DÜNYA TARİHİNDE ORTA ASYA

Müellifi Peter Benjamin Golden, kitabı hakkında şu bilgileri veriyor:

Bu kitabı yazmamdaki gayem, dört bin yıldan fazla bir zaman boyunca Mançurya ormanlarından tâ Macaristan bozkırlarına kadar uzanan muazzam bir bölgenin siyâsî, iktisadî ve kültür târihini özetlemekti. Orta Asya, yüzyıllar boyunca bugünkü dünyanın biçimlenmesinde mühim roller oynamış medeniyetlerin, dinlerin, imparatorlukların ve sâir siyâsî teşkilâtların buluşma yeri olmuştur. Dünyâ Târihinde Orta Asya, giriş mâhiyetinde bir kitaptır. Gayesi de dünyanın bu çok önemli bölgesindeki ülkelerin ve halkların târihini aydınlatarak bugünkü dünyâya şekil veren etkenleri genel çizgilerle izah etmektir. Türk okuyucuları için Dünyâ Târihinde Orta Asya'nın sayfalarında görülen isimler, milletler ve yer adları yabancı olmayıp Türkiye Türkleri târihinin ayrılamaz parçalarıdır.’

 Üçüncü baskısı yapılan 12 X 19,5 santim ölçülerindeki 246 sayfalık eserde, bölge târihi bir bütün olarak ele alınmakla birlikte Türklerin en eski târihinden bugüne uzanan târihî silsileyi efrâdını câmi ağyarını mâni bir şekilde sunuyor. Türk târihinin en eski dönemlerine, bilhassa yerleşik-göçebe toplumların ilişkisi ve bunun neticesi olarak milletlerin teşekkülüne dâir fikirleri de ihtiva ediyor.  

Esâsen Orta Asya, Türkler için târihin başlangıcından beri yüksek öneme hâiz olmuş bir coğrafyadır. Bâzı milletler vardır ki gücünü coğrafyasından alırlar. Türkler, coğrafyalarının itici gücünü kullanarak, Dünyâ üzerinde daha geniş alanlara yayılmışlardır. Târih boyunca bu şekilde geniş bir alanda etkinliğini devam ettiren Türkler için Orta Asya hep çözülmesi gereken, Türk târihinin gölgede kalmış sırlarını barındıran bir coğrafya olmuştur. 

Eser İngilizce okuyan kütleye hitap edecek şekilde hazırlanmış olmasına rağmen, yazarın deyimiyle kaleme alınırken her zaman Türk okuyucu kitlesi göz önünde bulundurulmuştur. Tam mânâsıyla Orta Asya târihi değildir. Fakat yine de hayli geniş bilgi verilmektedir. 

Kitap, biri ‘Giriş’  olmak üzere,  toplam on  kısımdan  oluşmaktadır.  Bölümler kronolojik târihe paralel kademeli bir şekilde sunulurken, dönemin hayatına damgasını vuran önemli özellikler bölüm başlığı olarak seçilmiştir. 

Binci bölümde Orta Asya Toplumunun yapısı bu coğrafyada yaşayan insanlar hakkında bilgi veriliyor. 

Savaşı Meslek Edinenler’ başlığını taşıyan ikinci bölümde M.Ö. 3000 yıllarında Hint Avrupa dil ailesini oluşturan insanlar anlatılıyor. 

Üçüncü bölümün başlığı ‘Kutlu Kağanlar: Türkler ve Halefleri’dir. Bilgiler, Asya Hun Devleti ve Hun Hanedanının çöküşü sonrasındaki güçler: Avarlar, Eftalitler ve Wei Devleti hakkındadır. 

İpek Yolu şehirleri ve İslâmiyet’ başlıklı dördüncü bölümde, bölge ticâretinde etkili olan Soğdlulara geniş yer verilmiştir. Sâsâni devletini târih sahnesinden silen Emevi İslam Devleti ana konuyu teşkil ediyor. 

Beşinci Bölümde ‘Bozkır Semâlarında Hilâl: İslâmiyet ve Türkler’ başlığı altında göç hareketlerine de yer veriliyor. Bu bölümde yer alan diğer konular: Hazarlar, Karahanlılar ve Selçuklular gibi devletler, Dîvânu Lügati’t-Türk ve Kutadgu Bilig gibi kültür eserleri...

