DEDE KORKUT DESTANI’NIN TÜRKMENİSTAN BOYLARI

Yazarı Prof. Dr. Necati Demir tarafından; Dede Korkut Destanı’nın boylarını Türkmenistan diyârında derleyip yazıya geçiren Ata Rahmanov ve Dede Korkut Destanı konusunda çalışma yaptığı için yıllarca hapis yatan Meti Köseyev’in aziz ruhuna ithaf edilen eser, 14,3 X 21,7 santim ölçülerinde sert kapaklı, lüks ciltli ve 248 sayfadır. 

Eser, daha önceki yıllarda Türkmenistan'da derlenmiş Dede Korkut Destanı’nın 14 boyunu ihtiva etmektedir. Bunlardan 7 tanesi Dresden nüshasında yer alan boyların Türkmenistan’da anlatılan varyantıdır. Diğer 7 boy ise tamamen yeni boylardır. Dolayısıyla bahsedilen 7 boy daha önce Türk dünyasında bilinmediğine göre, bu yayın, Dede Korkut Destanı konusuna çok önemli bir katkı olacaktır.

Dede Korkut Destanı’nın Türkmen Türkçesi ile kaleme alınmış metinleri çeşitli kaynaklardan derleyip toparlanmış, sonra da aslına sadık kalarak Türkiye Türkçesine aktarılmıştır.

Eser, ‘Giriş’ ve “Dede Korkut Destanı’nın Türkmenistan Boyları” olmak üzere 2 kısımdır.

Giriş bölümünde Dede Korkut Destanı’nın Türkmenistan’da derlenen ve yazıya geçirilen boyları; konu, şahıs kadrosu, coğrafya ve Oğuz boyları bakımından değerlendirilmiştir. ‘Dede Korkut Destam’mn Türkmenistan Boyları’ bölümü ise Türkmenistan’da derlenip yazıya geçen ve çeşitli yayın organlarında yayımlanan metinlerden meydana gelmektedir. 

Hikâyelerden biri şöyledir:

 Günlerin birinde, dağlarda gezip yürürken bir çoban kaçıp geldi. Dili tutulmuştu, konuşamıyordu. Çoban başına gelen belânın ne olduğunu da anlatamıyordu. Bundan sonra; bazen malların biri bazen de çobanı kaybolmaya başladı. Halk bu olanlara şaşırıp kaldı.

Bunun üzerine Yapağılı Han, ili ve milleti ile görüş alışverişinde bulunmaya karar verdi, bu belânın ne olduğunu anlamaya çalıştı. Bu görüş alışveriş toplantısına pek çok kişi geldi, bayrak meydanında toplandılar. Maslahata gelenler, Yapağılı Han'ın konuşmasını beklediler.

Yapağılı Han atının üstüne çıkarak kalabalığa bakıp yüksek sesle konuşmaya başladı:

-Hey adamlar! Bazen mallarımız, bazen de çobanlarımız yitmeye başladı. Sebebini bilmiyoruz. Bunun nasıl bir belâ olduğunu bilmek gerek. Nasıl bilmeli, bir akıl verin, dedi.

Hiç kimseden ses çıkmadı. Kısa bir süre sonra, halkın ortasından bir yaşlı ulu yerinden kalkarak Yapağılı Han'ının yanına geldi, konuşmak için izin istedi. Yapağılı Han'ın müsaade etmesi üzerine şöyle dedi:

-Hey adamlar! Üç yüzden fazla ben diyen atlı silâhlı yiğit seçip toplamalıyız. Her çobanın yanına bir yardımcı vermeliyiz. Çobanların yanına yardımcı verilen yiğitler, hangi belâ gelirse onunla vuruşur, yener. Böyle etsek güzel olur, dedi.

Maslahata gelen kocalar, bu sözleri mâkul bildiler. Yapağılı Han üç yüz yiğit toplamak işini hizmetkârlarına buyurdu. Seçilen yiğitler üç gün içinde hazırlandılar.

Gelen yiğitlerin arasında Çakan Kembagal’ın oğlu da vardı. Yapağılı Han toplanan yiğitlerin yanına gelerek onları, birer birer çobanların yanlarına göndermeye başladı. Çakan Kembagal’ın oğluna da dağ vâdisindeki davar çobanının yanına gönderdi.

Çakanoğlu, denilen yere vardı. Davar çobanını buldu. Hiçbir şey gelmiyordu. Geceleyin de yatmadan bekledi.

