Kur’ân ve Sünnete Göre ÂDÂB-I MUÂŞERET

Arapça isim olan Âdab kelimesinin Türkçedeki karşılığı; ‘göz önünde bulundurulması gereken âdetler, usûller, esaslar ile Ahlâken uyulması gereken hususlar; terbiye ve nezâket kaideleri’ olarak açıklanabilir. Muâşeret ise ‘Bir arada iyi geçinerek yaşama’ demektir. Âdâb-ı Muâşeret’i de ‘bir toplulukta uyulması gereken ve insanlar arasındaki davranışları düzenleyen nezâket, saygı ve görgü Kaideleri’ olarak anlamamız gerekir. 

Klâsik mânâda Âdâb-ı Muâşeret; ‘Kanunla sağlanan düzenlemeler dışındaki insan ilişkilerini belirleyen; örf, âdet ve gelenekler ile dîni inanışlara, millî olan kültüre ve beynelmilel olan medeniyete dayalı davranış normları’ olarak târif edilir. Türkçemizdeki karşılığı ‘Görgü Kuralları’dır. 

Görgü kurallarına uymayanlar, resmî makamlar tarafından yargılanmaz ve cezalandırılmaz. Kurallara uymayanlar, yalnızca toplumun diğer fertleri tarafından kınanır, ayıplanır, uyarılır. Görgü kurallarına uymamayı alışkanlık hâline getirenler dışlanır. Kurallara uymayanları medenî ölçüler içerisinde ve lisan-ı münâsiple uyarmak,  tepki göstermek, toplumun her ferdinin görevi olmalı.  Aksi takdirde, kural dışı hareketler yaygınlaşır ve toplumdaki huzursuzluk artar, insanî ilişkiler zedelenir. Fertler arasında dayanışma ve yardımlaşma azalır. Bu olumsuzluklar neticede toplumun huzurunu bozar, devletin gücünü de törpüler. 

Batıda görgü kuralları ile ilgili ilk düzenlemeler on altıncı yüzyılda başlatılmış. İtalyan Yazar Baldasare Castiglione,  Nezâket Kitabı isimli çalışmasını 1528 yılında yayınlamış. İngilizler Brummel ve Amerikalılar Eleonar Life ile, konuya 9 ve 12 yıl sonra girebilmişler. 

Kur’ân-ı Kerîm’in ve Hadis-i Şerif’lerin dünya hayatı ile ilgili bölümleri, biz Müslümanların uymak mecburiyetinde olduğumuz görgü kurallarının temelini oluşturur. O kuralları titizlikle uygulayan ilk insan da şüphesiz Hazret-i Muhammed (sav) Efendimiz olmuştur. 

Batılılar daha selâm vermeyi bilmezlerken,  Müslümanlar bir araya geldiklerinde kimin daha önce selâm vereceği konusunda bilgi sâhibi idiler.  İslâmiyet; insanların ve insanlığın hayrına olmayan hiçbir emri, yasağı ve tavsiyeyi ihtiva etmez. İslâm’da her ne varsa, insan içindir, insana faydalıdır. O halde dinî hükümler arasında yer alan görgü kurallarına uymak, geniş anlamda ibâdettir.  

İslâmiyet’in koyduğu görgü kurallarından batılılar hâlâ haberdar değildirler. Meselâ: Gıybet… Avrupalının ayıp bile saymadığı bu hareket, inancımızda kesinlikle yasaklanmıştır. 

Temelinde İslâm bulunan kültürümüzde görgü kuralları, imbikten geçerek saf bir nezâkete, inceliğe,  alçak gönüllüğe, samîmiyete ve insanlığa dönüşen hareketlerle zenginleşmiştir. 

Zaman zaman, bildiğimiz kurallara uymamak gibi bir rahatlığı tercih edenlerimize de rastlanır. Bu gibi kardeşlerimize hareketlerimizle örnek olmalı, küçük düşürmeden bal tadında sözlerle ve mutlaka baş başa iken uyarmalıyız. 

Âdâb-ı Muâşeret kaideleri geniş kapsamlıdır. Bizim görgü kuralları diye adlandırdığımız bu kurallar çoktur. Birkaçı şöyledir:

* Herkese karşı güler yüzlü ve tatlı dilli olmak

* Selâmlaşmak. (Selâm vermek sünnet, selâma mukabele etmek farzdır.)

* Kötülüğe karşı iyilik yapmak

* İmkânlar ölçüsünde ikramda bulunmak.

