BOZKURT İLHAM GENCER’LE SANAT VE SİYÂSET BİR ARADA

Müzik dünyamızın asırlık çınarı BOZKURT İLHAM GENCER’i; zanaatı sanata dönüştüren cam ustası ve yazar SAMİ SEFER COŞKUN anlatıyor. 15 X 21 santim ölçülerinde, birinci hamur kâğıda basılı 467 sayfalık kitapta; müzikle nakışlanmış sevgi dünyasının renkleri, bir büyük sanatkârın bilinen ve bilinmeyen yönleri hâfızalara yerleşiyor, gönüllere doluyor. Mâceralı bir hayat, linç teşebbüsleri, sanat hareketleri, siyâsetin labirentleri, dostluklar, kıskançlıklar roman akıcılığında sayfaları dolduruyor. 

Editörlüğünü Yeliz Şenyerli’nin üstlendiği eser, Sami Sefer Coşkun’un kaleme aldığı İlham Gencer’in şahsiyet özellikleriyle başlıyor:  

İlham Gencer, klasik anlamda boylu boslu olmasa da yakışıklı bir adam. Sesi, konuşurken bile mikrofondan çıkarcasına gür. Çenesindeki gamzesi, kendisinin mührü. Kabiliyetini Tanrı’dan alan Gencer, sayısız nitelikleriyle tek başına bir ordu… Galatasaraylı olsa da o hep millî takımı tutar. Bir de her sabah spor yapar.

Kolay kırılmaz kimseyi de kırmaz. O'nun için zenginlik ölçüsü, doğru olmak, işini severek yapmak, hatâlarını en aza indirmek. Para pul tanımaz, eli açık, yardımsever, gözü pek ve cesur. En büyük özeliği, inandığı şeyleri yapmak ve tevazu sahibi olmak. Müzisyenliği yanında milliyetçiliği ve vatanseverliği de onun hayat biçimi. Müdana etmeden yaşamak, kimseye borçlu kalmamak başlıca ilkesidir.

1925 yılında Bakırköy'de doğdu. Ailesi ve yakınları O'na, 1934 yılına kadar kullandığı İlham Osman ismiyle seslendi. Soyadı kanunuyla birlikte babasının ‘Gencer’ soyadını almasından sonra ‘İlham Gencer’ ismi, ‘Bozkurt’ ilâvesiyle kendisini bugünlere taşıdı.

Annesi Nihal Hanım ile babası İbrahim Ethem Bey, İlham çok küçük yaştayken ayrılmıştı. İlham, bundan sonra annesi ve dedesi Halil Nail Öget tarafından yetiştirildi.

Annesi Nihal Hanım, uzun yıllar Almanya'da tahsil görmüş Almancayı ana dili gibi konuşan bunun yanında Fransızca ve İngilizceyi çok iyi bilen bir hanımmış. Çocuklara piyano dersleri veren Nihal Hanım, cam içi süsleme işçiliğinin de dünyadaki sayılı sanatkârlarından biri olarak çok sayıda sergi açmış. İlham’ın, sanatkâr ruhunu annesinden almış olduğu söylenebilir. Henüz 5 yaşında iken annesinden piyano çalmayı öğrendi. Aynı yıl ilk eseri olan ‘İlham Vals’i besteledi.

Tahsil hayatına 1932 yılında 44'üncü Şişli İlkokulu'nda başladı. Ortaokula kaydolduğu 1938 yılında dedesi ile birlikte Atatürk’ün cenâze törenine katıldı. Mahşerî kalabalıkta dedesinin elinden kurtulunca ne olduğunu anlamadan top arabasını çeken atların altında kalarak başından yaralandı. Gözlerini Teşvikiye Sağlık Yurdu'nda açtı. Tedâvisi 45 gün devam etti. Sonra müzik çalışmalarına devam etti ve 1940 yılında ilk konserini İstanbul’da Harbiye Orduevinde verdi.

1943 yılında kaydını yaptırdığı Kabataş Erkek Lisesi'ne 4 yıl okudu. Kendi ifâdesiyle derslerde pek başarılı olamayıp belge alarak okuldan ayrıldı. Ana dili gibi Almanca konuşabiliyordu.  Lise diplomasını, 1948 yılında Atatürk Erkek Lisesi'nden aldı.