Altıncı Bölümün başlığı, Asya târihinde köklü değişikliklere sebebiyet veren ‘Moğol Kasırgası’dır. Bilindiği gibi Cengiz Han, önce Moğol kabilelerini bir araya toplayıp çevre halk ve devletleri kontrol altına almış, yönünü batıya çevirerek Asya'daki devletlerin üzerinden silindir gibi geçmiştir. Çocukları ve torunları tarafından kurulan devletler uzun ömürlü olamamıştır.  

Yedinci Bölüm, Uzun ömürlü olamayan söz konusu devletlere tahsis edilmiş. Bu bölümdeki satır aralarında, günümüz Türklerinin ibret alacağı son derece mühim mesajlar var: Moğollar, kendi kültürlerinden uzaklaşıp bulundukları bölge halkının kültürlerini benimsediklerinden eriyip yok olmuşlardır. Bunun tek istisnası Altın Orda Hanlığıdır. Onlar İslâmiyet’le şereflenmişler ve diğerlerine nazaran daha uzun ömürlü olmuşlardır.    

Sekizinci Bölüm, ‘Barut Çağı ve İmparatorlukların Tazyiki’ başlığı altında Türk asıllı Babür ve Safevî hânedânları ile Rus Kinezliklerinin genişlemesi anlatılıyor.   

Modernite Meseleleri’ başlıklı Dokuzuncu Bölümde;  Rus İmparatorluğu’nun Asya kıtasındaki Türkler üzerinde kurduğu hâkimiyet hakkında bilgi edinmek mümkün oluyor. 

Eseri Doç. Dr. Yahya Kemal Taştan dilimize çevirmiştir.  

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş. İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul

Telefon: 0.212- 251 03 50 Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta: [email protected]  www.otuken.com.tr  

PETER B. GOLDEN:  

Amerikalı târihçi ve Türkologtur. 1941 yılında Amerika’da doğdu. Rutgers Üniversitesi’nde târih profesörüdür. Târih doktorasını 1970 yılında Columbia Üniversitesi’nde tamamladı.

Yazar, araştırma inceleme ve başvuru kitapları grubunda eserler yazmıştır.  ‘Türk Halkları Târihine Giriş ve Hazar Çalışmaları’ başta olmak üzere Orta Asya üzerine yayımlanmış 60 çalışması vardır. Bunların dışında henüz kitap hâline getirilmemiş makaleleri bulunmaktadır.  

Doç. Dr. YAHYA KEMAL TAŞTAN

Süleyman Demirel Üniversitesi’nde lisans, Kırıkkale Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimi gördü. Gazi Üniversitesi’nden Dr., Ege Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. ve aynı üniversiteden Doç. unvanlarını aldı. Aynı üniversitenin Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Sosyal, Ekonomik ve Siyâsî İlişkiler Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak vazife görmektedir. 

Diğer eserlerinden bâzıları: *Balkan Savaşları ve Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu, *93 Osmanlı Rus Harbi ve Başımıza Gelenler, *Mehmet Fuat Köprülü.     

DERKENAR:

DÜNYA TÂRİHİNDE OTA ASYA 

İSİMLİ KİTAP HAKKINDA BİR DEĞERLENDİRME YAZISI:

Öncelikle çalışmanın sıra dışı olduğunu belirtmeliyim. Gökalp, Akçura tekrarları barındırmayan, beklenmeyen noktalardan eleştiriler getiren değişik bir üslupla yazılmıştır. Yazarın dili çok iyi; matematiği andırıyor: Neredeyse her hüküm, hemen öncesinde bir sebebe bağlanıyor. Bu da tezleri kuvvetlendiriyor.

Kitabın 74. sayfasında şöyle bir ifâde var: “… düşmana karşı savaşanlar, savaşmak arzusu taşıyanlar, ülküleri için şehit veya gazi olanlar potansiyel kahraman / isimsiz kahraman adayıdırlar. Buna karşılık savaşmak istemeyenler yahut savaş meydanlarından kaçanlar, yoldaşını terk edenler, ‘bir yosmaya değişilecek’ etnik ihânet içindeki hainlerdir.”

Bu satırlar, büyük Türk Milliyetçisi Hüseyin Nihal Atsız'ın ‘Yolların Sonu’ isimli eserinde geçen ‘Halbuki yoldaşını bırakıp dönenlerin / değişilir topu da bir sokak kaltağına’ mısraını hatırlatıyor. 