* Büyüklere hürmet, küçüklere şefkat göstermek

* Kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına yapmamak 

* Dargınları barıştırmak ve dargınlığa son vermek

* Kusurları örtüp dostlar hakkında iyi şeyler söylemek

* Öfkeye hâkim olmak

* Vücut, çevre e iç temizliğine âzâmî ölçüde dikkat etmek

* Her türlü kötü alışkanlıktan uzak durmak

* İnsanları iyiye, doğruya güzele yönlendirmek

* Verdiği sözü yerine getirmek, randevularına vaktinde gitmek

Mehmet Dikmen ve Sabri Okka’nın müştereken hazırladıkları Kur’ân ve Sünnete Göre Âdâb- Muâşeret isimli eser, 16 X 24 santim ölçülerinde ve 629 sayfadır. 

Eserin ‘Takdim’ başlıklı yazısında: ‘Edep kurallarına, farz ve sünnetin dışında yapılması tavsiye edilen nâfile davranışlar olarak bakmak doğru değildir. Edep kuralları, ilgili olduğu konunun en mükemmel mânâda gerçekleşmesi, o konuda Allah’ın râzı olduğu kulunu görmek istediği keyfiyetinin elde edilmesi için, mutlaka uyulması gereken kaideler manzûmesidir. Bu kuralların dinî hükmü, bâzen farz, bâzen vâcip, bâzen sünnet olabilir.’ Cümleleri dikkat çekiyor. 

Mehmet Dikmen ve Sabri Okka, Kur’ân-ı Kerîm ve Hadis kitapları dışında 62 adet kitaptan faydalanarak âdeta bir külliyat meydana getirmişler. 

Bir ‘edeb kitabı’ olarak hazırlanan eser, başta temizlik olmak üzere inanç, ibâdet, insanların duyguları, alışkanlıkları, ve ilişkileri, aile hayatı, kadın ve erkek ilişkileri,  sosyal ilişkiler, kamu yönetimi, ticârî hayat ve kazanç ilişkileri gibi ana başlıklar altında toplanan 150 alt başlıktan oluşuyor. 

Her evde başucu kitabı olarak bulunması gereken eser, başarılı ve bahtiyar bir hayat için faydalı bir rehberdir. 

DEMLİK YAYINLARI: Nâmık Kemâl Mahallesi, 8. Sokak Nu: 125, Dâire: 1 Esenyurt, İstanbul.  

Telefon: 0.212-515 03 33 e-posta: [email protected]. www.kityay.com 

MEHMET DİKMEN:

1951 yılında İstanbul’da doğdu. Aslen Kastamonulu’dur. 1970 yılında İstanbul’da İmam Hatip Lisesi’nden ve Yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun oldu. Çalışma hayatına Yeni Asya Gazetesi’nde editör olarak başladı. 1981 yılında 4 ay kısa dönem askerlik yaptı. 

1983 yılında Cihan Yayınları’nda editör olarak görev aldı. 1994 yılında Türdav Yayın Müdürlüğü’ne geçti. 50’den fazla eser hazırlayan Mehmet Dikmen evli ve üç evlat babasıdır. 

SABRİ OKKA: 

KUŞBAKIŞI

AHMET MİDHAT EFENDİ VE DÖNEMİ

Kitabın uzun bir adı var: ‘Kâmil Yazgıç, Oğlunun Kaleminden AHMET MİDHAT EFENDİ ve DÖNEMİ.’ 

Modern Türk edebiyatının kurucularından olan gazeteci, roman ve tiyatro yazarı Ahmet Midhat Efendi (1844-1912) döneminin en çok okunan yazarlarından biridir. ‘Letâif-i Hayat, Çengi, Dürdâne Hanım, Yeniçeriler, Avrupa’da Bir Cevelân, Muhaberat ve Muhaverat’ başta olmak üzere pek çok eser telif etmiştir. 

12,5 X 19,5 santim ölçülerinde lüks Ivory kâğıda basılı eser 376 sayfadır. 

Ahmet Midhat Efendi’nin hâtıraları, yazarın oğlu Dr. Kâmil Yazgıç tarafından kaleme alınıp 1939’dan 1945’e kadar Tan, Marmara ve Vakit gibi gazetelerde tefrika halinde yayınlanmıştı. Dr. Erol Gökşen tarafından kitap hâline getirilen bu hâtıralar, Midhat Efendi’yi, yaşadığı dönemin atmosferi içinde anlatıyor. 

