MARAŞ SENİN NAZIN VAR

Kahramanmaraş şâri ve yazarı en bol şehirlerimizden biridir. Bu sayfada bulunan hayat hikâyesinde belirtildiği gibi Oğuz Paköz, aynı zamanda tıp doktoru, edebiyat, kültür ve fikir adamıdır.

İnsanlarımız Kahramanmaraş’ı; Abdurrahim Karakoç (1932-2012), Ahmet Tevfik Paksu (1926-2017), Alâaddin Özdenören (1940-1987), Âşık Mahzunî Şerif (1939-2002), Câhit Zarifoğlu (1940-1987), Erdem Beyazıd (1939-2008), Karacaoğlan (1606-1679), Mehmet Âkif İnan (1940-2000), Necip Fâzıl Kısakürek (1904-1983), Rüştü Şardağ (1916-1994), Sütçü İmam (1881-1922) gibi edipleri, hatipleri, şairleri, bestekârları, hocalarıyla ve yazarlarıyla … bir de dondurması ile hatırlar. Dr. Paköz, şehrin hatırlama vesilelerini zenginleştiriyor: İklimi, poyrazı, acı biberi, evliyaları, erenleri, halk filozofları, kendine has örf ve âdetleri, halkın yaşayış tarzı, şehrin ‘Kahraman’lığını tescil eden vatan evlatları ve türküleriyle…

O türkülerden birinin sözleri şöyledir:

Maraş senin yazın var / Çekilmez poyrazın var / Seni sevenlere karşı bir kız gibi nazın var / Nazlanmakta haklısın / Gönüllerde saklısın / Türkiye’de bir tane madalya bayraklısın

Kitap, adını bu türküden alıyor.

Kahramanmaraş Türkiye’nin renklerini ve zenginliklerini ihtiva eden bir bütün olmakla birlikte, kendine has özelliklere de sâhiptir.  Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, son işgal edilen, buna rağmen ilk kurtulan ilimizdir. Denilebilir ki İstiklal Savaşımızın, ilk ümit meş’alesi burada yanmış, bütün yurdu aydınlatmıştır.

57. sayfada Cambaz Tuğrul, okuyucuya tatlı tatlı tebessüm ettiriyor: Tuğrul at alım satımı yapmaktadır. Alırken atın bütün kusurlarını derhal görür, bunları bir çırpıda sayar ve satıcının ümidini az da olsa kırarak düşük fiyata satın alır. Satarken de görünür ve görünmez meziyetlerini mübalağalı bir şekilde heyecanla anlatır, yüksek fiyata satar. (s: 57) Kahramanmaraş’ın cambazları çokmuş: inek cambazı, eşek cambazı… Günümüzde cambazlık mesleği araba ve genç sporcu cambazlarıyla devam ettiriliyor. Fakat hiçbiri Tuğrul’un şöhretini aşamamış…

Bir de Fırıldak Ali var… Kahramanmaraş, onun gibi halk masallarını bilen ve ustaca anlatan başka bir masalcı görmemiştir. (s: 60)

Doktora öğrencilerine İngilizce ve Fransızca dersleri veren ilkokul öğretmeninin olabileceğini düşünebilen herhalde çok azdır. Dr. Paköz’ün ilkokul birinci sınıf öğretmeni Vâhit Hoca, Kahramanmaraş’ın meşhurlarındandır. Dâima birinci sınıfı okutmuş, eşi ise ikinci sınıfta geçen öğrencileri teslim alıp mezun edinceye kadar okutmuş, dört sene sonra tekrar ikinci sınıf öğrencilerini eşinden teslim almış, mezun etmiş… Bu devir teslim ve mezun etme işlemi meslek hayatları boyunca hiç aksamamış. (s: 62)

Başka bölgelerde bilinmeyen mahallî kelimeler: cücükçü, dönük, salak, küküç, deveme, yuvarlamaç, gıcırtmaç, imirballı ve diğerleri…

Oğuz Paköz’ün zengin bir arşivinin bulunduğu anlaşılıyor: Yıllar itibâriyle Kahramanmaraş’ta, kaç bina, ne kadar câmi, mescit, hastâne, kilise, Mevlevîhâne, fırın, çeşme var, hepsini yazmış. Alâkasını merkez ile sınırlamamış, ilçeler hakkında da bilgiler veriyor.