Kendine has tarzıyla toplulukların aradığı bir isim olmayı başaran İlham Gencer, 1949 yılında 24 yaşındayken TRT İstanbul Radyosu'nda canlı yayında "İlham Gencer'le Cumartesi Geceleri" adlı 20 dakikalık programlar yapmaya başladı. Bir müddet sonra da İstanbul’da, İzmir’de ve Ankara’da gazino programlarının aranan ismi olmuştu. Askerlik hizmetine Ankara’da Yedeksubay Okulunda başladı, Sıhhıye Bölük Komutanı olarak tamamladı. Orduevlerinde müzik çalışmalarını yaparken ilk orkestrasını kurdu.

Kendisi tanınmış isimlerle birlikte çalışırken, ‘Üsküdar’ şarkısını öğreterek meşhur ettiği Ertha Kit, Berkant, Ajda Pekkan gibi sanata yeni başlayan kişilerin şöhret olmalarına katkıda bulundu. Atatürk’ün yakın arkadaşlarından Kılıç Ali, Fahrettin Altay Paşa ve daha sonraları Adnan Menderes, Kemal Zeytinoğlu, Benli Belkıs, Erol ve Haldun Simavi, Çiğdem Simavi'nin babası Avni Meserretçioğlu, Gönül Yazar, sonraki yıllarda Sakıp Sabancı ve Hollywood’un tanınmış yıldızlarından Ann Miller, Akim Tamirof, Terry Moor ve sevgilisi Hilton’un varisi Nick Hilton, zamanın dedikodu yazarlarından meşhur Luella Person ile dost meclisleri oluşturdu.

Nüfus kartındaki kaydî yaşının bir asır sınırına yaklaşmasına rağmen her gün sporla yenilenen genç bedeninden fışkıran enerjisi, çevresindekileri saran neş’esi, ayın on dördü gibi parlak zekâsı, lekesiz hâfızası ile Bozkurt İlham Gencer yıllara meydan okuyarak eğlendirmeye devam ediyor. Hepsi bu kadar mı? Hayır! Sağlam fikrî yapısıyla gençlere vatana-millete hizmet, bayrağa ve ataya saygı telkinleri ihtiva eden sohbetleriyle, hitâbetiyle o bir öğretmendir. Sevenlerinin gönülden dualarıyla daha uzun yıllar topluma faydalı olmaya devam edecek inşallah.

Kitapta, Bozkurt İlham Gencer’in hayatını dolduran onlarca acı-tatlı hâtıraları, renkli ve pırıltılı bir hayatı olan Sami Sefer Coşkun’un şiirleri, siyâsî ve fikrî çalışmaları, sanat hayatında ulaştığı başarılarla alakalı notlar, tasvirler, açtığı sergiler, kendisine takdim edilen armağanlarla alakalı bilgiler, kitabı zenginleştiriyor.

Bozkurt İlham Gencer, aydınlıklara, çağdaşlığa ve medeniyete açık bir insan olarak dâima millî ölçüler içerisinde kalmış, bu sebeple milletine yabancılaşmamıştır. Kendisi de aynı hasletlere sâhip olan ince ruhlu şâir Sami Coşkun, dostu Bozkurt İlham Gencer’i çok iyi anlamış ve anladığı gibi de başarıyla anlatmıştır.

Gençler, gelecekte kendileri gibi kalarak gelişmek maksadıyla bir rol model arıyorlarsa, aradıklarının en muhteşemini bu kitapta bulacaklardır.   

SAMİ SEFER COŞKUN

1947’de İstanbul’da doğdu.  Yapı Sanat Enstitüsü İnşaat Bölümü'nde okurken cam sanatlarıyla ilgilendi. Ustalarla birlikte çalıştı. 1965 yılında atölyesini kurdu. Unutulmuş form ve teknikleri kullanarak cam, ahşap ve metalden; gülabdanlar, kahvedanlar, ibrik ve leğenler, sandıklar, mücevher kutuları, yatağan kılıçları, gaddare ve eğri kamaları, kubur tabanca ve tüfekleri, Mecidî nişanları, Karadağ madalyaları ve liyâkat nişanları üretti, yerli koleksiyonere danışmanlık yaptı. Sanat hayatı boyunca 6 sergi açtı. Onur ve teşekkür belgeleri ile mükâfatlandırıldı.

Gençlik yıllarından itibaren yazdığı şiirlerini, ‘İstanbul Şiirlerde Gülsün’ adlı kitabında topladı ve 1999 senesinde 21. Yüzyılın Antikaları adını verdiği eserlerini de katalog hâlinde yayınladı.

Türk El Sanatları alanındaki uzun yıllar ağır ve yorucu çalışmaları neticesinde kas ve eklemlerinde oluşan yıpranmalar nedeniyle bu alandaki çalışmalarını sipariş üzerine devam ettiriyor.