Bir Turancı gözüyle bâzılarına katıldığım, bâzılarına soru işareti koyduğum notlarım şunlardır:

‘... imparatorluktan millî devlete geçilirken çözülmeden rafa kaldırılan meseleler, bir süre sonra tekrar gündeme gelmiştir. Turancılık, millî mücâdele ile mahkûm edilirken, ondan miras kalan 'esir Türkler' ifâdesi, Türk milliyetçiliğini beslemiş; yedi düvele karşı verilen mücâdelenin yerini de soğuk savaş dönemindeki ideolojik harp almıştır. Bu hâliyle bir 'iç harp ideolojisi'ne dönüşen milliyetçilik, kurucu vasfını yitirmiş; kuvve'den fiil'e çıkmış ve bir daha o mevkiini terk etmemiştir.’ (sayfa 13)

‘... Türk milliyetçileri, Macarların Ural-Altay ve Fin-Macar halklarının birliği olarak gördüğü Turancılık fikrine çoğunlukla sıcak bakmamışlar; onu, dilleri ve dinleri bir Türk ittihadı biçiminde değerlendirmişlerdir. Bu sebeple Türk Turancılığını siyâset ve kültür açısından Türklerin birliğini hedefleyen bütün Türklük (Pantürkizm) olarak nitelendirmek gerekir.’ (sayfa 180)

‘... Türklük sâhasını dikenlerden, çalılardan temizlemek ve böylece yeni bir Türk medeniyeti yaratmak isteyen Türkçüler, kozmopolit imparatorluğu, millî kültürün kaybedilmesindeki en önemli sebeplerden biri olarak görmüş ve hakîki karakterini muhâfaza ettiği düşünülen İslâm öncesi târihe ve Orta Asya Türk târihine özenerek yeni bir kimlik yaratmayı hedeflemişlerdir. Hesaplaşılması gereken bir diğer mühim unsur da ümmetçiliktir. Türkler millî şuura sâhip en eski kavimlerden biri olmakla birlikte, İslâm'ı kabul etmelerinden sonra yaşadıkları siyâsî, dînî (mezhep) ve coğrafi ayrılıklar sebebiyle millî şuurlarını kaybetmişlerdir. Birbirlerinden habersiz ve aynı millete mensup olduklarının farkında olmadan kavgaya tutuşmuşlardır. Osmanlı târihlerinde tahkir edilen Cengiz ve Timur, gerçekte Türk hükümdarları olmasına rağmen, târihin öznesi olamamışlardır. (sayfa 131)

‘... romantik târihçilik, geçmişin ihtişamlı sayfalarından özünü aynen korumuş Türk kültürünü bulmaya ve altın çağ efsânesi ile gelecek tasavvuru yaratmaya çalışırken Oğuz Han'a, Cengiz Han'a ve Timur'a benzemeye çalışan bir Türk birliği projesinin doğmasına da zemin hazırlamıştır. Yitik vatan karşısında târihin karanlık sayfalarından çıkarılan Turan, yeni bir hayat sâhası, Türklük şuurunu besleyen müphem bir ideoloji ve coğrafya olarak dönemin edebî ürünlerinden en sık işlenen konulardan birini teşkil etmiştir.’ (sayfa 154)

‘... Türk milliyetçiliğinin önünde iki tercih vardır: Birincisi, elde kalan topraklarla yetinerek, Anadolu ve Arap topraklarını içeren yeni bir vatan ve kimlik tesis etmektir. Sait Halim Paşa'nın 'Müslüman’ın vatanı, şeriatın hâkim olduğu yerdir’ diye formülleştirdiği bu yeni vatan, Arnavut ve Arap milliyetçiliklerinin baş göstermesiyle mânâsını kabyetmiştir. İkincisi ise Rusya'nın boyunduruğundaki Türklerin yaşadığı coğrafya ile Anadolu'yu birleştiren büyük bir Türk cihan devletinin tesisidir. Gerçekte her iki seçenek de Balkanlar'daki toprakların kaybı neticesinde ortaya çıkmış; (Mehmet Ali) Tevfik Bey'in temsil ettiği intikamcı yaklaşıma oranla meseleye daha gerçekçi açılardan bakmıştır. İlki imperial vatandan arta kalan topraklarda savunmacı bir milliyetçiliği, ikincisi ise bütün Türkleri birleştirmeye yönelik romantik ve kaybedilen toprakları geri isteyen milliyetçiliği ifâde etmektedir.

