İNDİRİLDİĞİ DÖNEMİN IŞIĞINDA
K U R ’ Â N T E F S İ R İ
TEVHİD MESAJI
İslâm medeniyetinin temeli Kur’ân-ı Kerîm’dir. Kur’ân’ı ilk tefsir eden; sözlü olarak yorumlayan-açıklayan Hz. Muhammed (sav) Efendimizdir. Tefsiri ondan ashabı almış, ashap da bu bilgileri tâbiîne aktarmıştır. Tâbiînin önde gelenlerine ait Kur’ân tefsirleri bir araya getirilmiştir. Tefsirlerin kitap hâline getirilmesine, milâdî 8. asırda başlandı. Bu hizmetlerde İran asıllı İbn Cerîr et-Taberî (839-923) ön planda görülmektedir. Türk asıllı Ebû Mansur Muhammed el Mâtürîdî (853-944) ‘Te’vilâtü’l-Kur’ân’ isimli kitabını yazdı. O, meâl veya tefsir yerine, ‘Görünenden farklı yorumlama, bilinenden farklı bir mânâ yükleme’ mânâsında ‘Te’vîl’ kelimesini uygun görmüştü. Tercihinin sebebini şöyle açıklıyordu: ‘Tefsir, İlâhî kelâmın mânâ ve maksadı hakkında kesin ifâde kullanılmasıdır. Bunu ancak, nüzûl sebeplerini bilen ve hâdiselere vâkıf olan sahâbe yapabilir. Te’vîl ise sözün varabileceği muhtemel mânâlarla yorumlanmasıdır.’
O târihlerden günümüze, yüzlerce müfessir, yüzlerce tefsir kitabı hazırladı.Her evde en az bir, pek çoğunda ise 3-5 adet tefsir kitabı vardır. Bu bolluğa rağmenTefsir ana bilim dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Elik, Yrd. Doç. Dr. Muhammed Coşkun ile birlikte; ‘Tevhid Mesajı’ adını verdiği yeni bir eser hazırladı.
Elik Hoca, 6 yaşında okumaya başladığı, 11 yaşında hıfzettiği, derinliklerini daha iyi anlayabilmek için Kur’ân’ın nâzil olduğu Mekke topraklarında 14 yıl ikamet etme imkânı buldu. Bu birikimlerini, 2000 yılında başladığı çalışmaların neticesi olarak meydana getirdiği eserini, mü’minlerin istifâdesine sundu. 2013 yılında, sert kapak içerisinde 17 X 24 santim ölçülerinde lüks Iwory kâğıda basılı 1488 sayfalık kitap, 2015 yılında ikinci, 2016 yılında üçüncü defa basıldı.
Eserin müellifleri Prof. Elik ve Dr. Coşkun, ‘Tevhid Mesajı’ adını tercih etmelerinin sebebini müşterek imzâlı ‘Giriş’ başlıklı yazıda şöyle açıklıyorlar: “Bu tefsirin temel mantığı, Kur’ân-ı Kerîm’in nüzûl ortamında ifâde ettiği anlamı, klâsik tefsirden de istifâde ederek okuyucuya özlü bir şekilde sunmaktır. Mâlûm olduğu üzere Kur’ân’ın temel mesajı, ‘tevhid’dir. Tevhid, Allah’ın benzerinin, denginin veya zıddının bulunmaması, ulûhiyyete lâyık yegâne mâbut olması demektir.”
Arapça bilmeyenlerin, Kur’ân meallerini veya tefsirlerini okuyarak bütün derinliği ve enginliği ile anlamaları mümkün değildir. Meallerde geniş açıklamalar yoktur. Bâzı tefsirler de 10-30 cilt gibi büyük hacimlerdedir. Bu tür eserler elbette lüzumlu ve faydalıdır. İlâhiyat öğrencilerinin ve ilim adamlarının vazgeçilmezidir. Sâde vatandaşlarımız fazla zaman ve emek harcamadan aradığı bilgiye kolayca ulaşmayı tercih eder. Prof. Elik ve Dr. Coşkun, bu hakîkatleri göz önünde bulundurarak eseri; ‘genişçe bir meal ve efrâdını câmi, ağyarını mâni tefsir’ ölçüsüyle hazırlamışlar.
