CELÂLEDDİN HARİZMŞAH

Müslüman Türk Devleti olan Harizmşahlar 1097-1231 yılları arasında târih sahnesinde yer aldı. En geniş topraklara sâhip olduğu dönemde; İran’ın ve Kafkasya’nın bir kısmını, Dağıstan’ı Afganistan’ı içine alan; Umman Denizi’ınden Balkaş ve Aral göllerine, Basra körfezinden Hazar Denizi’nin batı kıyılarına kadar uzanan 5.000.000 kilometrekarelik sahâda hüküm sürdü. Moğol istilâsından önce Asya’nın en güçlü devleti idi. 1230 yılında Anadolu Selçuklularına yenildikten sonra toparlanamadılar. Bir hayli uğraştırdıktan sonra Moğollara yenildiler. 1231 yılında, son hükümdar Celâleddin Harizmşah’ın vefatı üzerine devlet dağıldı. Esâsen 1220 yılında Babası Alâeddin Muhammed hayatta iken dağılan devleti Celâleddin Harizmşah yeniden kurmuştu. 

‘Esâret 1916’ isimli gerçekten yaşanmış bir hayatın sayfalara aktarılması suretiyle kaleme alınan bir romanın; mahallinde incelemeler yapmak suretiyle hazırlanan ‘Kudüs 1917’ (üçlemesi), ‘Endülüs Üçlemesi’ ve ‘İstihbarat’ gibi eserlerin yazarı usta kalem Nurettin Taşkesen bu defa Türk-İslâm dünyâsının mücâhit cengâveri Celâleddin Harizmşah’ı konu edilen bir romanını okuyucularına sunuyor. 

13,5 X 21,5 santim ölçülerinde 190 sayfalık eser, arı-dunu Türkçesiyle, akıcı üslûbu ile kolayca ve zevkle okunan bir roman. Kitap aynı zamanda bir dönemin târihi hakkında okuyucuyu bilgilendiriyor. 

Romandan akıcı ve heyecanlı olduğu kadar hüzünlü bir bölüm: 

Şeksiz bilin bu dünya bütün halktan geçer ya

İnanma sen malına bir gün elden gider ya

Ata ana kardeşler nere gitti fikir kıl

Dört ayaklı tahta at bir gün sana yeter ya

_______________________

*zira: 0,75 metreye karşılık gelen eski uzunluk ölçülerinden biri.  

Büyük bir İmparatorluktan Celâleddin Harizmşah’a, ülke, saray ve taht olarak hiçbir şey intikal etmedi. Fakat o cihangir soylu bir cengâverdi. Bir yıl içerisinde çalıştı, didindi, güçlü bir ordu kurdu, topraklar, ülkeler fethetti. 10 yıl içerisinde tahtı da oldu sarayı da. Döneminin Müslüman Türk devletlerinin sultanlarıyla anlaşsaydı, müteveffa babasının intikamını alır, Cengiz Han ordularını göz açıp kapayıncaya kadar tepeler, başta Bağdat’ı, ve şehirdeki muhteşem İslâmî âbidelerin, paha biçilemez ilmî eserlerin helâk olmasını önleyebilir, kendisinden 38 yıl sonra şanla-şöhretle Rahmet-i Rahman’a kavuşan Selâhaddin-i Eyyübî gibi asırlar sonra bile rahmetle anılırdı. 

İki cihan serveri Peygamberimiz Efendimiz buyurdu ki: ‘Rabb’im, göz açıp kapayıncaya kadar geçecek bir zaman için de olsa beni nefsimle başbaşa bırakma!’ 

Cenâb-ı Allah, hiçbir kulu için kötü bir kaderi önceden hazırlamaz. Celâleddin Harizmşah, kaderinin değil, nefsinin kurbanı olmuş bir cengâverdir.   

MİHRÂBAD YAYINLARI: Prof. Dr. Kâzım İsmail Gürkan Caddesi Nu: 8 Cağaloğlu, İstanbul.

Telefon: 0.212-514 28 28

Belgegeçer: 0.212-528 24 01

[email protected] 

www.mihrabadyayinları.com 

  

NURETTİN TAŞKESEN

1954 yılında Erzincan’ın Başpınar (Büyük Köşünker) köyünde doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi. Târih bölümünden Umûmî Türk Tarihi sertifikası da alarak, 1975 yılında mezun oldu.