‘Turan topraklarının yitirilmesinin yarattığı rahatsızlık karşısında Batı'daki 'pan' hareketlerden devşirilen, millî kimlik yaratmak ve Türklük bilinci oluşturmak maksadıyla üretilmiş ideolojik bir araç olduğunu ileri sürmek mümkündür. Denilebilir ki, felâketle neticelenen Balkan Savaşları ile Osmanlılık fikri geçerliliğini kaybederken, bu süreçte gelişen Türkçülük fikri, 'Turan' adlı muhayyel vatanla kütleleri seferber etmeye ve bir etnik bilinçlenme yaratmaya çalışmıştır.’ (sayfa 174, 175)  (İnternetten alınmıştır, yazarı belli değildir.)

KUŞBAKIŞI:

İNSANLIK VAZİFELERİMİZ: Sağlıkta, Hatalıkta, Zenginlikte, Fakirlikte, Cenazede ve Taziyede

Cenâb-ı Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak yaratılan insan, dünyaya açılan ilk canlıdır. İlk İnsan Hz. Âdem aynı zamanda ilk peygamberdir.

Allah, insanı en güzel ve en mükemmel bir şekilde yaratmıştır. 

Yeryüzündeki bütün canlı ve cansız varlıkları insanın hizmeti için yaratan Allah (c.c.) insanı akıl, şuur ve gönül sâhibi kılarak üstün olduğunu ispatlayacak nimetlere gark etmiştir. Bunun için insanın bedenî, maddî mükemmelliğin yanında bir de rûhî mükemmelliği mevcuttur.

İnsana bütün isimler öğretilmiştir. İnsan, Allah Teala'nın lütfu ve inâyeti sâyesinde hâlini anlatan, ihtiyaçlarını görebilen, medenî yaşayışla huzur bulabilen bir ortama kavuşmuştur. İnsan olmak en büyük nimettir.

Eserde bu konular ele alınıyor. Emekli Müftü Ragıp Güzel’in hazırladığı kitap,  13,5 X 21 santim ölçülerinde, 330 sayfadır.

ÇELİK YAYINEVİ: Ticarethâne Sokağı Nu: 19/A Sultanahmet, Fatih 34110 İstanbul.

Telefon: 0.212-511 28 11 Belgegeçer: 0.212-511 28 12 e-posta: [email protected]  www.celikyayinlari.com   

TÜRKİYE ve İRAN / Gelenek Çağdaşlaşma, Devrim:  

Türkiye ve İran... Moğol baskınları, askerî mağlubiyetler ve vergi isyanları gibi ortak problemlerin etkin rol oynadığı devrimlerle ortaya çıktılar. Târihin büyük devletleri olan Osmanlı ve Pehlevi Devleti, 20. Yüzyıla damga vuran devrimleri içerisinde yaşanan ‘çağdaşlaşma’ pratiği onları ileriye taşımıştı. Bu 2 şark devletinin bu modernleşme serüveni karşılaştırmalı bir üslup ile ele alınabilir mi? Türkiye 1923'de İran da 1976'da monarşi kurumlarını tasfiye ettiği ve farklı karakterlerde yeni rejimleri inşa ettiği radikal süreçler yaşadılar. Bu iki devrim arasında mukayese yapılabilir mi? Tolga Gürakar kitabında bu soruların cevabını veriyor. 

Mukayeseyi yaparken de bu devrimlerin farklı târihî gerçekler, yapı ile ilgili farklı değerler dizisi, farklı çelişkiler ve farklı dış olaylardan etkilendiği gerçeğine sâdık kalmış, ‘İran neden böyle?’ sorusunun akılları karıştırdığı bugünlerde İran'ı anlamak ve kendi târihimiz ile arasındaki ilişkiyi kavrama maksadına yönelik bir okuma çok faydalı olacaktır. 

Türkiye ile yakın bir kültürel mirasa sâhip olan bu devletlerin târihini okurken, şüphesiz Türkiye'nin kültür ve târihî mirasını daha iyi anlama imkânı bulunabiliyor. Farklılıklar görüldükçe her iki medeniyetin yapı taşlarını anlamak kolaylaşıyor. 2012 yılında basılan kitap 440 sayfa.