Kur’ân, sâdece okunmak için değil, müminlerin okuyup doğru olarak anlamaları ve anladıklarını tatbik etmeleri için gönderilmiştir. ‘Tevhid Mesajı’ bu maksada hizmet edecek şekilde hazırlanmıştır.
Kur’ân kitap değil, hitap’tır: Kelimelerdir, cümlelerdir, dildir. Hiçbir dil, başka bir dile aynen çevrilemez. Çevrilirse, mânâ ifâde eden cümleler değil, kelimeler yığını elde edilir. Kur’ân’ın dil ve üslûp zenginlikleri, çeşitlilikler ve zenginlikler ihtiva eder. Söz konusu çeşitliliği ve zenginliği meallerle okuyucuya yansıtmak mümkün olmaz. Elik ve Coşkun’un hazırladığı eser, bu ölçülerden geniş, tefsirlerin yorucu teferruatından uzaktır. Dipnotlarla, çok sayıda İslâm âliminin görüş ve yorumlarına ulaşılabilmektedir. Eser; tefsir dalında 53, hadis dalında 13, siyer ve târih dalında 13, sözlük dalında 13 ve diğer sâhalarda 12 adet olmak üzere 104 adet ilmî eserden faydalanılarak hazırlanmıştır.
Her sûrenin, ihtiva ettiği konulara göre kendi içinde bölümlere ayrılmış olması, ana temanın okuyucu tarafından kolaylıkla anlaşılmasını sağlamaktadır.
‘Tevhid inancının kapısı’ olarak vasıflandırılan Fâtiha sûresinin tefsiri, kitabın bütünü hakkında fikir verecek, hükme varılmasını sağlayacak mâhiyettedir:
FÂTİHA
Tevhit inancının kapısı!
Mekke döneminde vahyedilen, âdeta Kur’an’ın açılışı ve özeti niteliğinde olan bu sûrede, tevhidin temel gerekçesi açıkça ortaya konmakta; yaratıcı, nimet verici, dünya ve âhiretin yegâne hükümranı olan Allah’a, doğrudan / vasıtasız kulluk (ibadet) edilmesi gerektiği ifâde edilerek, hiçbir nesneye kutsallık, hiçbir insana beşer üstü bir kudret ve nitelik atfedilmemesi gerektiği vurgulanmaktadır.
Sûrenin nâzil olduğu dönemde, Kur’ân’ın ilk muhatapları olan Mekke müşriklerinin, Allah nezdinde üstün değer sâhibi olduğunu düşündükleri bazı kişi ve nesneleri, O’nunla aralarında vasıta kıldıkları dikkate alındığında, Fâtiha’nm, tevhit inancının âdeta bir beyannâmesi olduğu ortaya çıkar.
Birçok isimle anılan sûre hakkında Hz. Peygamber’in övgü dolu ifâdeleri vardır.
Yedi âyetten oluşmaktadır.
l. Rahmetiyle sayısız nimetler ihsan eden ve kulluk edilmeye lâyık yegâne mâbut olan Allah’ın yardımıyla!
2-4. Allah bütün varlıkların yegâne yaratıcısı ve sahibidir. O, insanlara sayısız nimetler ihsan etmiştir; dünyada ve âhirette O’ndan başka yardım istenecek kudret olmadığı gibi, O’ndan başka yardım edebilecek güç de yoktur. Kulluk edilmeye lâyık yegâne mâbut O’dur. O halde O’nun nimetlerine şükrediniz ve sadece O’na kulluk ediniz.
5.(Ey müminler! Size bu nimetleri ihsan eden rabbinize şöyle dua ediniz): Rabbimiz! Sadece sana kulluk eder, müşrikler gibi başka varlıklardan medet ummayıp yalnızca senden yardım dileriz.
6-7.Bizleri tevhit inancından sapıp peygamberlere düşmanlık ederek İlâhî rahmetten mahrum kalan ve cezaya müstehak olanların durumuna düşmekten muhafaza eyle! Dünyada ve âhirette ilâhî rahmete ve cennet nimetine nâil olan mesut kullardan olabilmek için daima tevhit yolunda sebat etmeye muvaffak kıl.
Besmelenin başındaki “bâ” harfi, istiâne (yardım istemek) anlamı verir (bk. Taberî). Aynca burada lafzan söylenmemiş olmakla beraber takdir edilen fiilin “okurum, başlarım”), o fiile taalluk eden isimden sonra gelmesi de, Allah lafzına vurgu ifâde eder ve müşriklerin her işe başlarken kendi ilâhlarının adlarını zikretmelerine cevap teşkil eder (bk. Taberî, Zemahşerî).
