Dursun Gürlek; 1. baskısı Ocak 2009’da,  4. baskısı Mart 2011’de okuyucuya sunulan kitabında; dinleyenlerin yüzünde tebessüm pırıltıları oluşturan fikir yüklü yaşanmış hikâyeler sunuyor.   
Timurlenk Akşehir’de iken doğu taraflarından bir âlim gelip, ‘Eğer gerçek anlamda büyük bilginleriniz varsa imtihan olmak ve kendisine bâzı şeyler sormak istiyorum.’ der. Timur da Hoca’yı çağırarak bu âlimle tanıştırır.
Adam, ilk önce asası ile yere bir dâire çizerek Hoca’nın yüzüne bakar. Hoca da bu dâireyi ikiye, sonra dörde bölerek üç bölüğünü kendine doğru çekip bir bölüğünü de âlime doğru uzatır. Âlim, bu cevaptan memnun olduğunu göstermek için Hoca’ya gülümser. Sonra da elini açılmış bir çiçek gibi, parmakları yukarı doğru gelmek üzere birkaç defâ sallar. Hoca da bu hareketin tam aksini yapar. Âlim, bunun üzerine parmaklarıyla yerde hayvanın yürümesini taklit ettikten sonra karnını işaret edip bir şey çıkarır gibi yapar. Hoca da cebinden çıkardığı yumurtayı göstererek iki kolunu sallamak suretiyle uçar gibi bir harekette bulunur. Âlim, bu cevap üzerine ayağa kalkarak Hoca’nın karşısında boyun kırar, sonra da gelip elini öper. 
Timur, Nasreddin Hoca’nın, bu yabancı âlimin her sorduğu suale bulup buluşturup verdiği cevaplardan çok memnun olmuştur. Kalabalık dağıldıktan sonra âlime, ‘Sen Hoca’ya ne söyledin, Hoca sana ne cevap verdi?’ diye sorar.
Âlim der ki:
-Ben ona, yerin yuvarlak olduğunu işaret ettim. Hocanız bunu kabul ettiği gibi, dâireyi ortasından ikiye bölerek hem ortasından geçen çizgiyi hem de kuzey ve güney yarım küreleri gösterdi. Sonra bir hat daha çekerek, üçünü kendine ayırdı ve birini bana uzattı ki, bununla dünyânın dörtte üçünün deniz, dörtte birinin ise kara olduğunu söylemek istedi. Sonra ben parmaklarımı havaya doğru sallayarak yerde bitkilerin, mâdenlerin ve su kaynaklarının bulunduğunu anlatmak istedim. Hocanız da ellerini yukarıdan aşağı doğru sallayarak, bunların yetişmesi, yağmura ve güneş ışığına bağlı dedi. Cebinden bir yumurta çıkartıp uçar gibi yapması da kuş cinsini anlatmak içindi. Belli ki Hocanız, her soruyu cevaplandırabilecek kadar güçlü bir âlimdir. Onunla ne kadar övünseniz azdır.
Yabancı âlim vedâ edip ayrıldıktan sonra Timurlenk, Hoca’yı yanına çağırıp bir kere de işin aslını kendisinden öğrenmek ister. Hoca da şunları söyler:
-Canım efendim, bu adam aç gözlünün biri olacak. Karşıma gelir gelmez yere koca bir dâire çizerek, ‘Ah keşke, bir tepsi börek olsa’ dedi. Ben de tepsiyi ortasından ikiye ayırarak böreği ikimizin arasında paylaştırdım. Baktım aldırış etmiyor. Bu sefer de dörde böldüm. Üçünü kendime çekip dörtte birini ona uzattım. Başım salladı. Anladım ki, ‘Bana bu kadarı yeter’ demek istiyor. Sonra bana: ‘Bir tencere pilav yapsak da, kaşık kaşık yesek!’ dedi. Ben de: ‘Pilavın üzerine tuz, biber, fıstık, üzüm gibi şeyler de konulsa iyi olur.’ Dedim. Beni haklı bularak gülümsedi. Sonra eliyle bir de yürür gibi bir işaret yaparak bana uzak yerden geldiğini, uzun zamandan beri bol yemeğe hasret çektiğini anlattı. Ben de kendisine: ‘Yahu! Ben senden daha açım. Baksana hafiflikten âdeta uçar gibiyim dedim ve eşimin cebime koyduğu yumurtayı çıkarıp bütün gün, görüp göreceğim azığımın tek bir yumurtadan ibaret olduğunu işârede anlattım.’