Dört sene lise edebiyat öğretmenliği yaptı. Dergi ve gazetelerde yönetici ve yazar olarak çalıştı. 

Türkiye Diyânet Vakfı İslâm Ansiklopedisi Teknik servisinde görev üstlendi. Sonra gazetecilik ve ticâret işleriyle meşgul oldu.

2003 senesinde emekli olarak, tekrar basın yayın hayatına döndü. Evli ve 3 evlat babasıdır. 

KUŞBAKIŞI

SARAYDAN SÜRGÜNE

Devletler insanlar gibidir; doğar, büyür, yaşlanır ve ölür. Osmanlı Devleti uzun yıllar dünya târihinin süper gücü olmuş ve hemen her yerde ve her konuda etkisini göstermiştir. Dostluğu güvenilir, düşmanlığı çekinilir olmuştur. Ne var ki; etrafında bulunan toplumlar değişen zaman şartlarında ilmî gelişmelerden daha fazla faydalanma yollarını keşfetmişler ve Osmanlı'nın önüne geçmişler, Osmanlı gelişmeleri tâkip edememiş ve gerekli tedbirleri alamamıştır. 

Yüzlerle ifâde edilen atlıların çadırdan başlatıp saraya ulaştığı yürüyüş tersine dönmüş, saraydan sürgüne giden yollara düşülmüştür. Osmanlı; tâbir uygunsa, Türkiye Cumhuriyeti'ni doğururken ölen bir anne gibidir. Bu sebeple târihimizi en iyi şekilde bilmek ve istifâde etmek bizim birinci dereceden vazifemizdir.

Saraydan Sürgüne uzanan yolda; sıraya dikkat edilmek suretiyle, devletin nasıl duraklama, gerileme ve çöküş dönemlerine girdiği anlatılıyor. Mümkün olduğunca, Osmanlı'ya derin bir şekilde tesir eden hâdiselere yer verilmeye ve padişahların şahsiyetleri tanıtılmaya çalışılıyor. İnanılan istikamette, yaptıkları hoş görülmeyen şahsiyetlerin tenkit edilmesi de ihmal edilmiyor.

Yazarın ifâdesiyle  eserin, kuru târih bilgileri veren asık suratlı bir kitap olmaması için, tabii konuşma üslubu tercih edilmiştir. 

Nâzım Tektaş’ın telif etiği, OSMANLI TÂRİHİ serisinin 2. Kitabı olan eser, 13,5 X 21 santim ölçülerinde ve 623 sayfadır.

HAYAT YAYINLARI: Nişancı Mahallesi, Dâvutpaşa Caddesi Nu: 26/1 Eyüp 34050 İstanbul.

Telefon: 0.212-613 11 00

Belgegeçer: 0.212-613 11 55

www.hayatyayingrubu.com 

e-posta: [email protected]  

DÜNYA DÜNYA İÇİNDE

Ayşe, kuzeninin yanındaki bir sedire uzandı. Sonra ne olduysa oldu ve kendisini anneannesinden kalma sandığın başında buldu. Sandıktan sararmış bir kâğıt çıktı. Kâğıtta çok tuhaf bir târif vardı. Bir yemek târifi olamazdı. 

Öyleyse neydi?

Ayşe çok meraklandı. Sonra da arkadaşı Hakan’la bu esrârengiz târifi uygulamaya koyuldu. 

Böylece hayaller ile rüyâlar birbirine karıştı. Kendilerini farklı dünyalarda buldular. 

Filiz Özdem’in hazırladığı, Buket Topakoğlu’nun resimlendirdiği çocuk kitabı 13,5 x 19,5 santim ölçülerinde 88 sayfadır. 

YAPI KREDİ KÜLTÜR SANAT YAYINCILIK: İstiklal Caddesi Nu: 161-161/A Beyoğlu 34433 İstanbul.

Telefon: 0.212-252 47 00

Belgegeçer: 0.212-293 07 23

www.ykykultur.com 

e-posta: [email protected]

SARAYIN SESİ HALKIN NEFESİ

Kitabın ön sözünde eserden bahsedilirken şu bilgiler veriliyor: ‘Osmanlı dönemi mûsıkî hayatını konu alan bu çalışma, Osmanlı mûsıkî kavramlarının zengin içerikleri ve çağrışımları yönünde çoğalıp genişleyerek, aynı zamanda türkülerin derin târihini de ihtiva eden kapsamlı bir esere dünüştü. Çünkü Osmanlı’nın özünde Türk,  mûsıkînin özünde türkü vardı. Türkü, Türklere has ezginin adıydı ve Türk’ün de türkünün de lisanı Türkçeydi.’ 

