KUR’ÂN-I KERÎM’DE İNSAN HAKLARI

Birinci cildi, 2018 yılında yayınlanan ve bu sayfada 09 Ocak 2019 târihli 337. bölümde tanıtımı yapılan eserin Ali Polat tarafından Mustafa İlhan’ın katkılarıyla hazırlanan ikinci cildi, Ekim 2020’de yayınlandı. Birincisi gibi 21 X 29,5 santim ölçülerinde olan 104 sayfalık şık görünümlü eserde 12 konu ele alınıyor. Kulaklı kapağın iç kısmanda okuyucu, sıcak bir tebessüm ve mısra-ı berceste kabilinden bir cümle ile karşılanıyor: 

İyilik güneş gibidir. Önce iyiliği yapanın gönlünü ısıtır, mutlu eder.

Sonra, iyilik yapılana yansır, onun ruhuna baharı getirir. 

Herkesin yapabileceği bir iyilik vardır. 

Bir tebessüm, bir güzel söz…

Eserin, ‘Hayat Rehberimiz Kur’an-ı Kerîm’ başlıklı ilk makalesinden seçilen cümleler: 

-Kur’ân-ı Kerîm, insan ve onun mutluluğu için gönderilmiş son ilâhî kitaptır. Onda insanın ve tabiatın, bütün eşyanın ve varlığın bilgi ve hakîkatleri, insanı hem dünyâda hem âhirette mes’ut edecek ve güvende olmasını sağlayacak bilgiler, ölçüler ve düzenlemeler mevcuttur. 

-Kur’ân-ı Kerîm’de, iman ve akıde meseleleri, yaradılış ve bütün varlıklar hakkındaki bilgiler, ibâdetler ile ilgili hükümler ve temel esaslar, ahlâkî konular, geçmiş kavimler ve peygamberlerin hayatlarından ibret ve ders alınması gereken kesitler ve bilgiler, tabiata ve bütün kâinata dâir mûcizevî, günümüz teknolojisi ve ilmî imkânlarıyla bile yeni yeni keşfedilebilen, anlaşılabilen ve pek çoğu belki hâlâ tam olarak anlaşılmamış olan bilgi ve hakîkatler, ölüm ve sonrası hakkında bilgiler, insan ve diğer bütün varlıkların huzuru, güveni ve mutluluğu, hakları ve sâhip oldukları değerlerin korunabilmesi için dokunulmaz olan düzenlemeler ve ölçüler ve daha pek çok konu ve düzenlemeler bulunmaktadır. 

-Kur’ân’dan yararlanabilmenin birinci şartı muttaki, yâni Allah’tan korkan, hakla bâtılı ayıran ve sâlih kimseler arasına girmek isteyen biri olmak gerekir. İkinci şartı ise; ‘gayb’e, yâni duyularla algılanamayan ve insanın deney ve gözlemlerine konu olmayan şeylere inanmaktır. Allah, melekler, vahiy öldükten sonra dirilme, Cennet ve Cehennem gibi tadılıp koklanamayacağı ve ölçülüp tartılamayacağı bilinen bir gerçektir. Üçüncü şartı: Kur’an öğretilerini hemen pratiğe uygulamaya hazır olmaktır. Dördüncü şartı: kişinin Allah’ın ve insanların hakkını vermek üzere kitap’taki tâlimatlara uygun olarak parasını başkalarıyla paylaşmaya hazır olmasıdır. Beşinci şartı:Vahye inanmaktır. Altıncı şartı: bütün ifâde ettikleriyle birlikte öldükten sonra dirilmeye, yâni ahrete inanmaktır. (s: 3-6)

8. sayfadaki ‘Kur’ân’ı Anladıkça’ başlıklı çok mânâlı şiirden sonra eser ‘Sözün Özü’ başlıklı yazı ile devam ediyor. Burada da 24 ayar saf altın gibi, lüzumsuz iâdelerden, kelimelerden arındırılmış, anlaşılması kolay cümleler yer alıyor. (s: 9)