Rab kelimesi Kur’an’da Allah’ın yaratıcılığını ve mâlik oluşunu vurgulamak üzere kullanılır (bk. Taberî).
Rahmân kelimesi, insanlar için kullanıldığında şefkat ve merhamet gibi duygusal bir içeriğe sahip olsa da, Allah için kullanıldığında, O’nun sonsuz ikram ve lutuf sahibi olması anlamına gelir (bk. Râgıb el-İsfahânî, ei-Müfredât, “rhm” md.; Râzî). Aynı kökten türeyen rahmân ve rahîm isimleri bazı ilimlere göre aynı anlama gelirken (bk. Taberî), bazı âlimlere göre de rahmân yaratma nimetine, rahim yaşatma ve diğer nimetlere işaret eder (bk. ibn Acîbe, ei-Bahrü'l-medîd).
bk. Taberî, Zemahşerî.
Hamd “şükretmek”anlamına gelmekle beraber sadece “şükürler olsun” gibi bir ifâdeye hasredilmesi de doğru değildir. Âlimler bunun hem sözlü hem de fiilî şükür olması gerektiğini vurgulamışlardır ki kulun Allah’a fiilî olarak şükretmesi demek, öncelikle O’na kulluk etmesi, başka şeyleri O’na ortak koşmaması demektir. Nitekim Endülüslü müfessirlerden İbn Atıyye ve İbn Cüzey, kelimenin kelime-i tevhitten daha güçlü bir şekilde tevhit vurgusu taşıdığını ifâde etmişlerdir (bk. ibn Anyye, el-Mufiarrar, İbn Cüzey, et-Teshîl).
Taberî
Mâtürîdî’nin şu ifâdeleri buradaki dua cümlelerinin müminlere bir emir olduğunu, onlardan bu şekilde dua etmelerinin istendiğini göstermektedir: “Bu âyetin başında, gizli bir emir fiili bulunmaktadır ki bu fiil de ‘de, söyle’ anlamına gelen ‘kul’ fiilidir.”
Râzî bu âyette geçen “Sadece sana kulluk ederiz” ifâdesinin, “lâ ilâhe illallah” ile aynı mânada olduğunu ifâde etmiştir. Nitekim İbn Abbas, Kur’an’da ibadet (kulluk) kelimesinin her geçtiği yerde “tevhit” anlamına geldiğini söylemiştir (bk. Mâtürîdî).
Burada söz konusu olan yardım (istiâne), insanların dünyevî konularda yardımlaşmaları değildir. Kur’an, müminlerin hayırlı işlerde yardımlaşmalarını emretmektedir (bk. Mâide 5/2). Buradaki yardım isteme (istiâne), kişinin herhangi bir varlığa kutsallık atfederek âhirette onun kendisine yardımcı olacağını düşünmesi yani şirk koşmasıdır.
Buradan itibaren sûrenin sonuna kadar olan âyetler, dua anlamı içerdikleri için iki türlü anlaşılabilirler. Ya Allah kullarına böyle dua etmelerini, dolayısıyla böyle inanıp böyle davranmalarını söylemektedir ya da haber cümlesi şeklinde emir cümlesi kullanmaktadır. Nitekim En‘âm sûresinin başında geçen “Hamd Allah’adır” cümlesinde Taberî, “Başka varlıklara değil, sadece ve sadece Allah’a hamd ediniz, hiçbir şeyi O’na ortak koşmayınız” şeklinde izah etmekte ve “Bu cümle haber kipinde olmakla beraber, emir anlamındadır” demektedir. Kendi cümlesi şöyledir: Fâtiha sûresinde ise cümledeki her bir unsuru tek tek açıklayan ve teknik izahlara giren Taberî, bu açıkmayı yapmamıştır. Ancak cümle aynıdır. Benzer şekilde Zemahşerî de bu ifâdelerin Allah tarafından kulların diliyle söylendiğini belirtir.
