kısacası millete karşı kazanılmış haydut baskınlarına bir yenisinin daha eklenmesinden, barbarlıklar târihine yeni bir sayfanın daha açılmasından başka bir mâna taşımayacaktır.’

Gençlik Türküsü, güzel Türkçemizi özleyen, Türkçe hassasiyeti olan insanlarımızın hasretini giderecek, damağımızdaki ana sütü gibi saf ve temiz bir dille yazmak isteyenlere rehber olacaktır. 

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş. İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul

Telefon: 0.212- 251 03 50 Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta: [email protected]  www.otuken.com.tr  

TÜRK’ÜN HÂFIZA SORUNU

Kısa bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra Sağlık Bakanlığı’na geçen ve Bakanlık Müşâvirliği görevindeyken emekli olan Fuat Yılmazer vatansever bir bürokrat-yazardır. 13,5 X 21 santim ölçülerindeki 144 sayfalık kitabında 4 adet makale bulunuyor. Makalelerde hafıza ve şuur arasındaki bağ, Türklerin târihe bakışı, İnsan-Şuur-Millet ve Millîlik, Millet hâfızâsında yer alması gereken unsurlar hakkında bilinmesi gerekenleri, kolay anlaşılabilir bir dil ve millî bir şuurla ele alıyor. 

Sonuç bölümünün başlıkları: ‘Türkiye Cumhuriyeti’nden Örnekler’, ‘Türkiye’nin Güvenlik ve Risk Durumu Belirlenmeli’,  ‘Yapılması Gerekenler’, ‘Millî Eğitimin Düzenlenmesi’, ‘Türk İçin Türk’e Göre Eğitim’, ‘Güçlü Türk Çocuğu, Güçlü Gelecek’. ‘Türk Devletleri ve Topluluğu Birliği’. 

Eserde sâdece iç meseleler değil, Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden çevre ülkelerle alâkalı görüşler de tahlil ediliyor: Azerbaycan, Ermenistan, Suriye, Mısır, İran, Kıbrıs, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Yunanistan… ele alınan bölgelerin birkaçıdır. 

Son bölümde ise ‘Yapılması Gerekenler’ başlığı altında bir reçete demeti sunuluyor. Eğitimci kökenli olan yazar, Millî Eğitim meselemizi de ihmal etmiyor.

Eserde yer alan hoş hikâyelerden biri, okuyucuyu düşündürecek ve doğruya yönlendirecektir:

Sevdiği kıza kavuşamadığı için çekip gitmek isteyen gence bir bilge sorar: Mecnun Leyla’sından vazgeçti mi?

-Hayır.  

-Kerem ateşten kaçtı mı?    

-Hayır. 

-Ferhat dağları delmekten korktu mu?

-Hayır.

-Ya Kocadağlı Ahmet?  

Genç bir süre düşünür sonra:

-Onu hiç duymadım ki efendim.  

Deyince, Bilge: 

-Tabi duymazsın, çünkü o vazgeçti.                                                                                                                                                           

Mücâdele etmek, kararlı olmak, irâde beyan etmek çok önemlidir. Mücâdele her zaman kazanılır diye bir kural yoktur. Kaybettiğin mücâdeleyi tekrar başlatarak kazanabilirsin. Önemli olan irâdeni, kararlılığını, mensup olduğun milletin ruhunu, şuurunu kaybetmemektir. Mücadeleyi kaybetmenin telâfisi vardır, ama millî ruhu, millî şuuru ve hâfızayı kaybettiğinde onun geri döndürülmesi çok zordur.  

BİLGEOĞUZ YAYINLARI: Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul.

Tel: 0.212-527 33 65 Belgegeçer: 0.212-527 33 64 Whatsapp hattı: 0.553-129 86 86 E-posta: [email protected]  

WEB: www.bilgeoguz.com  

TÜRK’ÜN KAYIP KİTABI: ULU HAN ATA

Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun; 13,5 X 21 santim ölçülerindeki 263 sayfalık roman türündeki eserinde bir efsâneyi anlatıyor. Hattâ bu romanında doğrudan doğruya efsânenin içine giriyor. Roman, 1310’larda Mısırlı Türk târihçisi Ebûbekir’in naklettiği, Türklerin yaratılış efsânesine dayanıyor. Roman kahramanları, Ebûbekir ve arkadaşlarının 1310 yılında gördüğü kayıp kitabın peşine düşüyorlar. Mısır piramitlerinden başlayan mâcerâ, Ahlat’a ve oradan Hawai’ye uzanıyor. Yüzüklerin Efendisi gibi efsâne arayıcıları, Da Vinci şifresi gibi şifreler ve nefes kesen mâcerâların içinde Indiana Jones gibi kahramanlar... Fakat kahramanlarımız Türk ve efsâne de Türklere ait. Prof. Ercilasun’un kahramanları, değerleri dondurup öldüren, fakir ve ezik millîci gençler değil, târih ve efsânenin peşinde koşan, hayatı yaşayan, kendine güvenen, varlıklı gençler. 