Kırkıncı günün sonunda geceleyin Çakanoğlu'nun atı huysuzlaştı, hiçbir şey yemiyordu. Sürü itleri bir tarafa kaçıştılar, koyunlar da hiç yatmıyorlardı.

Çakanoğlu bir şeyler sezerek koyunların çevresini dolaştı. Gece yarısı olduğunda ileri tarafta iki ışık peyda oldu, yaklaşmaya başladı. Bunu gören atlar kişnedi, köpekler havladı, koyunlar bir yere toplandılar. Çoban uyuyordu, hçbir şeyden haberi yoktu.  (s: 185-186)

Hikâyenin devamını: 187. sayfadan itibâren okuyabilirsiniz.  

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş.  İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul

Telefon: 0.212- 251 03 50 Belgegeçer: 0.212-251 00 12

e-Posta: [email protected]  www.otuken.com.tr  

Prof. Dr. NECATİ DEMİR

20 Nisan 1964'te Ordu'ya bağlı Ulubey ilçesinin Kumanlar köyünde doğdu. Kumanlar İlkokulu (1974), Ordu Fatih Ortaokulu (1977), Ordu Fatih Lisesi (1980) Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (1987) mezunudur.

Yüksek lisansını Cumhuriyet Üniversitesinde (1992), doktorasını Selçuk Üniversitesinde (1996) tamamladı. Gaziantep Sarılsalkım Ortaokulunda Türkçe Öğretmeni (1987-1990), Sivas Cumhuriyet Lisesinde Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni, Cumhuriyet Üniversitesinde Türk Dili Okutmanı olarak çalıştı.

13 Haziran 1996’da Cumhuriyet Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümüne Yardımcı Doçent olarak tâyin edildi. 30 Kasım 2000'de Doçent, 9 Şubat 2006'da Profesör oldu. Yüzden fazla kitabı ve yüzden fazla makalesi bulunmaktadır. Bu kitaplarından dört tanesi Harvard Üniversitesi’nde, yirmi yedi tanesi Almanya'da, bir tanesi Avusturya'da, bir tanesi de Danimarka'da yayımlanmıştır.

1996-2010 yılları arasında Cumhuriyet Üniversitesi Eğitim Fakültesi Ortaöğretim Sosyal Alanlar Bölümünde öğretim üyesi ve bölüm başkanı olarak görev yaptı.

2010 yılında Gazi Üniversitesine tâyin edildi. Hâlen Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Ana Bilim Dalında öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır.

KUŞBAKIŞI

Ermeni Kaynaklarında 

TÜRKLER ve MOĞOLLAR 

Türklerin Moğollarla münâsebeti, Milâttan önceki asırlarda başlamıştır. Türkleşen Moğollar olduğu gibi, Moğollaşan Türklerin varlığından da söz edilir. Eski çağ târihçilerinin bir kısmı Türklerle Moğolların ‘amca çocukları’ olduğunu belirtirler. Türkleşen Moğollar, Türk kültürünün bütün unsurlarını benimseyip almışlardır. Özellikle Altın Orda hükümdârı Berke Han’ın (Vefatı: 1266) Müslümanlığı kabul edişiyle başlayan Moğolların İslâmiyet’e geçmeleri, İlhanlı hükümdârı Gazan Han’ın (1272-1304) İslâmiyet’le şereflenmesinden sonra, Hazer Denizi çevresindeki bütün Moğollar Türkleştiler. 

Moğollar, 200 yıl gibi kısa bir süre içerisinde, hiçbir kavmin ulaşamadığı ölçüde geniş bir coğrafyada hâkimiyet kurmalarına rağmen, medeniyet ve kültür açısından çok zayıftı. İslâmiyet’le şereflenmelerinden önceki döneme ait târihe mal olmuş bir eser meydana getirememişlerdir. Geleneklerinden sâdece bir husus sonraki asırlara intikal etmiştir: Cengiz Han soyundan gelmeyen bir şahıs, kurdukları çok sayıdaki devlette han, hakan ve hükümdar unvanlarını kullanmamışlardır. Bu gelenek doğuda 1598 yılında târih sahnesinden silinen, Türk ve Müslüman Moğol kökenli son devlet olan Şıbânî Hanlığına, batıda ise yine Moğal kökenli Türk ve Müslüman Kırım Hanlığı’nın 1783 yılında Ruslar tarafından işgal ve ilhak edilmesine kadar bozulmadan kesintisiz devam etti. 