Hâtıralar, Küçük Ahmet’in Mısır Çarşısı’ndaki esnaf çıraklığından ‘Ahmet Midhat Efendi’liğe uzanan entelektüel yolculuğuna, Rusçuk memuriyetinden Tercüman-ı Hakikat yıllarına, Hamidiye dönemindeki gazetecilik maceralarından meşhur Beykoz yalısındaki gündelik hayata; Ahmet Râsim’den Muallim Nâci’ye, Nigâr Hanımdan Hüseyin Rahmi Gürpınar’a kadar dönemin önemli aydınlarının yer aldığı bir zaman dilimini ihtivâ ediyor. 

Ahmet Midhat Efendi, Kafkasya göçmeni fakir bir aileye mensuptur. O kadar fakirdir ki, her gün yayınayak ve yürüyerek işine gidip geliyor. Akıllı ve bilgilidir. Aktarlık mesleğinde uzmanlaşıyor. Hazırladığı târifler çok beğeniliyor ve dükkân sâhibinin kazancından daha çok bahşiş alıyor. Kazandığı paralarla özel ders alıp okuma-yazma ve yabancı dil öğreniyor. 

Günümüz gençlerine örnek olacak bu harikulâde hayatın devamını eserden tâkip edenler, Osmanlı’nın son dönemindeki sosyal ve edebî hayat ile o dönemde yaşayan kalem erbabı tanınmış kişiler hakkında da bilgi edinecekler.  

VAKIFBANK KÜLTÜR YAYINLARI: Gülbahar Mahallesi, Büyükdere Caddesi Nu: 97/A Kat: 4 Şişli, İstanbul. Telefon: 0.212-354 57 30, e-posta: [email protected]  //  www.vbky.com.tr  

ZEYTİNLİKTEN SOFRAYA ZEYTİNYAĞININ HİKÂYESİ: 

Kur’ân-ı Kerîm’in 95. Sûresine adını veren ve üzerine yemin edilen Zeytin, yapraklarını yaz-kış dökmeyen nâdir ağaçlardan birinin meyvesidir. Meyvelik ve yemeklik türleri vardır. Üretimi ve tüketime hazırlanması da kendisi kadar insana haz verir. Ağacının ömrü 100 yıldan fazladır. Türkiye’de her yıl 500.000 tonu yemeklik, 2.000.000 tonu yağ zeytini olmak üretim yapılmaktadır. Dünyânın başta gelen ülkelerinden biriyiz. Yağı, hekimlikte de kullanılır. 

Yaprakları ve dalı, barışın sembolü olarak kullanılan zeytinin hikâyesini Patricia Ohara, Richard Blatchli ve Zeynep Delen Nican 15,5 X 22,5 santim ölçülerindeki kitabın 396 sayfasına yazmışlar. Eser, Zeynep Delen Nican tarafından Türkçeye tercüme edilmiş.  

Binlerce yıldır sofraların, kültürün, ekonominin, kısacası hayatın bir parçası olan zeytin ve zeytinyağı, târihin bütün insanlığa mirasıdır. Biraz derinlemesine ilgilenen herkesin gözlerini ışıldatan bu zenginliği yakından tanıdıkça hayran olup yüceltmemek elde değildir. Özellikle son yıllarda sağlıklı bir hayat yaşamanın yollarının daha fazla aranmaya başlamasıyla zeytinyağına yönelik ilgi de giderek artmıştır. Yıllarca devam eden ve kıtalararası çalışmanın ürünü olan bu kitabın orijinali, İngiliz Kraliyet Kimya Derneği tarafından yayımlandı. Üretiminden depolanmasına, sağlığa faydalarından kusurlarına, zeytin ağaçlarının dikiminden hasat şenliklerine kadar bütün yönleriyle zeytinyağının hikâyesi, başta üreticiler ve tüketiciler olmak üzere zeytine gönül bağı olan bütün zeytin severler için anlatılıyor... 

Adı etrafında bir kültür oluşturulan zeytin ve zeytinyağı, iktisâdî ve sosyal boyutlarıyla kendine has bir hayat ve sağlık pınarıdır. Eser bize hem zeytini bütün özellikleriyle, hem de zeytinciliğimizi bütün haşmetiyle dünyaya tanıtıyor. Aynı zamanda üreticiler, tüketiciler, ziraat fakülteleri ve zeytincilik enstitüleri öğrencileri için güvenilir bir rehber niteliğine sâhiptir. Tennik bilgiler ihtiva etmesine rağmen sıkılmadan okunabiliyor. 

TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI: İstiklal Caddesi Meşelik Sokağı Nu: 2 Kat: 4 Beyoğlu, İstanbul.

Telefon: 0.212 252 39 91 Belgegeçer: 0.212-243 56 00 [email protected]  İnternet: www.iskultur.com.tr   

SAĞIM SOLUM ÖNÜM ARKAM…

Saklambaç, bilgisayarın, bilgisayar oyunlarının ve hatta televizyonun bulunmadığı günlerde, kız-erkek bütün çocukların eğlenceli, hareketli ve mâsum bir oyunu idi. ‘Sağım solum, önüm arkam sobe, saklanamayan ebe’ sloganı ile başlardı. Yeşim Erdem, 13,5 X 21,5 santim ölçülerindeki 512 sayfalık ‘Sağım Solum Önüm Arkam’ isimli eserinde, 40 yıllık yakın târihimizin saklananlarını, unutulanlarını roman kahramanları üzerinden anlatıyor. 

Hâdiseler, iki ailenin, Selen ile Ceren ve Eylem ile Devrim adlı kız kardeşlerin hikâyesi ile anlatılıyor. Küçük bir Ege kasabasında yaşayan genç kızlar sağ sol saflaşmasına, mahalle çocuklarının çekişmesine şâhit olurlar. Her biri sâdece seyircisi değil bizzat faili de oldukları bu gelişmelerden yara almadan kurtulamaz; günbegün şiddetin gemi azıya aldığı bir ortamda katledilen gençliği, darbe dönemini ve baskıyı yaşarlar.

Günümüzü de anlatan bu roman, başkarakterlerin büyükşehre göçlerini, kuşak çatışmasını, kardeş rekabetini, aile kurma gayretlerini ve aşklarını gözler önüne seriyor. Tâcizlere, baskıya, haksızlıklara rağmen hayata tutunan kadınlar ezilmemeye çalışıyorlar. Özellikle de tükenmeyen arayışları ve adâlet duygusuyla gazeteci Selen… Ne var ki bu nitelikleri onu yıllar önce işlenen siyâsi bir cinâyetin ardındaki sır perdesini aralamaya, daha da ötesi, gerçeklerle duyguları arasında bir seçim yapmaya zorluyor.

Yazar, yakın târihimizin hakîkatlerine, mensubu bulunduğu tarafın gözüyle bakıyor ve farklı değerlendirmelerde bulunuyor. Sorgulayıcı bir üslûbu var.  Vardığı hükmü; ‘Bu topraklarda ne yaparsan yap, ne kadar barışcı olursan ol, asla savaştan kaçmak mümkün değil.’ Cümlesiyle özetlemek mümkün… 

Öyle mi?’ diye soranlar da olacaktır elbette…

CAN YAYINLARI: Hayriye Caddesi Nu: 2 Galatasaray, Beyoğlu-İstanbul. Telefon: 0.212-252 59 88 Belgegeçer: 0.212-252 72 33 e-posta: [email protected]  // www.canyayinlari.com  

  

KISA KISA / KISA KISA…

1- ÜSTATLAR KONUŞUYOR: Konferanslar / Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları.

2- TÜRK İNSAN MÜHENDİSLİĞİ: Dr. Tahir Tamer Kumkale / Pegasus Yayınları. 

3- SOVYET SONRASI ORTA ASYA: Doç. Dr. Güngör Turan / Tasam Yayınları. 

4- MİLLİYETÇİLİĞİMİZİN TEMEL FİKİRLERİ: Câhit Okurer. Dergâh Yayınları.

5- BEDEL: Selcan Taşçı / Bilgeoğuz Yayınları.

  

DERKENAR

HANGİSİ DOĞRU, NİÇİN?

YAVUZ BÜLENT BÂKİLER  

GÖRMEMEZLİKTEN GELDİ / GÖRMEZDEN GELDİ Hangisi doğru, Niçin? 

GÖRMEZDEN GELDİ ifâdesi doğrudur. GÖRMEMEZLİKTEN GELDİ deniliyorsa da  GÖRMEMEZLİK şeklinde bir kelimemiz yoktur. Bu sebeple ikinci ifâdenin yanlış olduğu kanaatindeyim.  

MECBÛRÎ / ZORUNLU  

ZORUNLU uydurma kelimelerimizdendir. ‘Arapçadır’ diyerek MECBURİ kelimesini kullanmayanlar FARSÇA’nın zor köküne ‘unlu’ ekini yapıştırarak ‘zorunlu’ uydurmasını ileri sürüyorlar. Fakat ZORUNLU kelimesinin de yaygınlaştığını görüyorum.