Akıcı bir mâcerâ üslûbunun içine yerleştirilmiş destansı anlatımlar ve lirik tasvirler var. Eserde kayıp bir halk olan Bodalar da yer alıyor ve Ercilasun’un yarattığı Boda dili ile konuşuyorlar. 

Romanın sonunda yer alan üç ekte, Boda dilinin özellikleri ve sözlüğü, efsâne hakkında bir araştırma ve Ebûbekir’in naklettiği efsânenin tercümesi de var. Bunlar sâyesinde bir dil ve destan bilimcinin hâfızasına yolculuk edebilirsiniz.

AKÇAĞ BASIM YAYIM PAZARLAMA ANONİM ŞİRKETİ: Tuna Caddesi Nu: 8/1 Kızılay-Ankara. Telefon: 0.312-432 17 98 Belgegeçer: 0.312-432 28 52 www.akcag.com.tr  e-posta: [email protected] 

KISA KISA… KISA KISA… 

1-PAPAĞAN VE TÜCCAR: Marjan Vafaelan – Müge Akbulut / Vakıfbank Kültür Yayınları.

2-ANNEMİN KABURGASI: Burçin Tetik / İletişim Yayınları.      

3-KESKİN NIŞANCI: Cem Selcen / Doğan Kitap.

4-STEP: Anton Çehov-Nuri Yıldırım / Yordam Kitap. 

5-HOCA, BABA, AMCA, BEN: Murat Uyurkulak / Can Yayınları. 

DERKENAR

VATANSEVERLİK VE TÜRKÇE

OĞUZ ÇETİNOĞLU

Vatanını ve milletini seven şuurlu bir Türk milliyetçisi, dilini de sevmek mecbûriyetindedir. Çünkü insan kalabalıklarını millet hâline getiren dildir. Bu dil, bizim için Türkçe’dir. Dilini kaybeden milletler, insan kalabalıkları hâline dönüşür. Bu sebeple dilimizi kaybettiğimizde, candan aziz vatan toprakları dâhil, kaybedecek hiçbir değerimiz kalmamış demektir. 

‘İlçelerimizde açılan işyerlerinin, ticârethanelerin yarıdan fazlası yabancı isimlerle donatılmaktadır’ diyerek şikâyet eden bir yazarın, millî değerlerimize bağlı olduğundan şüphe edilemez. Buna rağmen ‘hâfıza’ kelimesiyle ‘sorun’ kelimesini yan-yana kullanmış olmasının da garabeti izah edilemez. ‘Hâfıza’ yerine bilgisayar Türkçecilerine özenip ‘bellek’ kelimesini kullanmamış olması ne kadar takdire şâyan ise, ‘sorun’ kelimesinin kullanması da o kadar hayret ve üzüntü vericidir. Ümit edilir ki bu durum, şuur noksanlığından değil, dikkat noksanlığındandır. 

İşyerlerindeki ve ticârethânelerdeki yabancı isimler kadar, dilimizdeki uydurma ve yabancı kelimeler de rahatsızlık vericidir. ‘Sanatkâr’ yerine; ‘simitçi’, ‘temizlikçi’ der gibi ‘sanatçı’, ‘sebep’ yerine ‘neden’, ‘şuur’ yerine ‘bilinç’ kelimelerinin kullanılması da üzüntü vericidir. 

Türk dilbilgisi kaidelerine aykırı olarak türetilen, daha doğrusu uydurulan ‘amaç’, ‘birey’ gibi kelimeler ve Türkçe’de karşılığı varken, batı kökenli kelimeleri kullanmak da mahzurludur. Buradaki ‘mahzur’ kelimesini ‘mahsur’ olarak yazmak, ‘alçak gönüllü’ mânâsındaki ‘mütevazı’ kelimesini, denk, eşit, paralel mânasındaki ‘mütevazi’ şeklinde yazmak, konu üzerinde hassasiyetle duranların beynine sıkılmış kurşun, kalbine saplanmış hançer kadar ıstırap vericidir. 

Not: Osmanlı, ‘imparatorluk’ değil, ‘cihan devleti’dir. Bakanlık bile kendi adını zaman zaman yanlış yazıyor. Doğrusu: Millî Eğitim Bakanlığı’dır.