Âyette geçen ifâdenin “hıristiyanlara” ve “Yahudilere” işaret ettiğini bildiren rivayetler vardır. Bizim verdiğimiz anlam bunu kapsayacak şekildedir. Muhtemelen Hz. Peygamber, Medine’de kendisine iman etmeyen Yahudileri ve Hıristiyanları bu ifâdelerle nitelemiştir. Ancak bu ifâdelerin Mekke’de vahyedildiğini düşündüğümüzde, Hz. Peygamberin bu ifâdesinin tefsir mahiyetinde bir izah olmaktan ziyade bir tür “iktibas” olduğunu düşünmek mümkündür. Zira neredeyse bütün müfessirler, bu sûrenin ilk âyetlerinin kelime-i tevhit kadar güçlü bir tevhit ilânı ve şirk tenkidi olduğunu beyan etmektedirler. Sûrenin bir bütün olarak nâzil olduğu da dikkate alınınca, ilk âyetlerinde tamamen şirk tenkidine yoğunlaşan kısa bir sûrenin sonunda konunun değiştiğini söylemek zordur. Bize göre bu âyetlerde temel vurgu, tevhidi ve Hz. Peygamberi inkâr edenlerin eleştirilmesidir. Nüzûlü esnasında bu eleştirinin ilk muhatapları müşrikler olmakla berâber, hicretten sonra Hz. Peygambere düşmanlık eden ve tevhitten sapan Medine’deki Yahudi ve Hıristiyanlar da bu âyetlerde tenkit edilenler kapsamına tabiî olarak girerler.
Buradaki kelime, Taberi tarafından (Bizi muvaffak kıl) şeklinde tefsir edilmiştir. Bu tefsir İbn Abbas’tan da nakledilmiştir. (bk.Mâverdî)
Eserin 1480 ve 1481. sayfalarında Nas sûresi, ‘Büyü ve benzeri yersiz korkuların reddi’ alt başlığıyla yer alıyor. 30. Cüz 114. Sûre Nâs
Mekke döneminde vahyedilmiştir. Tevhide karşı her türlü yolu deneyen Mekke müşriklerinin sihir vb. şeylerle Hz. Peygamber’i korkutmaya ve etkilemeye çalışmalarına reddiye teşkil eder.
Altı âyettir.
1-6.Ey elçimiz Muhammed! Cinlerden destek aldıklarını söyleyerek insanların içlerine şüphe ve korku salmaya çalışan, mânevî baskılarla seni yıldırıp dâvândan vazgeçirmek isteyen şeytan tabiatlı kimselere şunu söyle: ‘Allah’ın yardımıyla, sizler bana hiçbir zarar veremezsiniz! Zira insanların yaratıcısı, onların üzerinde tasarruf sâhibi olan kudret ve kulluk edilmeye lâyık yegâne mâbut Allah’tır. Ben O’na inanıyor, O’na güveniyorum.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Sihir ve gizli güçlere yönelik inançlar Mekke müşriklerinde yaygındı. Bu sebeple Hz. Peygamberi çeşitli yöntemlerle tevhitten vazgeçirmeye çalıştıkları gibi, bu tür mânevî baskılara da başvurarak onu yıldırmak istemişlerdi. Felak ve Nâs sûreleri, işte bu çabalara cevap sadedindedir. Ne var ki bu sûreler genellikle tam ters istikamette anlaşılmış, sihrin etkili ve gerçekten de korkulacak bir şey olduğu düşünülmüştür. Öyle ki bu sûrenin nüzûlüyle ilgili olarak, Lebîd b. A‘sam adlı bir Yahudinin Hz. Peygamber’e sihir yaptığı söylenir (bk. Râzî). Ancak böyle bir telakki Kur’an’ın üzerinde durduğu tevhit inancına aykırıdır. Nitekim Kâdî Abdülcebbâr bu yöndeki görüşleri reddederek, Hz. Peygamber’e yapıldığı iddia edilen sihrin asla gerçekleşmediğini söylemekte, bu anlayışın Kur’an’ın birçok âyetine aykırı olduğunu, nübüvvetin güvenilirliğine gölge düşürdüğünü, böyle bir iddianın, müşriklerin Hz. Peygamber’e yönelik “Sen meshûrsun” (büyülenmişsin) şeklindeki iddialarını haklı çıkaracağını ifâde ederek, ona büyü yapıldığına dair görüş ve rivâyetlerin kesinlikle kabul edilemeyeceğini söylemiştir. (bk. Râzî) Biz de bu görüşe iştirak ediyoruz. Zira böyle bir telakki sihrin ve sihirbazlığın Kur'ân'la temellendirilmesine zemin teşkil etmekte, üstelik Hz. Peygamber'i de bunun ilk kurbanı olarak sunmaktadır. Esâsen Felâk ve Nâs sûreleri bu tür inançların tâmâmen bâtıl olduğunu, hiç kimsenin Allah'ın mutlak kudretine karşı koyamayacağını vurgulamaktadır. Nitekim bu sûrelerin bir adı 'Muavvizeteyen', diğer adı da 'mukaşkışşateyn'dir ki mukaşkışa 'süpürüp atan' anlamına gelir. Sonuç olarak burada, Hz. Peygamber'in, düşmanlarının sihir gibi faaliyetlerinden korkarak Allah'tan yardım istemesi değil, bilâkis kendisine bu yöntemle zarar vermek isteyenlere İlâhî himâyenin gücüyle meydan okuması ifâde edilmektedir. Taberî'nin tefsirinin girişinde 'istiaze'yi yorumlama biçimi de bu görüşü serdetmemizde etkili olmuştur. Doğrusunu Allah bilir.