‘AHLÂK’ mı / ‘ETİK’ mi?  

AHLÂK-ETİK kelimelerinden doğru olanı AHLÂKTIR. Arapça olmasına rağmen doğru ve güzel bir kelimedir. ETİK Yunanca bir kelimedir. Biz ‘Ahlâklı adam! Ahlâksız adam’ yerine: ‘Etikli adam! Etiksiz adam!’ diyemeyiz.

 (Problem) ÇÖZÜMLEME KAABİLİYETİ / (Problem) ÇÖZME KAABİLİYETİ 

Biz Türkçede nasıl: Yürüme kabiliyeti, anlama kabiliyeti, yazma kabiliyeti, güreşme kabiliyeti, anlatma kabiliyeti diyorsak, aynı şekilde ÇÖZME KABİLİYETİ de deriz. ÇÖZME KABİLİYETİ’ne ÇÖZÜMLEME KABİLİYETİ diyemeyiz.

HİKÂYE / ÖYKÜ 

HİKÂYE Arapça bir kelimedir. Ama tamamen Türkçeleşen bir kelimedir.  Onun yerine uydurulan ÖYKÜ kelimesini köksüz ve öksüz buluyorum. Ben yazılarımda ve konuşmalarımda hep ‘Hikâye’ kelimesini kullanıyorum. Dünyâ çapında roman yazarlarımızdan Cengiz Aytmatov, Ankara’daki bir basın toplantısında demişti ki: ‘Kırgızistan’da biz diyoruz ki: Bana edebiyatını söyle, sana nasıl bir millete mensup olduğunu anlatayım!’ Bu çok doğru bir tespittir. Çünkü millet: ‘Edebiyatı olan bir topluluktur!’ Nitekim Necip Fâzıl da diyor ki: ‘Bir milletin edebiyatı yoksa, hiçbir şeyi yok demektir!’ Edebiyatımızdaki kelime zenginliğini yok edemeyiz, etmemeliyiz. Dikkatinizi çekmek istiyorum: Edebiyatın temel malzemesi dildir. Bir takım kimseler, çevreler edebiyatımızın kökleşmiş, Türkçeleşmiş kelimelerini dilimizden çıkarıp atıyorlar. Meselâ önce, Edebiyat yerine ‘Gökçe yazın’ dediler. Sonra Kitap yerine: ‘Betik’, Şiir yerine: ‘Yır’, Kafiye yerine: ‘Uyak’, Nesir yerine: ‘Düz Yazı’, Şâir yerine: ‘Ozan’, Hikâye yerine: ‘Öykü’ vs. vs. dediler. Görüyorum ki dilimizin, edebiyatımızın güzel kelimeleri, birer ikişer kırpılıyor. Bu gaflet, dünkü edebiyatımızı okunamaz hâle getiriyor. Büyük bir gaflet ve ihânet karşısında olduğumuzu unutmamalıyız!

ÇIKIŞ YAPTI / ÇIKTI

Çıkış yaptı, sahne aldı, banyo aldı veya banyo yaptı ifâdeleri yanlıştır. Çıktı, oyunlara katıldı, yıkandı. Hamama gitti… demek varken neden Fransızcaya veya İngilizceye dayanarak konuşuyor, yazıyoruz?

ÖN SÖZ / ÖNSÖZ 

ÖNSÖZ ayrı yazılmaz, bitişik yazılır. Çünkü Önsöz birleşik bir kelimedir.’ diyenler yanılıyorlar. ÖN SÖZ ayrı yazılır. Ön oda, ön teker, ön sıra… nasıl ayrı yazılıyorsa, ÖN SÖZ de ayrı yazılmalıdır.

ŞÂİR / OZAN 

Şair Arapça bir kelimedir. Ozan Türkçedir. İkisi de kullanılabilir. Yalnız OZAN, şiirlerini saz çalarak okuyan bir kimsedir. Yâni OZAN’ın elinde saz vardır. Şâirin sazı yoktur. Bu bakımdan Mehmet Âkif, Necip Fâzıl, Yahya Kemal… bizim şâirlerimizdirler. Karacaoğlan, Emrah, Âşık Veysel ise ozanlarımız arasındadırlar. Bu bakımdan Necip Fâzıl’a, Yahya Kemal’e, Orhan Veli’ye… ozan demek yanlıştır.