TARİHTE LİDER KADINLAR VE FATMA BACI
Kitaba ve kitap ehline rağbetin olmadığı, kitap ve okuma özürlü toplumumuzda fikir çilesinin mensupları boynu bükük, kolu kanadı kırık, ilgi ve alâka görmez, ölümü bile çoğu zaman hatırlanmazken, altyapısız mahalle sokaklarında oynadığı futbolla zirveleşen insanlar, hedonist eğilimleri uyandıran oynak ve çıplak sözde starlar, entel ve liboşlar, eller ve mankurtlaşmış başlar üzerinde dolaşıyor.
Kütüphaneler ağ bağlamış, cami hoparlörü figan edip, hüngür hüngür ağlarken, statlar ve diskotekler lebalep dolup taşıyor. Ancak bu insan modeli, toplumu (muzu) bir adım ileri götürmediği gibi geriletiyor.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen yine de karınca kararınca kitaplar yayınlanıyorsa da baskı sayıları gelişmiş ülkelere göre devede kulak kalıyor. Son zamanlardaki roman furyası da dizi furyası gibi cirit atıyor. Çeyiz sandıklarını, kitapsız kitaplıkları süsleyen Mukaddes Kitab’ımızın ilk emri kulak ardı ediliyor.
Kitap su, hava, gıda gibi bedenî ve ruhu besleyen, kaprisi, nazı olmayan en büyük dost ve arkadaştır. Laedri bu hususta: ‘Kitabın yüzüne bakınca gönlüm eğlenir, emdiğim şeker kamışının sütü gibidir. Sakın kitabımı benden isteme. Çünkü elimden sevgilimi almak gibidir.’ Derken James Howel de ‘Dünyayı yöneten, kalem, mürekkep ve kâğıttır.’ Diyor.
Mimar Sinan gibi bir dâhiyi bağrından çıkaran, her aşında ve taşında buram buram tarih (Selçuklu), Erciyes kokan, Yüce Mevlânâ’nın hocası Seyyid Burhaneddin Hazretleri’ni bağrında misafir eden Kayseri, fikir çilesinin serdarlarıyla da gururludur. Bu serdarların başında yirminin üstünde yayınlanmış eseri olan, emekli öğretim üyesi Yard. Doç. Dr. Vehbi Ecer Bey (1) vardır.
Sanat ve kültürün içinde yoğrulup kavrulan, emeklilik günlerini de okumak ve yazmakla geçiren Vehbi Ecer Bey’in Yesevi Yayıncılık (2) tarafından yayınlanan Tarihte Liderler Kadınlar ve Fatma Bacı isimli eseri, bahar mevsiminin güneşi gibi içimizi ısıtıyor.
Dört ana bölüme ve ara bölümlere ayrılan, zengin bir bibliyografya ile desteklenen (beslenen) kitabın ağırlık noktasını İki Cihan Güneşinin zevcesi Hz. Ayşe ve Kızı Hz. Fatma, Osmanlı Devletinin kurucularından Hayme Ana, efsâne ve model kadın Kadıncık Ana, Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın hanımı Türkân Hâtun, Tuğrul Bey’in hanımı Altuncan Hâtun ve Ahi Evren’in hanımı Fatma Bacı meydana getiriyor.
Dinimizde ve kültürümüzde en çok işlenen Yaratan’ın en büyük mucizesi kadın; milletin bereket kaynağı, iffet ve sadakatin aynası, cesâret, kahramanlık ve dayanağın zırhı ve kalesidir. Bu iffet ve cesâret kalesi, değerli hocamızın kaleminde daha da güzelleşip, bayraklaşıyor: ‘Kadın anadır, yuvadır, merhamettir, sıcaklıktır, şefkattir, cennettir, kucaktır, aşktır, sevgidir, vefadır, vatandır, bayraktır, tabiattır, güzelliktir, şeref ve namustur...’
Yüce Yaratan’ın kadına bahşettiği en büyük özellik ve güzelliklerden birisi onun anne olması, cenneti ayaklarında taşımasıdır.
Ne yazık ki tarih boyunca horlanan, onu bir şeytan ve şehvet putu olarak gören, câhiliye devri hortlaklarının hiddeti ve şiddeti (geri kalmış toplumlarda) hâlâ devam ediyor. Oysa kadın; Türklerde diğer kavimlere göre iyi bir konuma sahipti. Vehbi Bey’in de belirttiği gibi; tek evlilik yaygındı ve eş seçmede söz sâhibi idi. Hâtun, Hâkan ile devleti yönetirdi. Kadın dinî ve millî merasimlere katılır, hatta başkanlık, komutanlık ederdi. Kanunlar; ‘Hakan ve Hâtun emrediyor ki…’ Diye başlardı.