Ön söz’ başlıklı yazıda: Kur’ân-ı Kerîm’den derlenen insan hakları ile alakalı hususların, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannâmesinden daha geniş ve kapsayıcı olduğu belirtiliyor. Üstelik Kur’ân-ı Kerîm 600’lü yıllarda insanlığa armağan edilmiştir. İnsan Hakları Evrensel Beyannâmesi ise 10 Aralık 1948’de kabul edildi. Aradan geçen 1300 yıla rağmen insanlığa, Ku’ân kadar imkân sağlayamamıştır. Üstelik İnsan hakları Evrensel Beyannâmesinde yazılı hususların müeyyidesi de garantörü de yok gibidir. Sâdece bu gerçek bilinse ve kavransa, yalnızca Müslümanlar değil, Müslümanlık dışındaki semâvi dinlerin mensupları, beşerî inanç sistemlerine bağlanmış veya hiçbir inancı olmayan insanlar… hep birlikte Kur’ân-ı Kerîm’in kuşatıcı, huzur verici ve bol nimetli hayatını tercih ederlerdi. 

Makalenin müellifi, bu durumu şöyle açıklıyor: İslâm dünyasının içinde bulunduğu şartlar, İslâm’daki ve Kur’ân’daki eksikliğin değil, biz Müslümanlardaki gayretsizliğin neticesidir. ‘Çünkü Müslümanlar Kur’ân-ı Kerîm’i ağlamak için okudukları kadar anlamak ve hayatlarına tatbik etmek için okumuyorlar.’  

Evet, İslâmiyet’i çok iyi bilen insanlarımız var. Onlar mükemmel birer mü’mindir. Fakat mükemmel mü’min olmak yetmez. O’nun ancak kendisine faydası vardır. Yaşayışı ile görünüşü ve davranışlarıyla, ahlâkı ve dürüstlüğüyle çevresindeki insanlarda, ‘ne mükemmel insan, ben de onun gibi olayım, ben de Müslüman olayım’ düşüncesinin oluşmasına ve tahakkukuna katkısı olmuyorsa, vazifesini yapamamış demektir. Sözü edilen düşüncenin oluşmasını ve fiiliyata dönüşmesini sağlamak, her Müslüman için farz- kifâye değil, ‘farz- ayn’dır. Çünkü ‘Müslüman’ım diyen herkes, Cenâb-ı Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Şimdi ey halifeler! durup kendimize soralım: Çevremizde, kendimiz dâhil kaç kişi; ‘Bir elime Güneş’i öbür elime Ay’ı verseler, İslâm’ın emrettiği prensiplerden ve o prensipleri öğretmekten asla vazgeçmem’ diyebiliyor? 

Kur’ân-ı Kerîm’de İnsan Hakları’ serisinin ikinci cildinde ele alınan konu başlıkları, kitabın zenginliği hakkında bilgi veriyor: (s: 13)

1-Bismillahirrahmanirrahim (Rahmen ve Rahim olan Allah’ın adıyla.

2-Kur’ân-ı KerîmÂyetleri Işığında Aklın ve Bilginin, Okumanın İnsan Üzerindeki Hakları.  

3-Kur'ân-ı Kerîm Âyetleri Işığında Duâ.

4-Kur’ân-ı Kerîm Âyetlerinde İbret ve Geçmiş Kavillerin Başına Gelenlerden Ders Almak.

5-Kur’ân-ı Kerîm Âyetleri Işığında İnsan Hakkı İhlali Olarak Fitne - Fesat ve Fücur. 

6-Kur’ân-ı Kerîm Âyetleri Işığında Sosyal Dayanışma Örneği ‘Zekât - Sadaka – İnfak.’ 

7-Kur’ân-ı Kerîm Âyetleri Işığında Mutlu Olmak Mutlu Etmek.

8-Kur’ân-ı Kerîm Âyetleri Işığında Sosyal Davranışlar ve Sorumluluklar.

9-Kur’ân-ı Kerîm Âyetleri Işığında Engelli Hakları.

10-Kur’ân-ı KerîmÂyetleri Işığında Evlilik ve Eşlerin Hakları.

11-Kur’ân-ı KerîmÂyetleri Işığında Esirlik ve Kölelik.

12-Kur’ân-ı Kerîm Âyetleri Işığında Acı Keder ve Sıkıntılar Karşısında İslâm Dininin Mânevî Gücü ve Desteği.