Prof. Dr. Hasan Oktay, 13,5 X 21 santim ölçülerindeki 320 sayfalık eserinde, Ermeni kaynaklarından derlediği bilgileri okuyucuya sunuyor. Belirttiğine göre Moğollar hakkında araştırma yapan târihçilerden pek azı, çok geniş ve farklı bilgiler ihtiva eden Ermeni kaynaklarından faydalanmıştır. Bu sebeple eseri, Moğollar hakkında daha önce bilinmeyen bilgiler ihtiva etmektedir. 

Birinci bölümde Ermeni müellifi Kiragos’un Moğollar hakknda verdiği bilgiler; *Moğolların Gürcistan Kralını Firara Mecbur Etmeleri, *Gence Civarında Gürcilerin Bozgunu, *Sultan Celâleddin’in Mağlubiyeti, *Gence’nin Yağma Edilmesi, *Kars Şehrinin  Harap Edilişi, *Erzurum’un Yağma Edilmesi, *Selçuklu Sultanı ile Muhabere, *Bağdat’ın Tahribi gibi başlıklar altında verdiği bilgiler yer alıyor. (s: 15-99 ) İkinci Bölümde Aknerli Grigor’un ‘Okçu Mullitler / Moğol Târihi’ başlıklı makaleler var. (s: 103-151) Üçüncü bölümde Ermeni Müellifi Vartan’ın ifâdeleriyle 1220-1268 yılları arasındaki savaşlar anlatılıyor. (s: 153-178) Dördüncü bölüm   Moğolların Kafkasya’yı işgallerine tahsis edilmiş. (s: 181-191) Son bölüm, Ermeni kaynaklarından alınan 19 adet makale ile tamamlanıyor. 

Eser, Moğol târihinde inceleme yapacak kişiler için mükemmel bir kaynaktır. 

HİTABEVİ YAYINLARI: Aksoy Çarşısı. Kızılay, Ankara.

Telefon: 0.312-435 55 66 e-posta: [email protected]  

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                              

ÇERKEZLERİN İSLÂMLAŞMASI:

Çok kişi,’Türkî’ kelimesini yanlış kullanır. Kelimenin; ‘Türk’le ilgili’, ‘Türk’e benzer’, ‘Türk gibi’ mânâları vardır. Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkistan Cumhuriyetlerinde yaşayan soydaşlarımız, ‘Türkî’ değil, doğrudan doğruya Türk’tür.  Kelimeyi kullanabileceğimiz en uygun etnik grup, Çerkezlerdir. Müslüman’dırlar, Karakter, örf ve gelenekler itibâriyle Türk’e benzerler, ‘Türk gibi’dirler. Bölgede Turan kökenli Türkler de yaşamaktadır. Bunlar; Karaçaylar, ‘Malkarlar’ olarak da anılan Balkarlar, Kumuklar, Nogaylardır. Çerkezlerin bir özelliği de, Osmanlı Hânedânına en çok gelin vermiş olmalarıdır.  

Kuzey Kafkasya bölgesinin Milattan önceki devirlerden itibâren yerli halkı olan Çerkezler, ‘Adığey’ denilen etnik grubun en büyük ve kalabalık unsurudur. Diğerleri;  Besleneyler, Mehoşlar, Abzekhler, Şapsığlar, Kaberdeyler, Ubıhlar, ve daha küçük diğer gruplar… 

İlâhiyat Fakültesi mezunu olup, Dinler Târihi Anabilim Dalı’nda yüksek ihtisas eğitimi alan Mustafa Özsaray, 13,5 X 21 santim ölçülerindeki 270 sayfalık eserinde ‘Çerkesler’ olarak andığı güzel insanların ‘Eski Dinlerini ve İslâmiyet’in Kuzey Kafkasya’ya Girişi’ni anlatıyor.  

Eski Adığe inancına göre bir büyük Tanrı vardır. Bu büyük ilahın adı ‘Tha’dır. O, mutlak kudret sâhibidir. Gökleri ve yeri yaratan O’dur. Hayr ve şer O’ndan gelir, ezelî ve ebedîdir, cinsiyeti yoktur. Çerkezlerin ayrıca ve ikinci dereceden olmak üzere; bahçeleri, çiftçilerin koşum hayvanlarını, ormanları, denizleri, ve de insanları kazâ ve belâdan koruyan, yağmur yağdıran, rüzgâr estiren tanrıları da vardı.  Cennet ve cehennemin, melek, şeytan ve cinlerin varlığına, ruhun ölümsüzlüğüne inanırlardı. Bu arada bâtıl inançları da vardı: büyü sihir, fal, iyi ve kötü şans, kehânet, efsun… gibi. Ağaç ve dağ, su ve ateş onlar için mukaddes idi. İbâdetleri bütün eski inanç kültürlerindeki gibiydi. Kurban, oruç ve duâ kavramları vardı. 