Timurlenk Hoca’nın verdiği bu cevapları dinleyip kahkahayla güldükten sonra:
-O ne söylemiş, sen ne anlamışsın. Fakat aferin Hoca! Bizi mahcup etmeden adamı sepetlemişsin. 
Diyerek Hoca’ya bir hayli ihsanda ve ikramda bulunur.
Sevimli Hocamız, bu türlü ihsanlara ve ikramlara fazlasıyla lâyık önemli bir şahsiyettir. Çünkü yüz yıllardan beri biz O’nun latif latîfeleriyle, zarif sözleriyle, hisse dolu kıssalanyla hem gülümsüyoruz, hem düşünüyoruz. Hoca mizah yaparken aslında, derin mes’eleleri, anlaşılması güç konuları îzah ediyor. Mizahın izahını öğrenmek istiyorsanız Hoca’yı iyi anlamak, fıkralarını iyi okumak, sözlerini can kulağıyla dinlemek gerekiyor. 
Şurası bir gerçektir ki, herkes fıkra anlatamaz, ibretli ve hikmetli sözler söylemek, kulaklara küpe hazırlamak, insanları hem güldürmek, hem de düşündürmek için keskin zekâ kadar, ilim ve irfan hazînesine de ihtiyaç var. Dağarcığı dolu olan ve bu arada zekâsı da tatlı tatlı kaşınan bir bilginin, bir şâirin, bir sanafkârın sözleri, hiç şüphe yok ki altın ve mücevher değerindedir. Onun içindir ki, eskiden bâzı pâdişâhlar, bir takım önemli devlet adamları, dinledikleri ve beğendikleri söz ustalarının, mizah üstadlarının, şâirlerin ve ediplerin ağızlarım altınla doldurmak istemişlerdir.
Sâdece Nasrettin Hoca, Bekri Mustafa, İncili Çavuş gibi, meşhur mizahçılar değil, ünlü tefsir âlimleri, hadis bilginleri, tasavvuf erbabı da kitaplarında latif latifelere, zarif nüktelere bol miktarda yer veriyorlar. Molla Câmi’nin, Sadî’nin, Mevlânâ’nın kitapları hisse alınması gereken kıssalarla dolup taşıyor. Bostan ve Gülistan’ı okurken önce tebessüm, sonra tefekkür ettiğimiz gibi, Hazreti Pir’in şaheseri olan Mesnevi’nin sayfalarını çevirirken de âdeta kendinizden geçiyorsunuz. Okurken de, dinlerken de hem gülümsüyorsunuz, hem de derin derin düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz. Mesnevi Şerhleri’nden birinde yer alan şu cümle, bu hakikati dile getiriyor: 
‘Yüksek ve gönül âşinâ şahsiyederin sözlerinde ve eserlerinde yaptıkları latifeler, hakîkatlerin şakaya bürünen en ciddî ifâdesidir. Bu sözler birer tâlimdir ki, her noktası insana bir şey öğretir ve gözünü açar. Bu sözlerin iç yüzüne nüfuz edemeyenler bunları şaka zannederler, sâdece gülüp geçerler. Halbuki ehlullah için her şey ciddidir.’
Kelâm-ı kibar, kibar-ı kelâm olduğu gibi, mizahın îzahı da düşündürürken güldürmesi, güldürürken de düşündürmesidir. Unutmayalım ki, Allah’ın yarattığı canlılar içinde sâdece insan, tebessüm etmek, tefekkür etmek gibi iki önemli özelliğe ve güzelliğe sahiptir. Gülümsemenin önemi, düşünmenin lüzumu hakkındaki âyetler, hadisler, büyük zatların bu husustaki tavsiyeleri, ciltlerce kitabın sayfalarını dolduracak kadar boldur. 