Sonraki sayfalarda, ‘İnsan Hakları’ndan söz eden âyetlerin tefsirleri verilerek yorumları yapılıyor. (s: 14-95)

Tefsir ve yorumlarda dikkat çeken hususlardan birkaçı:

-Allah yerine ‘tanrı’, Rahman yerine ‘esirgeyen’, Rahîm yerine de ‘bağışlayan’ kelimelerinin kullanılması, bu isimlerin mânâlarını tam olarak karşılamaz. Çünkü Allah ismi, bu isme hakkıyla lâyık olan ‘tek, eşsiz, benzersiz, bütün kemal sıfatlarına sâhip ve eksikliklerden uzak, varlığı zarûrî (olmazsa olmaz), yokluğu düşünülemez’ olan yüce zâta mahsustur. Bu sıfatları taşımayan hiçbir varlığa Allah denilemez. Halbuki insanların uydurdukları, kendilerine göre bâzı nitelikler yükledikleri mâbutlara ‘tanrı’ denilebilir. Başka bir deyişle tanrı kelimesi Allah için de kullanılabilir, lâkin Allah ismi Ondan başka hiçbir varlık için kullanılamaz ve Arap dilinde de kullanılmamıştır. 

-Kur’ân dilinde Rahman sıfat-ismi de Allah’a mahsustur. Başka hiçbir varlık için kullanılmamıştır. Rahman ‘en uzak geçmişe doğru bütün yaratılmışlara sonsuz ve sınırsız lütuf, ihsan, rahmet bahşeden’ demektir. Rahman, rahmetiyle muamele ederken buna mazhar olan varlığın hak etmesine, lâyık olmasına bakmaz, bu sıfatın tecellisi yağmur gibi her şeyin üzerine yağar. Güneş gibi her şeyi ısıtır ve aydınlatır. Rahîm ‘çok merhametli, rahmeti bol’ demek olup bu sıfatla kullar da nitelenebilir. Allah'ın rahîm sıfat-ismi O'nun, daha ziyâde kullarının gelecekte elde etmek üzere hak ettikleri, lâyık oldukları sınırsız rahmetini, lütuf ve merhametini ifâde etmektedir. ‘Esirgemek’ ve ‘bağışlamak’ bu sonsuz, engin ve etkisi çeşitli rahmetin ancak bir parçası, etkilerinin yalnızca bir çeşididir. (s:15-16)

-Okumaya veya herhangi bir işi yapmaya Yüce Allah’ın adıyla başlamak, Allah tarafından Hz. Peygamber’e (s.a.v.) vahyedilmiş bir edep ve saygı kuralıdır. //  Öyleyse, her işin neticesinin Allah’ın (c.c.) dilemesi ve yardımıyla, iyi ve hayırlı bir sonuca ulaşabileceğini bilen ve böyle inanan bir insan, her işine besmele ile başlamalı, işini Allah’ın rızâsına uygun e düzgün yapmalı, her şeyiyle de neticesi hakkında Allah7a tevekkül etmelidir. (s: 18) 

-İnsan en güçlü olduğunu düşündüğü anda aczini idrak eder, aslında çok da güçlü olmadığını, her şeye güç yetiremeyeceğini fark eder. Küçücük bir bakteri, bir virüs veya bir deprem, güç yetiremediği başka bir durum ona aslında her şeye güç yetirir bir durumda olmadığını hatırlatır. Ve insan her daim, her şeye gücü yeter bir yüce kudrete, mutlak güç sâhibi bir varlığa sığınma ihtiyacı duyar. En ilkel inançlar ve pagan dinlerden, kitabi din ve inanışlara kadar her din ve inanışta, kendisine inanılıp sığınılan, duâ edilen bir tanrı tasavvuru hep olagelmiştir. Bu durum fıtridir, insanın tabiatında, yaradılış karakterinde vardır.

İslam dininde ibâdetin yâni kulluğun özü, Allah'a teslimiyet, tevekkül ve duâdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ‘Dua ibâdetin özüdür, iliğidir.’ (Tirmizi- Deavat) buyurmuşlardır. İnsanın kendi kendine yeterlilik iddiası, bir tür tanrılık anlayışı olarak kabul edilmiş ve şirk sayılmıştır. Kullukta esas, kişinin aczini idrak ve itiraf edip, yüce Allah'a (c.c.) yönelmesi, teslim olması ve O'na boyun eğmesidir.

İslam Dininde dua, fiili dua ve kavli yani sözlü dua olarak iki şekilde yapılır. Fiili dua, insanın öncelikle kendi yapması gereken, üzerine düşen görev ve sorumluluklarını yerine getirmesi, hiçbir şey yapmadan oturup Allah'a yalvarmaması demektir, insan, gücü yettiğince yapması gereken görev ve sorumluluklarını yerine getirdikten sonra işinin neticesinin güzel ve hayırlı olmasını, eksik ve kusurlarının affolunmasını isteyip, Allah'a yalvarmasına da tevekkül ve kavli, yani sözlü dua denir.