Ecer Hoca; Türk tarihinin kapısı ve tapusu olan, İslâm öncesi tarih ve kültürümüze ışık tutan Orhun Abidelerinde Bilge Han’ın, kadının yüksek yerini belirten şu hâkimane sözleriyle de konuyu kuvvetlendirir: ‘Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye, babam İlteriş Kağan’ı, annem İlbilge Hâtun’u yükseltmiş olan Tanrı (her ikisini de) göğün tepesinden tutup yukarı kaldırmıştır.’
Ne yazık ki, Kuran’ın evrensel beyânına (emrine) rağmen zaman, kadınların aleyhine işlemiş (işletilmiştir). Vehbi Ecer bu acıklı durumu şu cümleleriyle belirtir: ‘Zaman kadınların aleyhine işlemiş ise sebep dinimiz değil, eski Arap kültür, örf ve âdetlerinin dinin gereği zannedilen baskısı ve Müslüman hanımların bilgisiz ve câhil kalmalarıdır. Haremlik-selâmlık uygulaması, kadının sesinin haram olduğu saçmalığı, eğitim ve kamu görevlerinden uzak kalması Arap örfüdür. Oysa bu, hanımlar Peygamberimiz döneminde cenaze, Cuma, bayram namazlarına katılmışlar, erkeklerle beraber aynı çatı altında namaz kılmışlardır.’
Kitabın can alıcı üçüncü bölümde Peygamberimizin hanımı Hz. Ayşe ile sevgili kızı Fatıma hakkında ilgi çekici bilgiler verilir. İlim ve siyâsetle meşguliyeti yanında, savaş yöneten Hz. Ayşe; Peygamberimizin savaşlarına katılmış, Kuran’la haşir neşir olmuş, birçok âyet onun yanında-odasında nâzil olmuştur. Hz. Ayşe Peygamberimizin okuma yazma bilen üç hanımından birisidir. 2210 Hadis naklederek ile ‘en çok Hadis nakledenler’ sıfatına hak kazanmıştır.
Tarih, şiir, tıp alanlarında da derin bilgisi olan Hz. Ayşe, Vehbi Bey’in ifâdesiyle hatâlı rivâyet edilen hadisleri tenkit etmenin yanında kendi dönemindeki bilginlerin yanlış fetvâlarını da tenkit etmiş, tenkitlerini akıl ve Kur’an ile ispatlamıştır. Kitapta bu tenkit ve cevaplara geniş yer verilmiştir.
Peygamberimizin en sevgili ve aynı zamanda en kıskanç hanımlarından olan Hz. Ayşe vâlidemizin kendisini siyâsetin içine atması düşündürücüdür. Halife Osman’ın icraatını tenkit eden, O’nun için; ‘Kur’an’ın hükümlerini çiğnemiş ve küfre girmiştir. Kıyamet günü sırat köprüsünde leş gibi kalacaktır.’ Diyen Hz. Ayşe, her nedense Halife Osman’ın ölümü üzerine de bu işte Hz. Ali’yi suçlayarak ona karşı çıkmış, Cemel savaşında esir düşmüş ise de serbest bırakılmıştır. Bütün bu olaylar kitapta fazlasıyla yer almıştır.
Kitabın üçüncü bölümünün diğer bir ağırlık noktası da belirttiğimiz üzere, hakkında igi çekici bilgiler verilen Peygamberimizin en küçük ve en sevgili kızı Hz. Ali’nin hanımı Fatma’dır. Hz. Fatma ölene kadar Hz. Ebubekir’e beyat etmemiştir. Bu durumu Ecer Hoca şöyle açıklar: ‘Hz. Fatma Hz. Ebubekir’e beyat etmediği gibi onunla tartıştı ve halifeye kızgınhğını, karşı oluşunu açıkça belirtti. Hz. Fatma, Peygamberimizin vefatından sonra sağ kalan tek çocuğu idi ve bu sebeple bazı haklarının olduğunu, halifenin bu haklarını engellediğini açıkça ifade ediyordu. Ebubekir’e çıkıp babasından kalan mirasın kendisine verilmesini istedi. O da Peygamberin; ‘Biz Peygamberler topluluğu miras bırakmayız.’ buyurduğunu bu sebeple Peygamberin bıraktıklarından kimsenin hakkı olmadığını ileri sürdü, Fatma’nın isteğini reddetti. Fatma’nın ileri sürdüğü miras Fedek’deki topraklardı. Hz. Ali de Ebubekir’e, hanımı ölünceye kadar beyat etmedi.
Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey’in babaannesi Hayme Ana ile Hacı Bektaş Veli’nin hanımı Kadıncık Ana, kitabı renklendiren model kadınlardandır. Hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz Hayme Ananın şu vasiyeti asırları asırlara bağlayan altın bir anahtardır: ‘Ey oğul yüreğinden inancı, ağzından duayı, davranışlarından erdemi hiç eksik etme. Bir de sabırlı ol. Ekşi koruk sabırla tatlı üzüm olur.’
Kadıncık Ana ise yazarın ifadesiyle; özellikle Alevi toplulukları içinde, eşitlik, özgürlük temsilcisi örnek bir kadındır. Erkeklerle birlikte oturur, kalkar, onlarla birlikte bağda, bahçede, tarlada çalışır.
Kitabın son bölümünü oluşturan Ahi Evren’in hanımı ve Evahadüddin Kirmanî’nin kızı, Bacıyan-ı Rum yâni Anadolu Bacılar teşkilatının kurucusu olan Fatma Bacı; Anadolu’muzun Türkleşmesine ve İslâmlaşmasına hizmet etmekle kalmamış, kadınların ticarî girişimcilik kazanmalarına, sanat ve gelir sâhibi olmalarına da büyük katkılarda bulunmuştur. İlk defa Kayseri’de kurulan bu teşkilat, Kayseri’den Anadolu’nun diğer şehir, kasaba ve köylerine kadar yayılmıştır.
Anadolu Bacıları aldıkları askerî eğitim sonucunda kazandıkları yetenekleriyle erkeklerle birlikte yurt savunması gibi kamu hizmetlerine de destek olmuşlardır. Yazarın diliyle ‘Bacıyan-ı Rum teşkilatı, Anadolu kadınları arasındaki yardımseverliğin, konukseverliğin gelişmesini sağladığı gibi Türk dilinin, Türk-İslâm ahlâkının, Türk kültürünün kadınlar arasında yeni kuşaklarda yayılmasını sağlamıştır. Tekke, dergâh ve zaviyeler, asırlarca güzel sanatların, özellikle musikinin merkezi ve koruyucusu olmuştur.’
Bu kıymetli eserinden dolayı Yard. Doç. Dr. Ahmet Vehbi Ecer’i bir defa daha tebrik ediyor, kendisine uzun ömürler diliyorum. Ayrıca Türk kültür ve tarihine hizmet olduğuna inandığım bu güzel eserin yayınlanmasını üstlenen Yesevi Yayıncılık Şirketine de teşekkür ederim.
MUAMMER YILMAZ: Yesevî Dergisi, Sayı: 222, Sayfa: 30,31
Yrd. Doç. Dr. AHMET VEHBİ ECER
8 Ağustos 1934 tarihinde Niğde’nin Bor İlçesi’nde doğdu. İlk ve ortaokulu Bor’da okudu. Lise tahsilini Niğde7de tamamladı. 1959 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Vatanî görevini 1960-1961 yıllarında Levazım Teğmeni olarak Borçka’da yaptı.
1962 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde memuriyet hayatı başladı. 1963-1965 yıllarında Kayseri İmam-Hatip Lisesi’nde Meslek Dersleri öğretmenliği ve müdür yardımcılığı yaptı.
1965-1966 yıllarında Ankara Radyo ile Eğitim Merkezi’nde yazar öğretmen, 1966-1970 yıllarında Kayseri Yüksek İslâm Enstitüsü İslâm Mezhepleri Tarihi öğretmeni ve müdür yardımcısı olarak görev yaptı. 1970-1971 yıllarında Bakanlıkça inceleme-araştırma yapmak üzere Bağdat’a gönderildi. 1976 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Tarihi Kürsüsü’nden doktora diploması aldı. 1982 yılında Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde İslâm Tarihi Öğretim Görevlisi olarak çalışmaya başladı. 1984 yılında Yrd. Doç. Dr. unvanını aldı. Fakülte’de; İslâm Tarihi ve Medeniyeti anabilim dalı başkanı, Din Eğitimi ve Sosyal Bilimler bölüm başkanı oldu. 1993 yılında Araştırma yapmak üzere İngiltere’ye gönderildi. Burada ilmî toplantılara katıldı.
Birçok mahallî, genel ve hakemli dergilerde makaleleri yayınlandı. Halen, Kayseri’de elektronik olarak da yayınlanan Erciyes Gazetesi’nde ilmî konularda makaleleri yayınlanıyor. Ayrıca; Aylık dergilere makaleler yazmaktadır. Çeşitli yayınevleri tarafından basılmış 22 eseri bulunmaktadır.
Yrd Doç. Dr. Ahmet Vehbi Ecer, İslâm Tarihi ve İslâm Mezhepleri Tarihi öğretim üyesi olarak çalışmakta iken yaş haddinden emekli olmuştur.