Bozkurt İlham Gencer’in hâtırâlarını kitaplaştırdı.  İki kızı iki torunu vardır.

YELİZ ŞENYERLİ

1993 yılında Bartın’da doğdu.

İlk ve ortaokulu Bartın’da, liseyi Bilecik’te okudu. 2018 yılında Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü’nden mezun oldu, Aynı üniversitenin Güzel Sanatlar Fakültesi’nde sinema, Başkent İletişim Bilimleri Akademisi’nde spikerlik ve sunuculuk eğitimi aldı. Öğrenciliği döneminde üniversite dergilerinde yayınlanacak pek çok makalenin tashihlerini ve Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya Merkezi’nde habercilik yaptı.

Pek çok gazete ve dergide makaleleri yayımlandı; habercilik, radyo ve televizyon programcılığı, dergi yazı işleri müdürlüğü, kitap editörlüğü ve röportajlar yaptı, armağanlar kazandı.

Hâlen Bengü Türk televizyonunda muhabirlik, editörlük ve sunuculuk yapmakta, Deniz Ticaret,      Yeniçağ ve Bizim Anadolu gazetelerinde köşe yazıları yazmaktadır.

DERKENAR:

BASINDA DİL HATÂLARI

OĞUZ ÇETİNOĞLU

Hiçbir şey bilmediği hâriç, her şeyi bildiğini iddia eden kişiler, en çok da Türkçemize zarar veriyorlar.

Son bir hafta içinde tespit edebildiğim dil hatâları:

Kendilerini enperyalist güçlerin temsilcisi zannetmek gibi iflah etmez bir hastalığa yakalananlar…’ Diye yazmış

Zâten hiçbir hastalık, hiç kimseyi iflâh etmez ki…

Cümleyi yazan, bu satırları okuma fırsatını bulabilmişse, belki…

İhtiyacı vardır düşüncesiyle not: İflâh; İyileşme, kurtulma, onma demektir.

İflâh eden’ hastalık değildir, doktordur, ilaçtır, tedâvidir.

İflâh olmaz’ tâbirini kullanması gerekirdi.

*

Teşkilât’ kelimesi zâten çoğuldur. ‘Teşkilatlar’ denilmez.

*

Hakkında merak ettiğim sorular’ denilmez. Sorular merak edilmez, soruların cevapları merak ediliyor olabilir. En doğrusu, ‘hakkında merak ettiğim hususlar…’ şeklinde söyleyip yazmaktır.

*

Hızlı’ kelimesinin yerine ‘tempolu’ diyorlar. ‘Tempolu yürümek’, ‘tempolu konuşmak’… ve benzerleri… Her hareketin bir temposu vardır. Bâzıları yavaştır, bâzıları hızlı…

*

Bilgisayara hâkim değilim’ veya ‘Mecidiyeköy semtine hâkim değilim’ diyorlar. ‘Hâkim değilim’ yerine ‘bilmiyorum’ deseler ayıp mı olur?

KÜPE:

Dilimizi korumak, farz-ı kifâye değil, farz-ı ayn’dır.

 

KUŞBAKIŞI: 

MODERN TÜRK DÜŞÜNCESİNE BİR DERKENAR:

YUSUF AKÇURA VE ZİYA GÖKALP

13.5 X 21 santim ölçülerindeki 183 sayfalık eser, târihci Dr. Mehmet Kaan Çalen’in; muhtelif târihlerde modern Türk düşüncesinin büyük iki ismi Ziya Gökalp (1876-1924) ve Yusuf Akçura (1876-1935) hakkında kaleme aldığı yazı ve bilgi şölenlerinde sunduğu tebliğlerden oluşmaktadır. Buna rağmen kesintisiz bir bütünlüğe sâhiptir.

Yusuf Akçura’nın Kahire’de 1904 yılında yayınlanan ‘Üç Tarz-ı Siyâset’ başlıklı makalesi, Ziya Gökalp’in 1918 yılında İstanbul’da yayınlanan ‘Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muâsırlaşmak’ isimli kitabı; Türkçülüğün / Türk Milliyetçiliğinin (Frenk tâbiri ile) manifestosudur. Türkçe ifâde etmek istersek, ‘Temel Beyannâmesidir’ diyebiliriz. Günümüzde bu mevzu ile alakadar olanlar sık sık bu iki kaynağı tekrar okumak ihtiyacını hissederler. Yusuf Akçura, üç siyaset tarzını ayrı ayrı incelemekle birlikte, herhangi birini kesin olarak tercih ettiği, benimsediği söylenemez. Ziya Gökalp’in; ‘Türk milletindenim, İslâm ümmetindenim, garb medeniyetindenim’ sözü de tartışmalara açık olmuştur.