90. sayfada ‘sosyolog’ Oğuz Paköz, Maraş’ın ‘insan yapısı’nı yazıyor. Yazar, sonraki sayfalarda ise eğitimci, târihçi, sanayici, konfeksiyoncu, gıda uzmanı olarak karşımıza çıkıyor ve şehrin, bu sâhalardaki durumu hakkında okuyucuyu rakamlara dayanarak bilgilendiriyor.     

Bütün Yönleriyle Kahramanmaraş Ansiklopedisi’ olarak da adlandırılabilecek olan Dr. Paköz’ün eseri, bütün bu özellikleri en ince teferruatıyla gözler önüne seriyor. Sayfalar ve satırlar arasında didaktik mesajlar da bulunuyor. Bunlardan birinde, kötülükler kumkuması Goncoloz’un, Bismillahsız işe başlayanlara musallat olduğu anlatılıyor. (s: 72-73)

Doğamız Ağaçlarımız’ başlıklı bölüm âdetâ, ilk Türk bestekârı olarak bilinen Abdülkadir Merâgî’nin (1360-1435) Rast Kâr-ı Muhteşem’ini hatırlatan bir orman bestesidir. Fıstık yetiştiriciliğinin incelikleri, pürçenk, melengiç, buttum ve daha nice bitkiler hakkında, ancak botanik ansiklopedilerinde bulunabilecek bilgiler, satırlar arasına serpiştirilmiştir. Demek ki tıp fakültelerimizde bağ-bahçe uzmanı da yetişebiliyormuş.

Yerli halk elbette bilir de, biraz uzakta olanlar için ‘itgülü’ ismi yabancıdır. İlim dilinde ‘roza kanina’ denilir. Sayın Paköz’den öğreniyoruz: Güneye bakan dik ve kurak yamaçlarda yetişen, ilaç olarak da kullanılan bir bitkidir. Alıç, orkide, sedir ile çivi bile çakılamayan demir meşesi ağacının ve menengiç bitkisinin vatanının Kahramanmaraş olduğu bilgisi de bu sayfalarda yer alıyor. Kışın ortasında tâze üzüm yiyebilmenin yöntemi de…  (s: 135-181)

Türkiye’nin pek çok yerinde acı toz biber meraklıları, Kahramanmaraş biberini biliyor ve arıyorlar. Her ne kadar Maruga Akrebi* kadar acı değilse de, Kahramanmaraş biberi, alışık olmayanlar için ‘Yandım Allah’ feryatlarına dâvetiye yerine geçer.

Dört-dörtlük bir şehir târihi, şehir kültürü kitabı olan ‘Maraş Senin Nazın Var’ isimli eser, yurdumuzun özellikli bir vilâyetini tanımak isteyenler içi sıkılmadan okunacak bir rehberdir.

Gitmesek de görmesek de… Kahramanmaraş bizimdir.

Temmuz 2017’de yayımlanan kitap için İletişim Kanalları:

Dr. OĞUZ PAKÖZ [email protected]   

0.532-263 13 16

*Maruga Akrebi: Atlas Okyanusu’nda, Venezuela’nın kuzeydoğusunda yer alan, Trinidad-Tabago Devleti’ne ait pek çok adadan, yalnızca birinde yetişen biber. İki milyon numune içerisinden seçilen dünyanın en acı biberidir. İlk ısırışta acılığı fark edilemez. Fakat az sonra yiyene ıstırap verir. Dış yüzeyindeki bakteriler, toplayıcının eldivenini aşıp deriyi tahriş etiğinden 3-5 bibere değdikten sonra eldiven değiştirilmek suretiyle işe devam edilebilir.

Dr. OĞUZ PAKÖZ

Kahramanmaraş’ta l947 yılında doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Kahramanmaraş’ta tamamladı. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinden 1974 yılında mezun oldu. Mezuniyet sonrası Kahramanmaraş’ta pratisyen doktor olarak meslek hayatına başladı. Askerlik görevi sonrasında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesinde biyokimya bölümünde ihtisas yaptı. Mecbûrî hizmetini Çorum, Elbistan ve Kahramanmaraş Devlet Hastânelerinde tamamladı. 1984’ten sonra Kahramanmaraş’ta özel laboratuar çalıştırmaya başladı. Bu görevi 2008 yılının Eylül ayına kadar devam etti. Bu tarihten sonra Kahramanmaraş’ta bir özel hastanede çalışmaya başladı. Hâlen aynı hastanede laboratuar sorumlu doktoru olarak görev yapmaktadır.