İndirildiği Dönemin Işığında KUR’ÂN TEFSİRİ / Tevhid Mesajı; selis Türkçesi, sunduğu faydalı ve öz bilgiler sebebiyle, her evde bulunması gereken, herkesin faydalanabileceği bir eserdir.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ VAKFI YAYINLARI
Nuhkuyusu Caddesi Nu: 110 Bağlarbaşı 34662 Üsküdar İstanbul. Telefon: 0.216-651 15 06 Belgegeçer: 0.216-651 00 61 e-posta: [email protected] // www.ilahiyatvakfi.com
Prof. Dr. HASAN ELİK:
1949 yılında Tokat'ta doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini İstanbul'da bitirdikten sonra, 1976 yılında İstanbul İlahiyat Fakültesi'nden mezun oldu.
1977 yılında ilmî araştırmalar yapmak üzere Suudi Arabistan'a gitti.
King Abdülaziz Üniversitesi Arap Dili Enstitüsü'nü Pekiyi dereceyle bitirdikten sonra, 1982 yılında ‘Nur suresinde toplumsal Adab’ isimli master tezini tamamladı. Adı geçen üniversitede ‘Tahâvî'nin Müşkilu'l-âsâr’ adlı eserinin edisyon kritiğini yaparak 1989 yılında doktor unvanını aldı, 2007 yılında profesör oldu.
Yayınlanmış eserleri: *Dini Özünden Okumak, *Kur’ân’ın Korunmuşluğu Üzerine, *Kur’ân Işığında Farklı Konular, Farklı Yorumlar, *İçimizdeki Allah, *Model İnsan Peygamber, *Evrensel Mesaj / Kur’ân, *İslam ve İnsan, *İslam ve Hayat, *Yaratan ve Yaratılanlarla İletişim Biçimi Olarak İbâdet, *İslam ve Denge, *İslam’ın Va’dettiği Huzur, *Bütün İnsanlar Hür ve Tok Oluncaya Kadar, *Kuruluş ve Kurtuluşumuzda İslam, *İnsan Eksenli Din, Kur’ân Tefsiri (Tevhid Mesajı).
Dr. Öğretim Üyesi MUHAMMED COŞKUN
1977 Erzurum/Aşkale’de doğdu. 1996’da Bursa İmam Hatip Lisesi’den, 2002’de Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 2003-2011 yılları arasında Iğdır ve Bursa’da öğretmenlik yaptı. 2010 yılında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Yüksek Lisansını tamamladı. 2011 yılında Fakültede Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başladı, Tefsir bölümünde doktora çalışmasını tamamladı. Evli ve bir çocuk babasıdır. Eserlerinden bazıları: Kur’an’a Giriş (Muhammed Âbid el-Câbirî’den çeviri), Doğu-Batı Diyaloğu (Hasan Hanefi ve Muhammed Âbid el-Câbirî’den çeviri), Kur’an ve Yaşam Arasında Kadın (Raşid Gannûşî’den çeviri), Demokratik Hilafete Doğru (Ahmet el-Kâtip’ten çeviri), Hakkı Arayanlara Nasihatler (Haris el-Muhâsibî’den çeviri). Tevhid Mesajı (Prof. Dr. Hasan Elik ile birlikte)