Bayram Bilge Tokel’in hazırladığı eser, 13.5 X 19,5 santim ölçülerinde ve 408 sayfadır. 

KAPI YAYINLARI: Ticârethâne Sokağı Nu: 53 Cağaloğlu, İstanbul.

Tel: 0 212-511 53 03 

e-posta: bilgi@kapiyayınlari.com /  

ww.kapiyayinlari.com  

KISA KISA… / KISA KISA…

1-YENİ DÜNYA YENİ AĞ BİLGİ BİLİMİNİN BAKIŞLARIYLA EVREN, HAYAT VE İNSANLIĞIN YÜKSELİŞİ: Cem Say / Destek Yayınları.

2-İMAN İLMİHALİ / Neye, Nasıl İnanmalıyız: Mehmet Dikmen / Demlik Yayınları. 

3-TÜRKİYE’NİN ETNİK YAPISI: Ali Tayyar Önder. Önderler Yayıncılık. 

4-SARSILANLAR: Önay Sözer / Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 

5-OSMANLI FIKRALARI: Ömer Faruk Yılmaz. Çamlıca Basım Yayım. 

DERKENAR

ŞU BİZİM GARİP TÜRKÇEMİZ…

OĞUZ ÇETİNOĞLU 

Oturmakta olduğumuz semtin sokaklarına, belediye tarafından iri yapısına rağmen güzel görünümlü iri yapılı çöp kutuları konuldu. Tam da ‘Ne hoş…’ Diyecekken, üzerindeki yazı, sevincimin gırtlağına sarıldı ve onu boğdu: Kocaman harflerle ‘Evsel atıklar’ yazıyordu. 

‘Sel’ - ‘sal’ takılı bütün kelimeler, (kumsal, uysal gibi bir-ikisi hâriç), Türkçemizin böğrüne saplanmış hançer, beynine sıkılmış kurşundur.

 Neden ‘ev atıkları’ değil de ‘evsel atıklar’? Bilen var mı?

Birkaç ‘Türkçe hassasiyetli’ dostun katılımı ile bir ekip oluştursak, ellerimize boya ve fırça alsak, ‘evsel atıklar’ ibâresini, ‘ev atıkları’ şeklinde düzeltsek… Kamu malına zarar verdiğimiz için bizi mahkemeye verirler mi? 

Verebilirler. 

Mahkemede dâvâmıza bakan, ‘hâkim’ ise beraat ederiz. ‘Yargıç’ ise, mahkûm oluruz…

Vazgeçtim.

*   *   *   

Katıldığım bilgi şöleninde konuşan profesör: ‘Ne nedenle olmuş olursa olsun, kimi toplumsal sorunsallarımız …’ Diyerek söze başlayınca, içimden bir ses; ‘Git, boğazını sık, sustur şu Türkçe katilini’ dedi. Aklım, omzumdan bastırıp beni engelledi. 

‘Yargıç’ karşısına çıkmaktan korktum.

*   *   *   

Türkçemizdeki bozulmanın tehlikeli boyutlara ulaştığını idrak edenler var ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde, ‘Türkçedeki Bozulma ve Yabancılaşmanın Araştırılması, Türkçenin Korunması ve Geliştirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi’ maksadıyla Meclis Araştırması Komisyonu oluşturulmuştu. 

Komisyon; Türkçemizin koruma altına alınması, tâkip ve denetleme kurullarının oluşturulması, spor terimlerinin Türkçeleştirilmesi, yabancı dil kullanılan tabelalardan yüksek vergi alınması, çocuk filmlerindeki ve dizilerindeki kahraman adlarının Türkçeleştirilmesi, inşa edilmiş ve edilecek olan ev gruplarına ve alışveriş merkezlerine Türkçe isimler verilmesini temin maksadıyla âcil hukukî düzenlemeler yapılmasını kararlaştırdı. 

Ayrıca; Eurovision Şarkı Yarışması’na Türkçe eserle katılmamız gerektiğini belirtti.  

Komisyon, televizyon dizilerinin senaryolarının mutlaka uzmanlar tarafından kontrol edilmesini istiyor. 