Duânın üç unsuru vardır: 1-İnsanın, kendisi, sevdikleri ve bütün insanlık ve hatta bütün varlık âlemi için Allah'tan (c.c.) bir şeyler istemesi, talep ve istek. 2-Allah'ın (c.c.) kendisine verdikleri, en başta yaratıp yaşatması ve diğer lütuf ve ikramlarına teşekkür etmesi, şükür. 3-Allah'tan (c.c.), günah, kusur ve eksikleri için af ve bağışlanma dilemesi, tövbedir.

İlâhî rehberimiz olan, kitabımız Kur’ân-ı Kerîm duâ etmeyi teşvik etmiş, bizatihi Allah'ın (c.c.) zatı ve peygamberlerinin (a.s.m.) dilinden pek çok duâ örnekleriyle, O'na nasıl duâ edeceğimizin güzel örneklerini bize göstermiştir. (s: 26)

Okumaya doyum olmayan eserden çok güzel ve tesirli bir masal ile bir hikâye: 

SERÇE

Serçe Allah'a küsmüştü. Günler geçiyordu ve serçe hiçbir şey söylemiyordu. İçine kapanmış, derin bir hüzne boğulmuştu. Artık Rabbine bir şey demiyordu ve O’nunla konuşmuyordu. Melekler merakla, Allah'a serçeyi soruyorlardı. Her defasında Allah meleklere, ‘gelecek’ diye cevap veriyordu. ‘Çünkü onun sesini duyacak tek varlık benim ve onun minik kalbindeki derdini anlayacak olan da benim’ diyordu.

Bir zaman sonra serçe, kalbi hüzün, gözü yaşla dolu bir halde bir ağacın dalına kondu. Hiçbir şey söylemiyor, öyle sessizce bekliyordu. Allah serçeye seslendi: ‘Söyle bana! Canını sıkan ve kalbini hüzne boğan nedir senin?’

Serçe mahzun ve biraz da sitemli bir ses tonuyla:

Küçük bir yuvam vardı. Yorulduğumda dinlendiğim, üşüdüğümde sığındığım. Kimseyi rahatsız etmiyordum ve kocaman bir dünyada ufacık bir yerdi, kimsenin yerini dar etmiyordu. Sen onu da bana çok gördün, neydi o zamansız fırtına? Esip yıktı yuvamı ve beni yuvasız bıraktı.’

Allah; ‘Sen yuvanda uyurken seni avlamak isteyen bir yılan yuvana doğru geliyordu. Seni yılandan korumak için fırtınaya emrettim, yuvanı yıksın diye. Böylece sen oradan uzaklaşarak yılandan kurtuldun. Karşılaşacağın belâdan seni muhabbetimle kurtardım. Sen kuşatıcı muhabbetimi görmüyor, geçici belâlardan dolayı bana darılıyorsun.’

Serçenin gözleri doldu ve ağlamaya başladı. Onu seven Allah'ın şefkat ve merhametine hayran kaldı. 

Utangaç bir sesle: ‘Affet Allah'ım!’ diyebildi sadece.

TEBESSÜM!

Babasının elinden tuttuğu küçük kız çocuğu, yolda yürürken hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hal içinde, yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen telefonuna uzandı, teşekkür konulu güzel bir not yolladı. Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğlen yemek yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş bıraktı. Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Akşam eve giderken, aldığı bahşişin bir kısmını her zaman köşe başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı. Adam öyle minnettar oldu ki, başını kaldırıp uzak kıyılara baktı. İki gündür boğazından lokma geçmemişti. Karnını uzun bir zaman sonra ilk defa doyurduktan sonra, ıslık çalarak bir bodrum katındaki tek odalı evinin yolunu tuttu. Yolda bir saçak altında titreşen köpek yavrusunu görünce kucağına alıverdi. ‘Bu gece senin koruyucu meleğin benim’ dedi. 

Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için sevinçliydi. Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu. Sabaha karşı apartmanı dumanlar sardı. Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı, sonra bütün apartman… Anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp ölümden kurtardılar. 