Oğuz Paköz evli, dört çocuk babasıdır. Kahramanmaraş’ta uzun bir süre politika ile de ilgilendi. İki yıl (bir dönem) Türk Ocağı başkanlığında bulundu. Rauf Denktaş’ın Kahramanmaraş’ı ziyareti onun başkanlığı dönemindedir. Dört defa Tabip Odası başkanı seçildi. Kahramanmaraş Meslek Odaları Birliği’nin kurucuları arasında yer aldı ve uzun süre başkanlığını yaptı. Yine aynı dönemde Güney İlleri Tabip Odaları Birliği’nin kurucu başkanlığını üstlendi.  

Oğuz Paköz 2002 yılında kurulan Kahramanmaraş Kültür ve Sanat Evi (KÜSEV) Derneği’nin kurucularındandır ve derneğin kurulduğu günden beri başkanıdır. Bu derneğin yayın organı olan sanat ve edebiyat dergisi Alkış’ın dernek adına sahipliğini ve başyazarlığını on beş yıldır uhdesinde bulundurmaktadır. Kılgı, Var Varanın-Sür Sürenin, İlk Çıngı İlk Çılgınlık / Maraş Destanı, Bombalar Öldürmez Sevgiyi, Türkülerle Giden İlbey, Ahır Dağı Destanı ve Maraş Senin Nazın Var adlarında 7 kitabı yayımlanmıştır.

KUŞBAKIŞI:

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE'NİN TOPLUMSAL YAPISI:

Doç. Dr. Erdinç Yazıcı’nın editörlüğünde Doç. Dr Erdinç Yazıcı, Dr. Sinan Demirtürk, Prof. Dr Tayyip Duman, Prof. Dr. Varis Çakan, Yrd. Doç. Dr Hayri Ulvi, Gizem Yaşar Tutar, Hıdır Düzkaya, Kürşat Tutar, Mehmet Atilla Güler tarafından hazırlanan eser, 16 X 23 santim ölçülerinde, 392 sayfa olarak Temmuz 2017’de yayımlandı.

Türkler uzun bir hikâyenin kahramanıdır. Birinci Dünya Savaşı ile büyük bir çöküş yaşamışlardı. Geçen yüz yılın başında devletlerini kaybetmiş olsalar bile, küllerinden yeniden doğarak, çöküşten yüz yıl sonra bugün Yeni Türkiye ile yeniden târih sahnesine dönüşü başarmışlardır. Bugün, G20 üyesi, yaklaşık 750 milyar dolar GSMH’ya ve çoğu şehirli ve meslekli 80 milyon nüfusa ulaşmış genç Türkiye her bakımdan geçmişten çok farklı imkânlara sâhiptir.

Bugün Türkiye; gelişmiş insan kaynağı, geldiği sanayileşme seviyesi, sâhip olduğu müteşebbis ruh ve genç nüfusu ile bir yandan tarihî mirasını geliştirirken, diğer yandan yeni imkânların eşliğinde umut dolu bir geleceğe yürümektedir.

Kitap, İslam öncesi Türk topluluklarının sosyal özellikleri ve yaşayış tarzlarından başlıyarak geride bırakılan yaklaşık iki bin yılın hikâyesini dikkatlerinize sunuyor. Özellikle son yüz elli yılı ve bugünkü Türk toplum yapısını anlayabilmek bakımından meseleleri geniş bir perspektiften ele almaktadır.

Yazarlar, özellikle modernleşme târihinin dönüşüm problemlerini ekonomiden siyâsete kadar incelerken, sosyal yapıyı değişime zorlayan faktörlere ağırlık veriyor. Ortaya çıkan yeni sosyal dinamiklerin altını çiziyor,  sosyal yapı ve süreçlerin teorik boyutlarını da ihmal etmeden ele alıyor.