 Mütefekkir insan, mütebessim insandır. Kalpteki îman nuru, sâhibinin yüz çizgilerine tebessümle yansır. Allah güzeldir, güzelleri sever. Güzeller güzeli ise Efendimiz’dir. 
Hazreti Enes diyor ki: ‘Resûlullah’ıın yüzü çok güzel ve dâima mütebessim idi.’
Kültür tarihçisi Dursun Gürlek, tebessüm ve tefekkür ettiren söz ustalarının cevherlerinden hazırladığı bir buketi, 224 sayfalık bir kitap hâlinde okuyucuya sunuyor. 

DURSUN GÜRLEK:
1952 yılında Tokat’ta doğdu. İlk ve orta tahsilini memleketinde tamamladı. İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Yeni İstanbul, Tercüman, Hürriyet, Günaydın gazetelerinde çeşitli görevlerde bulundu. Bir süre muhtelif okullarda Türkçe ve Edebiyat öğretmenliği yaptı. Biyografi araştırmaları ve çeşitli makaleleri Meşale, İnanç, Millî Kültür, Türk Edebiyatı, Kültür Dünyası gibi dergilerde yayınladı. Tarih ve Düşünce Dergisi’nin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. Bu dergide neşrettiği ‘Kırkambar’ ve ‘Ayaklı Kütüphâneler’ başlığı altındaki yazılarıyla dikkat çekti.
Yazar; Osmanlı tarihi, şark klasikleri ve biyografi sahasında çalışıyor. Başta Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı olmak üzere, çeşitli kültür kuruluşlarında Osmanlıca dersleri, ihtisas alanındaki konularda konferanslar veriyor ve İstanbul gezilerinde rehberlik yapıyor.  
Yayınlanmış eserleri
*Osmanlı Zaferleri, *Osmanlı Kumandanları,*Köprülüler, *Banu Cihan, *Tutiname, *Sünusiler, *İlim ve İrade, *İbrahim Aleyhisselam, *Amak-ı Hayal,*Karınca Huzura Varınca (2005), *Mâziye Bir Bakıver (2005), *Çınaraltı Kitap Sohbetleri (2005), *Kültür Dünyâmızdan Manzaralar (2010), *Tefekkür ve Tebessüm (2011), *Sohbet Tadında (2012), *Ayaklı Kütüphâneler (2012).

KUŞBAKIŞI

OSMANLI HÂNEDÂNI ÜSTÜNE İNCELEMELER
Cumhuriyet dönemi tarihçiliğimizin öncü adlarından İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın makalelerinden ikinci bir demet. Bu kitapta Osman Gazi’den İkinci Abdülhamid Han’a kadar Osmanlı hânedânı mensuplarının hem özel hem resmî kimliklerine ilişkin kısalı uzunlu otuzu aşkın inceleme bir araya getiriliyor. 
Erken dönem padişahlarının vakfiyeleri; İkinci Murad’ın uzun vasiyetnamesi; Cem Sultan’ın Avrupa’daki macerâsına ilişkin belgeler; Şehzade Korkud’un heyecan dolu hayat hikâyesi; Memluk sultanlarına sığınan Osmanlı şehzadeleri; babası Kanuni Sultan Süleyman’a karşı ayaklanan Şehzade Bayezid’le ilgili belgeler; Sultan Üçüncü Mehmed Han’ın oğlu Şehzâde Mahmud’un ölümü; Sultan Üçüncü Selim Han’ın şehzadeliği sırasında Fransa Kralı 16. Louis ile mektuplaşması; Üçüncü Selim Han’ın veziriazam Koca Yusuf Paşa ile ilişkisi; 1876’da üç ay padişahlık yapan Sultan 5. Murad Han’ın Avrupa’ya kaçırılması teşebbüsü, yeniden tahta çıkarmak için kurulan K. Skalyeri – Aziz Bey Komitesi ve son hastalığı ile ölümü, Sultan 2. Abdülhamid Han’ın 1909’da tahttan indirilişi, Selanik’teki sürgünlüğü, İstanbul’a dönüşü ve ölümü gibi olaylar, kitabın muhtevâsını oluşturuyor. 