(2) YESEVİ YAYINCILIK: Küçük Ayasofya Mahallesi, Küçük Ayasofya Caddesi, Hüseyin Ağa Medresesi Nu: 13. Sultanahmet, Fatih, İstanbul. Telefon: 0.212-63850 12,
Belgegeçer: 0.212-63835 47
e-posta: [email protected]
KUŞBAKIŞI
DİN VE MEDENİYET:
Klasik usulde Arapç ve dinî ilimler öğrenimi gördükten sonra Yüksek İslam Enstitüsü’nden ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümünden mezun olan Prof. Dr. Bekir Karlığa, kitaba adını veren din ve medeniyet konularındaki makalelerini 288 sayfalık şirin bir kitapta toplamış. Din ve Medeniyet, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de İslam Düşüncesi, Avrupa Birliği - Türkiye ve İslam Dünyası, Terör - Savaş ve Barış, Din ve Çevre başlıklarıyla 5 bölüm hâlinde düzenlenen kitapta, her biri yekdiğerinden doyurucu ve güncel 109 adet makale yer alıyor.
MAHYA YAYINCILIK: 0.212-441 16 47 [email protected]
HAYATI KUCAKLAYAN YAZILAR:
Erol Afşin; günlük hayatın bir mücâdele dönemi değil, yaşanması gereken olgu olduğunu söylüyor. Duyulacak, tadılacak bir olgu. Sevgiyi, saygıyı, hoşgörüyü, güzel ahlakı, çalışkanlığı, dürüstlüğü kendimize prensip edinebildiğimizde; hak edilenle yetinebilmeyi becerebildiğimizde, hayattaki güzelliklerin farkına varabileceğimizi anlatıyor. Şahsî gelişim kitaplarını sevenler için bir hayat rehberi.
AKİS KİTAP: 0.212 – 445 00 45 [email protected]
GEL SÖYLEŞELİM:
Beşir Ayvazoğlu, 1990’lı yılarda, Türkiye’nin önemli kültür adamları ve sanatkârlarıyla yaptığı röportajları kitaplaştırmış. Hâfız Âsım Şâkir, Necmeddin Okyay, Mustafa Düzgünman, Münir Nurettin Selçuk, Uğur Derman, Çelik Gülersoy, İnci Enginün, Zeynep Kerman, Ekmeleddin İhsanoğlu, Suphi Saatçi, Cemal Kafadar, Bahtiyar Vahapzâde, Cengiz Aytmatov, Erol Akyavaş ve Nuri Arlasez, yazarın söyleşi yaptığı kişiler. Bir dönemin tarihine ışık tutan kitap, Türkiye’de 20 yılda nelerin değiştiği, nelerin değişmediği konusunda bilgi edinme imkânı veriyor.
TİMAŞ YAYINLARI: 0.212 -512 40 00 [email protected]
ASYA’DA BEŞ TÜRK
Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na katılmasında bşlıca âmil olan Enver Paşa, savaşın kaybedilmesi üzerine Türkistan topraklarına giti ve Türk-İslam Birliği’ni gerçekleştirmeye çalıştı. Osmanlı Devleti’nde yetkili iken beş kişiyi Hindistan üzerinden Türkistan’a göndemişti. Bu beş kişi 1916’daki büyük Türkistan isyanının bir safhası olan Kırgızların başlattığı Yedisu isyanını idare etmiş ve Ruslara büyük zayiat verdirmiştir. Yedisu isyanının kurmay başkanlığını yürüten piyade yüzbaşısı Adil Hikmet Bey, hatıralarını 1928 yılında, Arap harfleriyle Cumhuriyet gazetesinde neşretmiştir. Dr. Yusuf Gedikli bahsi geçen hatıraları Latin harflerine aktarmış ve notlarla şerh edip bu eseri meydana getirmiştir.
ÖTÜKEN NEŞRİYAT: 0.212-251 03 50 [email protected]
KISA KISA / KISA KISA ...
SİYASET SOSYOLOJİSİ: Prof. Dr. Musa Taşdelen. Kocav Yayıncılık. 0.212-519 99 70
BALKANLARIN MAKUS TÂLİHİ / GÖÇ: H. Yıldırım Ağanoğlu. İz Yayıncılık. 0.212-520 72 10
DOĞU TÜRKİSTAN UYGUR TÜRKLERİNİN HÜRRİYET VE İSTİKLAL MÜCÂDELESİ:
Prof. Dr. Sultan Mahmut Kaşgarlı. Bayrak yayınları. 0.212-493 11 06
OĞUZLARIN İSYANI VE BABAİ TÜRKMENLER: Fahrettin Öztoprak. Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı. 0.212-511 06 10