KAYNAK YAYINLARI: Telefon: 0.212 - 252 21 56  Belgegeçer: 0.212 - 249 28 92

e-posta: [email protected] / www.kaynakyayinlari.com   

Meşrutiyet Caddesi Nu: 6 Kardeşler Han Kat 3 Galatasaray, Beyoğlu - İstanbul  

OSMANLI MEKTEPLERİ:

Her resim bir fikirdir. Bir resim 100 sayfalık bir yazı ile ifâde olunamayacak siyâsî ve hissî mânâları telkin eder. Onun için ben, tahrirî münderecattan (yazılı bilgilerden) ziyâde, resimlerden istifade ederim.’ Sultan İkinci Abdülhâmid Han, böyle söylemiş. Sözlerine kulak verince, 3 kıtada inşa ettirdiği yüzlerce mektebi neden fotoğraflarla tescil ettirdiğini daha iyi anlıyoruz. Kim bilir, belki de hakkında edilecek kem sözlerin kokusu burnuna gelmiş ve gelecek kuşaklara cevap olsun diye o zamandan tedbirini almıştı. Söz konusu fotoğraflar, Osman Doğan’ın hazırladığı kitabın sayfalarında karşımıza çıkıyor. Yemen'den Bursa'ya, Selânik'ten Bağdat'a, İkinci Abdülhâmid Han devrinde inşa edilen okullara ait fotoğraflar, kitabın ifâdesiyle söylemek gerekirse, 33 yıllık bir devrin eğitim bilânçosudur. Kara ve deniz harp okulları yanında açılan tıp, hukuk, güzel sanatlar, ziraat, sanayi, öğretmenlik, mâliye ve dil okullarına dair fotoğraf ve kartpostallara bakınca anlıyoruz ki memleketin her köşesi ilim kandilleriyle donatılmış. Medrese ve mektep görmemiş kimse kalmasın diye yüksekokul, lise ve ortaokul yanında köylere varıncaya kadar ilkokullar açılmış. Kimsesiz çocukları meslek sâhibi yapmak için açılan okullarda terzilik, kunduracılık, marangozluk, dokumacılık gibi pek çok bölüm hizmet vermiş. ‘Gerici padişah’ suçlamalarına fotoğrafların şâhitliğinde sessiz ve net bir cevap değerindeki özenle hazırlanmış bu kaynak, Abdülhamid'in kültür, sanat, mimarî, askerî, ilim ve teknoloji alanlarındaki hizmetlerinden sâdece eğitim sahasındakilerin bile iftiralara ne kadar güçlü bir cevap olacağını gösteriyor. Sultan İkinci Abdülhâmid Han susuyor, yaptıkları konuşuyor. Yeter ki bir kulak veren olsun! 2007 yılında yayınlanan kitap, 365 sayuadır. 

ÇAMLICA BASIM YAYIN: Merkez: Telefon: 0.212 – 657 88 00 www.camlicabasim.com

Merkez: Bağlar Mahallesi, Mimar Sinan Caddesi Nu: 52 Güneşli, Bağcılar – İstanbul.

Şube: İncili Çavuş Sokağı Nu: 27 Sultanahmet, Eminönü, Fatih - İstanbul Telefon: 0.212 - 514 06 37 

Şube: Namık Kemal Mahallesi, Cengiz Topel Caddesi Nu: 70 Ümraniye - İstanbul Tel: 0216 481 02 35 

Şube: Nuri Paşa Mahallesi 55. Sokak Nu: 5/A Zeytinburnu - İstanbul Tel: 0212 665 67 40

KISA KISA… / KISA KISA…

1-DİLÂVER CEBECİ Hayatı, Sanat veı Eserleri: Talât Ülker / Bilgeoğuz Yayınları. 

2-KÜÇÜK KARINCALAR: Nilüfer Zontul Aktaş / Çıra Yayınları.   

3-EVDE OKUL, OKULDA KALİTE: Ahmet Maraşlı / Mihrabat Yayınları.   

4-EMİNE ADÂLET / Kara Kâküllü Kız: Şâziye Karlıklı / Doğan Kitap 

5-AB’NİN KIBRIS MESELESİNE BAKIŞI ve TÜRKİYE AB İLİŞKİLERİ: Dr. Ahmet Nafiz Ünalmış / Akçağ Yayınları.