Türk milliyetçiliği statik (sâbit-durağan) değil, dinamik (gelişerek değişen-yenilenen bir yapıya sâhiptir. ‘Garb - batı medeniyeti’ kavramı da farklı yorumlanmaktadır. Makalenin ve kitabın yazıldığı târihten bu yana, 100 yıldan fazla zaman geçmiştir. Yazılanlar, o günün sayfalarında kalmıştır. Tartışmaya mahal yoktur: Müslüman Türk milletiyiz. Durumumuzu, ‘Türk-İslâm bütünleşmesi’ olarak da ifâde edebiliriz. Türklük ve İslâmiyet… (dileyen ‘İslâmiyet ve Türklük’ de diyebilir, fark etmez…  Bizler Türk milleti olarak kendi öz medeniyetimizi oluşturmuşuzdur. Eksiklikleri, yanlışlıkları olsa bile, bize has bir medeniyet anlayışımızın varlığını iddia edebiliriz, etmeliyiz. Sosyologlarımız,  ideologlarımız bu meseleyi karara bağlayamadan rahmet-i rahmana kavuşmuş olsalar bile yazdıklarından yukarıdaki neticelere ulaşmak mümkündür.

​​​​​​​

Ebedî âleme intikal edenlere ‘kusur izâfe emek’ olarak yorumlanmayacaksa, belirtilmesi gerekir ki, sağ kesimin sosyologları, Akçura-Gökalp arasındaki görüş ayrılıklarını tevil bâbında, sol kültür dairesinden sosyolog Niyâzi Berkes 1908-1988) ve aynı dâireden halk bilimci sosyolog Pertev Naili Boratav (1907-1998) kadar meşgul olamamışlardır. Sosyolog olmamasına rağmen, meseleleri sosyolog dirâyeti ile tahlil eden ve neticelere bağlayan Galip Erdem de; ‘Bir Türk milliyetçisinin en mühim muârızı, bir başka Türk milliyetçisidir’ diyerek geçiştirmeyi tercih etmişti. Bilenler biliyorlar: 1900’lerde başlayıp, 1960’lar öncesine ulaşan tartışmalar, 2000’ler sonrasında devam ediyor.  

Akçura-Gökalp arasındaki görüş ayrılığı, aynı konudaki düşüncelerin 14 sene ara ile beyan edilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bu 14 sene içerisinde çok şey değişmişti. Denilebilir ki değişmeyen tek şey, değişimdi. Çok mühimmiş gibi, çok ince görüş farklılıklarını, 100 sene sonrasında diri tutmak bize faydadan çok zarar veriyor. Gökalp de, Akçura da bizimdir. Hatta Boratav ile Berkes’de… Hepsi Türkiye topraklarında gömülüdür.

Hatırlanmalı: Akçura, ‘şimdiki aklım olsaydı…’ diyerek 1904’ten farklı düşündüğünü beyan etmişti. Fakat talihsizliği şuradadır ki, beyan ettiğinde Gökalp hayatta değildi.  

Özetle Efendim, Dr. Mehmet Kaan Çalen’in modern Türk düşüncesine ait meselelerin anlaşılmasına katkı sunan semereli fikir egzersizlerinin uzlaştırıcı, birleştirici fakat doğruyu bulmak için zihin sancılarıyla her koldan devam ettirilmesi mecburiyeti ile karşı karşıyayız.

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş. 

İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul

Telefon: 0.212- 251 03 50

Belgegeçer: 0.212-251 00 12

e-Posta: [email protected]  www.otuken.com.tr 

OSMANLI’DA DİL VE EDEBİYAT

Dil, insan kalabalıklarının millet hâline erişmesinde en önemli unsurdur. Edebiyat ise, bir milletin bulunduğu, eriştiği medeniyet seviyesinin göstergesidir. Dil ve edebiyat bir milletin olmazsa olmaz varlıklarıdır. Osmanlı’nın ihtişamı, târihî zaferlerinde, adâletli yönetiminde olduğu kadar mimârîsindedir, dilinde ve edebiyatındadır. Çünkü Osmanlı’nın dili ve edebiyatı, aynı zamanda bir büyük medeniyet ve köklü bir devlet geleneğinin ürünüdür. Devletin kurulduğu 1300 yılından başlayıp târih sahnesinden çekildiği 1922 yılına kadar geçen yaklaşık yedi asırlık bir dönemde, hükmettiği geniş coğrafyanın insan ve hayatla ilgili hemen her şeyini konu edinen ve işleyen bu edebiyat, sınırlı biçim özelliklerinin yanında âdeta sınırsız bir muhtevâ zenginliğine sâhiptir.