Büyük ölçüde arşiv belgelerine dayanan bu incelemelerde birçok konu aydınlığa kavuşturuluyor, hiç bilinmeyen özellikler ilk defa açığa çıkartılıyor. Altı yüzyıl boyunca hanedanın yaşadığı değişim gözler önüne seriliyor. Hepsi de yorulmak bilmez bir bilim adamının usta kaleminden dile getiriliyor.
YAPI KREDİ YAYINLARI: 0.202-252 47 00 [email protected]

TEHCİR:
Araştırmacı Yazar Necdet Sevin’in 336 sayfalık eserinin tam adı: ‘Arşiv Belgeleriyle Tehcir Ermeni iddiaları ve Gerçekler’dir. 
Eser 2 yıl içerisinde 4 baskı yapmıştır. 
Kitap, Osmanlı Bahriye Nazırı ve 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın katlinden hemen sonra çekilen fotoğrafı ve altında şu ithaf cümleleri ile başlıyor: ‘1918’de biz devletlimizi kaybetmiştik. 1919’da Erivan’da toplanan 9. Taşnak Dünya Kongresi’nde sürgündeki Türk yetkililerinin izlenmesine ve öldürülmesine dair kararlar alındı. Bir cinayet şebekesi olan Nemesis örgütü aynı zamanda bir mitoloji tanrıçasının adını taşıyordu. Örgütün kurucuları arasında Armen Garo kod adıyla dağa çıkan Osmanlı’nın Erzurum Milletvekili Karakin Pastırmacıyan Efendi de vardı! Cinayet harekâtının başkanlığına Sahan Natali adında bir Amerikan Ermenisi getirildi. Bu karardan sonra Osmanlı Devleti’nin iki başbakanı, bir ordu komutanı ve diğer bazı görevlileri, çoğu arkadan vurulmak veya tuzağa düşürülmek suretiyle alçakça katledildi. Bu eser, rahmetle andığımız şehitlerimizin aziz ve asil ruhlarına armağan edilmiştir.’
Eserde önce Ermeniler tarafından kahpece şehit edilenlerin doğum ve katlediliş tarihleri, görevleri, katlediliş şekilleri, katilleri, bazılarının resimleri de olmak üzere anlatılmıştır.
Necdet Sevinç eserini 882 adet dipnotla belgesel hale getirmiştir. Zengin bir kaynakçaya sahiptir. Kitap yazarın şu sözleri ile bitmektedir: ‘Türklerin yaptığı eli silah tutan evlatlarının binlerce kilometre uzaktaki cephelerde bulunmasından istifade ederek, ekmeğini yedikleri devlete ihânet etmekle kalmayıp 9 asırlık komşularına da vahşice saldıran Ermenilere cevap vermekten ibârettir. Türk milleti devletine ihânet eden herkese, her zaman bu cevabı vermekten çekinmeyecektir.’
BİLGEOĞUZ YAYINLARI: 0.212- 527 33 66 e-posta: [email protected]  

GELİBOLU OSMANLI HAREKÂTI
Türkler, Çanakkale Savaşları’nı genellikle bir hamaset destanı olarak anlatırlarken, yabancı araştırmacılar mağlup olanların mağlubiyet sebeplerini araştırmaktadırlar. Yazar Edward J Erickson, esas olarak, harekâtın yürütülmesi ve seyrini etkileyen komuta ve kontrol faktörlerini merkeze alırken, alan egemenliği, konumlanma, ihtiyatların kullanımı, harekât ve lojistik gibi askerî kavramlar çerçevesinde muharebeleri incelemektedir. Okuyucu, her türlü olumsuzluğa rağmen, Osmanlı Ordusu’nun verdiği mücâdeleye, Mustafa Kemal’in liderliğine ve zekâsına bir defa daha hayran kalaccaklardır. Ciltli, 420 sayfalık kitap zevkle okunuyor. 
TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI: 0.212-258 77 43  [email protected]  

TÜRK KORSANLARI
Bırakınız buharlıyı, henüz yelkenli gemilerin bile yaygınlaşmadığı bir dönemde her esir edilenin küreğe bağlanması Osmanlı’nın değil, Avrupalıların bir geleneğiydi. Turgut Reis gibi bir amiral bile İtalyanlara esir olduğunda aynı uygulamaya tâbi tutulmuştu. Pedro işin bu tarafından bahsetmiyor ancak Türklerin daha insaflı davrandıklarını da saklamıyor:
Hıristiyanlara bekçilik etme konusunda Hıristiyan bir esire Türklerden daha çok güvenirler, çünkü Türkler bize onlardan daha merhametli davranırlar… Alçak ve ikiyüzlü olanlardan seçtikleri bu Hıristiyanları, Hıristiyanların başına muhafız yaparlar. Özgür bırakacaklarını da bu muhbirlerden seçerler. Bunlar Türklerden daha acımasız olurlar. Esirler çalışırken onlara sahibinin eşeği gibi davranırlar.
400 yıla yakın süren bu birlikteliği tarihçi Orhan Koloğlu, her üç ülkede yaptığı kaynak çalışmalarını Osmanlı ve Avrupa arşivlerindeki incelemeleriyle zenginleştirerek bu eserde sunmaktadır.
TARİHÇİ KİTABEVİ: 0.216-418 68 86 [email protected]    


KUDÜS’TEKİ ORTA ASYALI VE HİNTLİ HACILAR
Thierry V. Zarcone’nin eserinde; ihram, tavaf ve vakfe olarak isimlendirilen 3 farzın yerine getirildiği Mekke ve Medine şehirleri anlatılıyor. Eskiden Kudüs, Hac rotasının olmazsa olmaz uğrak yerlerindenmiş! Hatta Hilafet makamı olan İstanbul dahi Hac güzergâhı içerisindeymiş. O zamanlarda hacı ve hacı adayları konaklamak için de tekkeleri tercih ederlermiş. Tabi bu, ceplerine değil, gönül verdikleri tarikatın ismine veya tâbi oldukları etnik kökene göre değişirmiş. İşte tam da bu sebeple yazar; ‘Hac güzergâhı üzerindeki ana noktalardan biri olan İstanbul en çok sayıda tekkenin, mesela Afgan, Özbek, Kazan, Hint tekkelerinin kurulduğu bir şehirdir.’ Diyor Kitap, bir Sufi tekkesi ile han arasındaki ayrımın pek net olmadığı 19. yüzyılın ikinci yarısında, hacıların bu mukaddes ziyaret ve konaklama serüvenini anlatıyor.  Bu merkezlerin entelektüel, teolojik ve siyasî fikir alışverişlerinin de yaşandığı önemli merkezler olduğunu ifade ediyor. Özellikle de Osmanlı Devleti’nin değişik coğrafyalarına dağılmış Özbekler Tekkesi üzerinden kurguladığı araştırması dil ve üslup açısından olduğu kadar, içerik ve kaynakça olarak da hayli zengin bir altyapı ile meydana getirilmiş. Kitapta; Hintli sufilerin İstanbul’da ne işleri vardı? Osmanlı padişahları tekke ve zâviyelerin inşa ve onarımlarına neden bu derece önem veriyorlardı? Bir derviş ile dilenci arasındaki fark neydi? Bunlar gibi pek çok sorunun cevabını bulmak mümkün.  
KABALCI YAYINLARI: 0.212-347 54 51 [email protected]   


KISA KISA / KISA KISA…
1- SULTAN VAHDEDDİN’İN SON GÜNLERİ: Rumeysa Aredba, Edabil Açba. Timaş Yayınları. Telefon: 0.212-511 24 24 - [email protected], www.timas.com.tr     
2- TÜRK DİLİNİN SÂDELEŞMESİ: Abdullah Uçman. Kitabevi. Telefon: 0.212-512 43 28
3- DAMLA DAMLA GÜNLER: Adalet Ağaoğlu. Alkım Yayınevi. Telefon: 0.216-449 10 60
4- İSLAM’IN ANADOLU’YA GELİŞİ: Ahmet Demir. Kent yayınları. Telefon: 0.212-519 00 09
5- BİLGİNLER KONUŞUYOR: Konferanslar. Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları. 
Telefon: 0.212-526 16 15 [email protected]  www.turkedebiyatı.com