AKÇAĞ BASIM YAYIM PAZARLAMA ANONİM ŞİRKETİ:

Tuna Caddesi Nu: 8/1 Kızılay-Ankara. Telefon: 0.312-432 17 98

elgegeçer: 0.312-432 28 52 www.akcag.com.tr  e-posta: [email protected]

ENVER ATA

Enver Paşa, (İstanbul, 22 Kasım 1881-Tacikistan’da Balh-i Cevan şehri, 04 Ağustos 1922) Türk târihinde en çok tartışılan şahsiyetlerden biridir. O’nu yere göğe sığdıramayanlar da vardır, yerin dibine batırmak isteyenler de… O’nu çok yükseklere çıkarmak veya itibarsızlaştırmak, ifâde bakımından farklı görünse de mânâ itibâriyle aynıdır. İkisi de gerçek dışıdır. Enver Paşa, netice itibâriyle ‘insan’dı. Bütün insanlar gibi kusur ve noksanları da vardı, meziyet ve faziletleri de…

Şurası muhakkaktır: Enver Paşa, döneminin her Türk subayı gibi katıksız-hilafsız vatanperverdi. Türkistan Türklerinin ‘Enver Ata’sıydı. Şehit olduğunda tabutunun başında muazzam bir kalabalık toplanmıştı. Oradaki binlerce kişinin her biri çocuklarından birine mutlaka ‘Enver’ adını vermiştir. Özbekistan’da, Azerbaycan’da ve Kırım’da ‘Enver’ isimli insanların çokluğu, O’na olan derin sevginin göstergesidir. 

Birinci Dünya Savaşı’ndan, müttefikimiz Almanya ile birlikte mağlup olarak çıkınca gittiği Almanya’dan, Moskova’nın izni ile Batum’a geçip İkinci İslam Konferansı’nı topladı. 1921 sonbaharında Türkistan’a geçti. Buhara’da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB)’nin komünist rejimine karşı ayaklanan ve ‘Basmacılar’ denilen hürriyet ve bağımsızlık taraftarı vatansever grupları teşkilatlandırarak komutanlığını üstlendi. Buhara ve Fergana bölgesinde SSCB kuvvetleriyle savaştı. Karşılaştığı her askerî birliği yenerek bölgede denetimi eline aldı. 1922 yılı başlarında Moskova’ya bir nota göndererek, kurduğu hükümetin tanınmasını istedi. Moskova, cevap olarak Enver Paşa’ya Kızıl Ordu’yu gönderdi. Kızıl Ordu çok kuvvetliydi. Girdiği yerde taş üstünde taş, gövde üstünde baş bırakmadı. Enver Paşa da bu kırımdan kurtulamadı, şehit oldu.

Emre Ateş’in yazdığı 13,5 X 21 santim ölçülerindeki, 188 sayfalık eserde çok konuşulan ve fakat göz ardı edilen hakikatler okuyucuya sunuluyor:

‘Yavuz ve Midilli diye bilinen gemilerin hesabı hep sorulmuştur da İngilizlerin vermedikleri Sultan Osman ve Reşadiye Dretnotlarının hesabı sorulmamıştır. Çünkü bu hesabın sorulması Yavuz ve Midilli’ye duyulan ihtiyacın sebebi anlaşılacaktır.

O sıralar Mesudiye, Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis olmak üzere üç adet gemimiz Karadeniz’dedir. Barbaros saftan çıkarılmış, Turgut Reis ise tâmire alınmıştır. Mesudiye 40 yaşındadır ve  tâmir görmüştür. Karadeniz’deki muhtemel rakibimiz Rusya’da yirmi altı muhrip varken Osmanlı Devletinde bu sayı sekizdir. Rusya, on bir denizaltısı ile Karadeniz’dedir. Gözünü İstanbul’a dikmiştir. Size düşen İstanbul’u korumak ve aynı zamanda doğuda yaşanan savaşa ikmal yapmaktır. Bunları da Ruslara rağmen yapmak gibi mecburiyetiniz vardır.

İngiltere, kömür parasına kadar ödenen gemilerimizi vermemiştir. 2 torpido destroyerimize de el koymuştur.’ (s: 71)

Tam da bu noktada, sorulması gereken soru şudur: ‘Yavuz ve Midilli alınmasaydı, İstanbul nasıl korunacaktı?’

75 ve 76. sayfalarda ‘Savaşa girmeye mecbur muyduk?’ sorusunun cevabı veriliyor: ‘Savaşa girmeseydik İngilizlerin müttefiki olan Ruslar Türkiye’ye girerlerdi. Biz harbe girmeseydik, Rusya’da Bolşevik  İhtilâli olmaz, Çarlık yönetimi, Boğazları ve İstanbul’u ele geçirirdi.’