Bütün bunların hepsi, beş kuruşluk bile maliyeti olmayan bir tebessümün neticesiydi. 

O küçük kızın tebessümü…

***

Aziz ve Muhterem Okuyucularım!

Biline ki bu sayfada, içerisinde inci bulunduran istiridye ve midyenin, değer ifâde etmeyen kabuklarından söz edilebilmiştir. Cevhere ulaşabilmek için ‘Kur’ân-ı Kerîm’de İnsan Hakları’ isimli eserin tamâmını okumak gerekecektir.  

MEDENİYETLER EVİ: Şehit Muhtar Caddesi Nu: 2 Mede Apartmanı Kat: 5, Daire: 7 Taksim, İstanbul. Telefon: 0.212-609 70 20 Belgegeçer: 0.212-237 88 27  e-posta. [email protected]  www.hazer.gen.tr  

ALİ POLAT:

1944 yılında Tebriz şehrinde doğdu. Azerbaycan kökenli bir ailenin mensubudur. 1964 yılında önce Bakü’ye geçti, daha sonra da Türkiye’ye yerleşti. Erzurum Atatürk Üniversitesi’nden Ziraat Yüksek Mühendisliği Ekonomi bölümünden mezun oldu. Ülkemizde faaliyet gösteren büyük bir sanayi kuruluşunun sâhibidir. 

Küçük yaşlardan itibaren babasından dinî ve sosyal eğitim aldı. Çalışarak okudu ve ticâret yaptı. Çeşitli milletlerden binlerce düşünce ve ilim adamının özdeyişlerini kendi özdeyişleriyle birlikte ‘Üç bin Yıllık Birikim’ adlı kitabında topladı. Eserini bütün mahkûmlara ulaştırmak için özel bir gayret gösterdi. Eserleri Azerbaycan'da Azerbaycan Türkçesi, İran’da Farsça ve Türkçe ile yayımlandı. 

Diğer eserlerinden bâzıları: *Ya Ali / Hz. Ali'nin Hayatı, Felsefesi 1555 Hikmetli Sözü (2003), *…Ve Biz (2004), *Ömer Hayyam ve Rubaileri (Kitap ve CD 2008), Bir Damla Su 1. Cilt-Su ve İnsan Sağlığı (2010), Bir Damla Su 2. Cilt Su ve Hayat (2011), *Bir Damla Su 3. Cilt Su ve Toplum (2012), *Bir damla Su 4. Cilt Ab-ı Hayat (2013), *Medeniyetlerin Buluştuğu Tebriz ve Çevresi (2014), *Tebrizli Bayatılar (2015), *Gençlerin Yaşam Enerjisi: Su (2017). *Sağlıklı Yaşamak ve Yaş Almak için Bedenimizi Tanıyalım (2017), *Geleneksel ve Koruyucu Tıpta Sağlığın 8 Önemli Faktörü için 8 Kitap (2019) (Son 2 eser, yurt genelindeki Ceza ve İnfaz Kurumları’nın, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kuruluşlarının, Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin, Kadın Misâfirhânelerinin, Üniversitelerin, Polis Akademilerinin, Belediyelerin, Dînî Kuruluşların Kütüphanelerine ve yazılı olarak istekte bulunanlara bedelsiz olarak dağıtılacaktır. 

Ali Polat’ın kitap çalışmaları, genel çerçevede, insanlara fayda sağlayacak şekilde, ağırlıklı olarak sosyal meselelerle alâkalıdır. Çalışma mevzuları, içerdiği bilgiler ve öğretiler açısından, her bireyin kendi hayatında uygulayarak müsbet sonuçlarını görebileceği, aynı zamanda oluşturduğu farkındalıkla, insanın hem kendine hem de çevresine daha faydalı olmasına yardımcı olacak şekilde seçilmiş ve işlenmiştir

Yazarın, bu çalışmaları, gerçekleştirmesindeki temel sebep, fertten başlayarak, toplumu daha bilgili, daha hoşgörülü ve anlayışlı bir noktada görme arzusudur 

Ali Polat, 2001 yılında ilk derlemesi olan ‘Üç Bin Yıllık Birikim’ kitabı ile yazarlık hayatına başlamış ve 2020 yılı itibariyle, 50’ye yakın eseri yayımlanmıştır. Çalışmaları, ticârî maksat gütmeksizin sosyal sorumluluk bilinciyle hazırlanmıştır.