Türkçenin bozulmasında en çok televizyonlar etkili oluyor. Günümüzde internet Türkçesi ile güzel dilimiz kıtır-kıtır doğranıyor. Yazı dilindeki bu çarpıklıklar, konuşma diline de yerleşiyor.  

Prof. Dr. Ayhan Songar anlatmıştı: 

Rahmetli Songar; Türkçenin bozulmasından rahatsız olmayanların, aksine çağdaşlaşma ve batılılaşma adına kökten değişmesini isteyenlerin TRT’ye hâkim olduğu dönemde, bir programa konuşmacı olarak dâvet edilir. Canlı yayın başlamadan önce eline bir belge tutuşturulur. Burada; imkân, ihtimal, elbise, umumî, millî, mecburî, problem, misâfir … gibi kelimeler yerine; olanak, olasılık, giysi, genel, ulusal, zorunlu, sorun, konuk… gibi kelimelerin kullanılması tavsiye edilmektedir. (Onların deyişi ile önerilmektedir.)

Dili bozan, yozlaştıran çalışmaların serbest olmasına ilgisiz kalanlar, görmezlikten gelenler, koruma tedbirlerine karşı çıkabilirler. Fakat dili sevdirmenin, dil şuurunu oluşturmanın, millî değerlerimize sâhip çıkmanın usulüne uygun yöntemleri, kimseyi rahatsız etmeden uygulamaya konulabilir. Bu çalışmaları; devletin, devleti temsil edenlerin ve devletin kurumlarında çalışanların yapması gerekir. Çalışmaların uygulamaya konulacağı en uygun ortamlar; devlet ve şehir tiyatroları, resmî televizyon ve radyo kanallarıdır.

Tabîi oralarda dil şuuruna sâhip idâreciler bulunması hâlinde…

*   *   *   

Devlet, bilgisayar için ‘F klavye’ denilen Türkçe kullanıma en uygun klavyenin kullanımını mecburî hâle getirebilir. Hiç değilse devlet dâirelerinde…

*   *   *   

Bugün; Ürgüp, Göreme, Nevşehir ve havâlisine ‘Kapadokya’ denilmesini engelleyemez isek, yarınlarda İstanbul’a ‘Konstantinopol’, İzmir’e ‘Simirna’, Şanlıurfa’ya ‘Edesa’ denilmesine zemin hazırlamış oluruz. 

*   *   *   

Nüfus müdürlükleri; kızına ‘Kırgız’ ismini koymak isteyen babaya izin vermemek için direniyor da ‘Alis’, ‘Afra’, ‘Elisa’, ‘Lilâ’, ‘Milâ’, ‘Mira’, ‘Selena’ ismlerine hiç itiraz etmiyor. İki satırlık bir genelge ile bu işi temelden halletmek mümkündür.

*   *   *   

Memur alımlarında Türkçe dilbilgisi, telaffuz ve imlâya önem verilmesi sağlanabilir. Doçent olmak için yabancı dil bilmek gerekiyor da Türkçeyi doğru kullanıp kullanamadığı üzerinde durulmuyor.

Şüphesiz dil, kanunlarla ve yasaklarla korunamaz. Ancak bir takım düzenlemeler olmadan dilin sağlıklı şekilde gelişmesi de mümkün değildir. Millî Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan kitapların, Türk Dil Kurumu’nun denetimine tâbi tutulması zor bir iş almasa gerek. 

*   *   * 

(Acı) tebessümlük yaşanmış bir vak’a: 

Günün birinde TRT Genel Müdürlüğü makamına, millî hassasiyeti olan bir zat tâyin edilir. Sayın Müdürün ilk işi; Türk Dil Kurumu’na bir yazı yazıp, Türk dilbilgisi kaideleri açısından hangi kelimelerin kullanılmasının mahzurlu olduğunu ve yerlerine hangi kelimelerin kullanılması gerektiğini sormak olur. 

Gelen listenin bir satırında; ‘tüm’ yerine ‘bütün’ kelimesinin kullanılmasının daha doğru olacağı belirtilmektedir. 

Genel Müdür, gelen yazının dağıtımını, ‘Tüm arkadaşlara duyurulsun’ diye yazarak emreder. 

Sözün Özü: Dilini kaybeden milletlerin, candan aziz vatan toprakları dâhil, kaybedecek bir şeyleri kalmamış demektir.