Enver Paşa’yı sevenler de yerenler de bu kitabı okumalılar.

BİLGEOĞUZ YAYINLARI:

Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-527 33 65

Belgegeçer: 0.212-527 33 64

e-posta: [email protected]  www.bilgeoguz.com.tr

BAŞKURT TÜRKLERİNİN TÂRİHÎ DESTANI / İDİGEY ile MORADIM

(İZEÜKEY MİNEN MORADIM)

Prof. Dr. Mustafa Arslan’ın hazırladığı 16,5 X 23,6 santim ölçülerindeki 223 sayfalık eserde, târih öncesi ve târih sonrası Türk kültür hâfızasının dış dünyaya yansıyan husûsiyetleri tanıtılıyor.

Başkurt Türkleri, batıda Sura Nehri’nden, doğuda Ural Dağları’na, kuzeyde Fin sınırından güneyde Astrahan’a ve Hazar kıyılarına uzanan İdil Nehri’nin ve kollarının suladığı toprakları içine alan bölgede yaşayan en eski Türk boylarından biridir. Dilleri Kazan Türkçesine yakındır. Günümüzde, Tataristan olarak anılan Kazan Hanlığı ile bir bütün teşkil ediyordu.  Kızıl komünistlerin ‘böl-parçala-yönet’ prensibi ile 1917 yılında ayrı bir yönetim hâline getirildi. 1991 yılında muhtar cumhuriyet statüsü verildi. Başkurdistan Muhtar Cumhuriyeti’nin yüzölçümü 143.600 Km, nüfusu 3.994.000, başşehri Ufa’dır.

Müslüman olan Başkurt Türklerinin yarıdan azı, Başkurdistan’da yaşamakta ve kendi ülkelerinde üçüncü sırada azınlık durumundadır.  Başkurtların çoğunluğu Rusya Federasyonu, Tataristan, Çuvaşistan ve Sibirya’da yaşamaktadır. İstanbul Üniversitesi’nde Ord. Prof. Dr. unvanıyla tarih dersleri veren Zeki Velidi Togan, Başkurt Türklerindendir.

İdigey ile Moradım Destanı’ndan bir bölüm:

İzeükâyzan his anday           İdigey’den böylesine

Yamanhg eş bulmas, tip,     Kötü bir iş beklenmez diye,

Şaw-şıw qupqas Uralda,      Bir düşünce hâkim olunca Ural’da,

Morazım Ural taşlağan.       Moradım Ural’ı terk etmiş.

Dimdeh beye - Narıs bey,    Dim Beyi, Narıs Bey,

Bıl gawğanı işetkas,              Bu kavgayı işitince,

Tora beyzan talanıp,             Tora Bey tarafından saldırıya uğrayıp,

Bik küp vaqıt intekkâs,         Uzun süredir sıkıntı çekince,

Morazımdı saqırtqan.           Moradım’ı çağırtmış,

Morazım barğas, il yıyıp,      Moradım gelince, ili toplayıp,

Narıs üzenen qartlığın,         Narıs kendisinin ihtiyarladığını,

Batırlığı qaytqanın                 Batırlığının tükendiğini

Ilga tezep höylagas,                İle sırayla söyleyince,

Böta ile, tuy yahap,                 Tüm il, toy düzenleyip,

Morazımdı bey qılğan.           Moradım’ı bey kılmış.

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A.Ş.

İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul Telefon: 0.212- 251 03 50

Belgegeçer: 0.212-251 00 12

e-Posta: [email protected]  www.otuken.com.tr

KISA KISA… KISA KISA…

Sütçü İmam’ıyla (1881-1922),

1-HÜRREM SULTAN: Oleksandra Şutko – Hazal Yalın / Kitap Yayınevi.

2-HARPUT’TA DİNÎ MİMÂRÎ: Dr. Emine Güzel / Çizgi Kitabevi.

3-OSMANLI’DA MİLLİYETÇİLİĞİN TOPLUMSAL TEMELLERİ: Kemal Karpat / Timaş Yayınları.

4- MİLLÎ MÜCÂDELE GÜNLERİNDE DİN ADAMLARI: Recep Çelik / Atam yayınları

5-İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA TÜRKİYE: Murat Metinsoy / İş Bankası Kültür Yayınları.