​​​​​​​

Bu edebiyatta, özellikle en önemli kolu olan şiirde, sâdece hayal ürünü mevzular değil; aynı zamanda insanımızın inanç ve zihniyet dünyasından gönül dünyasına; sanat, kültür ve eğitim hayatından gündelik yaşayışına, zaferlerinden mağlûbiyetlerine; mutfak kültüründen mimarisine, eğlence hayatından mâtemlerine, kısaca doğumdan ölüme kadar hayatın hemen her safhası ve alanına ilişkin son derece değerli güzellikler, lezzetler, râhiyalar bulunmaktadır. Dolayısıyla Osmanlı’nın bir bütün hâlinde ve lâyıkıyla öğrenilip tanınmasının yolu, aynı zamanda dilinin ve edebiyatının bilinmesinden geçmektedir.

Eser, kendisinden sonra yazılacak nice eserlere kapı aralamakta, rehber olmaktadır. Bu maksatla hazırlanan Osmanlı’da Dil ve Edebiyat isimli eser, bir kısmı kongrede bildiri olarak sunulmuş ve yayınlanma safhasına gelmiş metinlerden, bir kısmı ise sahânın uzmanlarınca ve teklif üzerine kaleme alınmış on üç yazıdan oluşmaktadır. Bunların yedisi klasik Türk edebiyatı, beşi dil ve biri de Tanzimat sonrası Türk edebiyatı ile ilgilidir.

Bayram Ali Kaya’nın editörlüğünde hazırlanan 16 X 23 santim ölçülerinde, 208 sayfalık kitap, Mart 2019’da yayınlandı. 

MAHYA YAYINCILIK VE EĞİTİM HİZMETLERİ Ltd. Şti.

Vatan Caddesi Nu: 76 B2 Blok Daire 29 Fatih – İstanbul.

Telefon: 0.212-531 25 25

[email protected]  //  www.mahyayayincilik.com.tr 

Devletin Kâhyası, Sultanın Efendisi 

MEHMED SÂİD HÂLET EFENDİ:

Hâlet Efendi (İstanbul, 1760-Konya’da idam edilişi 1823), hademelikten kadılığa yükselen Kırımlı Hüseyin Efendi’nin oğludur. Zeki ve hitâbeti kuvvetli idi. Osmanlı’da devlet düzeninin nasıl işlediğini iyi bilmesi sebebiyle Sultan 3. Selim Han, 4. Mustafa Han ve Sultan 2. Mahmud Han’ın saltanat dönemlerinde (1802-1822) devletin en güçlü adamı oldu. Osmanlı’nın Balkanları kaybetmesinin müsebbibidir.

​​​​​​​

Ağır tenkidlere ve ithamlara mâruz kaldı. İddiaların dayanak noktasını Şânizâde, Esad Efendi ve Ahmed Cevdet Paşa’nın eserleri oluşturuyor. Bu ithamlar arşiv belgeleri ve Avrupalı müelliflerin eserleriyle mukayese edildiğinde çok farklı neticeler çıkıyor.  Süheylâ Yenidünya Gürgen’in hazırladığı 13,5 X 21 santim ölçülerindeki kitap, 408 sayfadır.

DERGÂH YAYINLARI: 

Merkez: Binbirdirek Mahallesi, Klodfarer Caddesi Nu: 3/20 Altan İş Merkezi Sultanahmet – İstanbul.

Telefon: 0.212-518 95 78  Belgegeçer: 0.212-518 95 81

e-posta: [email protected] [email protected]  

KISA KISA / KISA KISA…

1-SEYYÂH-I ÂLEM EVLİYA ÇELEBİ: Şükrü Halûk Akalın / Türk Dil Kurumu Yayınları.

2-MAVİ LALE: Nazan Bekiroğlu / Timaş Yayınları.

3- OTUZDOKUZ: Celalettin Murat. Hikâyeler. Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları.

4-NİĞDE AKSARAY VE NEVŞEHİR TARİHİ ÜZERİNE: Editör Musa Şaşmaz / Kitabevi Yayınları - Mehmet Varış.

5-İRAN TARİHİ: Yılmaz Karadeniz / Selenge Yayınları.