Kafkaslara ilk gelen ilâhî din Mûsevîliktir. Hırıstiyanlık daha sonra geldi. Kafkaslarda yaşayan insanlar, İslâmiyet’le, Mesleme b. Abdülmelik’in 733 yılında Derbent’i fethetmesiyle tanıştı. 744 yılına gelindiğinde bölge halkının ekseriyeti Müslüman olmuştu. 

Mustafa Özsaray, eserinin devamında Selçuklular, Altın Orda, Memlüklüler, Safevîler ve Osmanlılar yönetimini anlatıyor. Belirrtiğine göre bölgede Sünni Müslümanlar ekseriyettedir. Çok az Şiî vardır. 

İZ YAYINCILIK: Litros Yolu, Fatih Sanayi Sitesi 12/280, Topkapı,İstanbul

Telefon: 0.212-5207210 Belgegeçer: 0.212- 511 57 91

e-posta: [email protected]  //  www.iz.com.tr                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                             

CEM SULTAN 

Bir dönemlerin târihî roman yazarı, asıl adı Mehmet Sâmih Fethi olan M. Turhan Tan’ın (1886-1939) telif etiği, 13,5 X 21 santim ölçülerindeki 320 sayfalık eser Nisan 2020’de tekrar yayımlandı. Cem Sultan, bilindiği gibi Fâtih Sultan Mehmed Han’ın oğludur. Babası Sefer-i Hümâyun’a çıktığı zaman sarayda kalıp babasına vekâlet ettiği için ‘Sultan’ olarak anılır. Ağabeyi Sultan İkinci (Sofu) Beyazıd Han  ile mücâdelesi ve mücâdeleyi kaybettikten sonra şiirle yaptığı yazışmalar, 1482 yılında Rodos şövalyelerine sığınması, şövalyeler tarafından esir muamelesine tâbi tutulması, Roma’da Papa’ya satılması ile meşhurdur. 

Cem Sultan, gördüğü çok iyi eğitime rağmen dûçar kaldığı tâlihsizlikleri sebebiyle romanlara konu olmuş bir şehzâdedir. Çok sevdiği oğlu Oğuz, İkinci Beyazıd’ın emri ile katledildi. 1482 yılında Mısır’a sığınan küçük oğlu Murat, ise Yavuz Sultan Selim Han’ın Mısır’ı fethetmesi üzerine babası gibi Rodos’a sığındı. 1521 yılında Kanûnî Sultan Süleyman Han Rodos’u fethedince, Murat, Kanûnî’nin emriyle idam edildi. 

Cem Sultan, dîvan sâhibi üstün vasıflı bir şâirdi. Vatan hasretiyle yazdığı şiirler çok duyguludur. Çok kıymetli tercüme eserleri de vardır. 

***    

Genç prensin o sabah kurduğu müşâvere meclisi pek gürültülü oldu. Mecliste bulunanların hepsi, şehzâdeyi padişah ilân etmekte ittifak ediyorlardı. Fakat dâvânın delilleri üzerinde birleşemiyorlardı, fikir ayrılığına düşüyorlardı. Başta Lâla Yakup Bey olduğu halde birçokları Cem’in, Beyazıd’a bilgi, kuvvet ve cüret itibariyle üstün olduğunu beyanâmeye kaydetmek istiyorlardı ve bunu padişahlığa lâyık olmak için kâfi görüyorlardı. Bir kısmı Cem’in henüz çocuk iken babası tarafından Padişah vekilliğine lâyık görüldüğünü ve babasının sağlığında ona vekâlet eden şehzâdenin tabiatıyla tahta tevârüs etmesi lâzım geldiğini halka anlatmak fikrini güdüyorlardı. Fâtih’in Beyazıt için yazdığı mahut mektubu başlı başına bir delil olarak neşretmek isteyenler de vardı.

Bu mevzu üzerinde belki iki saat münakaşa etmekle beraber saltanat beyannamesinin metni bir türlü tespit edilemedi. Tercihin doğruluğuna halkı  inandıracak kuvvetli deliller üzerinde fikirler toplanamıyordu. Yazılacak beyannâmenin hem kısa, hem inandırıcı olması lâzımdı, bunun için de en sağlam delillerle dâvâyı süslemek icap ediyordu. Lâkin meclis, ihtilâftan kurtulamıyordu. Bu işlerle zaman kaybedilirken Beyazıd tahtı ele geçiriverdi.

*** 

Osmanlı’ya dert olduğu, sığındığı ve sonra da esir edildiği şövalyelerin şantajları sebebiyle Osmanlı hazinesinden yüklü paralar çıkmasına sebebiyet verdiği için, merhamet duyguları zayıf olanlar, Cem Sultan’ı sevmezler. Beyazıd pâdışah olmasaydı, Osmanlı Devleti’nin Yavuz Selim ve Kanunî Süleyman gibi padişahların ihtişamlı dönemlerini yaşamaktan mahrum kalacağını da düşünmek gerekir... 

Cem Sultan romanı okunmaya değer.   

KAMER YAYINLARI: Ihlamur Caddesi, Çelebioğlu Sokağı Nu: 2/5

Telefon: 0.507-788 74 58 Belgegeçer: 0.212-260 37 76

e-posta: [email protected]  //  www.kameryayinlari.com   

KISA KISA… / KISA KISA…

1- TANIDIĞIM ATSIZ: Altan Deliorman. Orkun Yayınları.

2- SAFİYE EROL: Mehmet Nuri Yardım. Anonim Yayınları.

3- YUNUS EMRE HAYATI VE ŞİİRLERİ: Heyet. Karaman İl Kültür Müdürlüğü Yayınları. 

4- ÜKSELEN MİLLİYETÇİLİK: Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan. Pozitif Yayıncılık.

5-ÇANAKKALE’DE AÇLIK VAR MIYDI? Sadeddin Özgür / Ergenekon Yayınevi. 

DERKENAR

DİL SIKINTISI

Arapçasız ‘sabah’, Farsçasız ‘akşam’ diyemezsiniz. Bu en lüzumlu günlük sözlerin bile kullanış dilinde Türkçeleri yoktur. Ayıp değil: Almanca ve İngilizce gibi en büyük dillerde de Fransızca, Lâtince, Grekçe, Arapça, Farsça asıllı kelimeler sayısızdır. En sâde Türkçe söz ve yazılarda bile, zamanın tasfiyesinden, hattâ en hoyrat dil devrimi anlayışının pençesinden kurtulmuş pek çok Arapça ve Farsça kelimelere rastlanır. Yüzde yüz öztürkçe yazabilmek için ya üç yaşında bir çocuğun ifâde seviyesine inmek veya bir sürü aptalca uydurma kelimelerle elâleme maskara olmayı kabul etmek lâzımdır.

Bugünkü okullarımızda yetişen çocuklarımız ve gençlerimiz, her gün konuştukları ve yazdıkları Arapça, Farsça ve Türkçe kelimelerden hangilerinin Arapça, hangilerinin Farsça ve Türkçe olduğunu bilmezler. Arapça ve Farsça kelimelerin köklerini ve türev (iştirak) şekillerini de bilmezler. Hangilerinin ötekilerle bir kelime ailesi teşkil ettiğini de bilmezler. Çocuklarımız ve gençlerimiz bu kelimeleri yanlış yazar ve yanlış okurlar. Hele kırk sene evvelki bir şâirimizin veya muharririmizin şiir ve makalelerini bile tam anlamalarına imkân yoktur.

Bugünkü Türkçe ve gramer öğretimi, her gün kullanılan Arapça ve Farsça kelimelerin teşekkül tarzına ve bazı iptidaî kaidelerine dâir hiç bir fikir ve bilgi vermediği için tam ve doğru Türkçe öğretmekten âcizdir.

Bundan evvelki Maarif Vekilimiz Celâl Yardımcı, yalnız bir hukukçu değil, aynı zamanda bir edebiyat âşıkı olduğu için, bir komisyon kurmağa ve dil dâvâmızı ele almağa hazırlanıyordu. Şimdi ise bir İlim Akademisi kurulacağından bahsedildiğini duyuyoruz, fakat büyük bir millî sıkıntı hâline gelen dil meselemizin halline doğru hiçbir teşebbüsün müjdesini almış değiliz.

Yeni Maarif Vekilimizden bu dâvâya da sıkı ve acele bir ilgi göstermesini bekliyoruz. Kendisi bir teknik ihtisas adamıdır. Fakat bizden iyi bilir ki dilsiz ne teknik olur, ne de maarif ve kültür. Daha kısacası, dilsiz millet olmaz!

Peyâmi Safâ: Osmanlıca Türkçe Uydurmaca. (s: 201, 202) Ötüken Neşriyat, İstanbul 2018