YARALI CEYLANLAR KULÜBÜ

Kitap, Fatih Vural’ın sorularına Prof. Dr. Mim Kemal Öke’nin verdiği cevaplardan oluşuyor.

13,5 X 21 santim ölçülerinde, kuşe kâğıda renkli olarak basılı 16 sayfadan oluşan ‘albüm’ bölümü ile birlikte 192 sayfalık ‘Yaralı Ceylanlar Kulübü’ isimli eser, okuyucuyu mistik bir yolculuğa çıkarıyor. Yolculuk, ‘yalnız bir beyaz Türk’ olarak tanıtılan Mim Kemal Öke’nin değişiminin hikâyesidir. Ve aynı zamanda Bakara Sûresi’nin 216. Âyeti’nin(*) tecellisi...

Değişim, 17-18 yaşlarında, Robert Kolej’i bitirdikten sonra İngiltere’ye gidip Cambridge Üniversitesi’nde okul papazının; ‘Sizi kilisede hiç görmedim’ demesiyle başlıyor: Papaz, Genç Öke’nin Müslüman olduğunu öğrenince, Müslüman öğrencilerin namaz kılabilecekleri bir oda tahsis edilmesini sağlar. Namaz kılmasını bilmeyen ‘beyaz Türk’ü imam olarak görevlendirir. Değişim başlamıştır. Görevini yapabilmek için Kur’an dilinin öğretildiği Şarkiyat Fakültesi’ne kaydolur. İskoç hoca, bizimkinin Türk olduğunu öğrenince: ‘Niye buradasınız? Siz, ibâdetinizin dilini bilmiyor musunuz?’ Diye sorar.  Genç Öke içinden: ‘Allah’ım bu kadar çok dövme beni’ Diye geçirir. Duası kabul edilmiştir. Kısa bir müddet sonra ‘Elhamdülillah, iyi ki Müslüman’ım’ demektedir.

1991 yılında Türkiye’nin en genç profesörü iken bir dergâhın, ‘Yaralı Ceylanlar Kulübü’nün müdâvimidir. Burası Türkiye! ‘Bir insan hem ilim adamı hem tasavvuf ehli olamaz.’ Denilir ve kapı önüne konulur.

Asıl büyük değişimi, oğlunun ciddî bir hastalığa yakalanmasından,  kızının down sendromlu olduğunun anlaşılmasından sonra yaşayacaktır. Kendi kendisine sorar: ‘Allah hiç defolu varlık yaratır mı?’ Cevabını da kendisi verir: ‘Yaratmaz!’ 

Şanslıdır: İmtihan edildiğinin farkındadır. İmtihanlar birbiri ardına gelir. Haddini aşmış, Allah’a gönül koymuştur. Hâlet-i ruhiyesini şöyle anlatır: 

‘Eşimin zorlamasıyla bir Cuma namazına gittim. Küskünüz ya, en arkaya oturdum. Bir anda hayale daldım...
Bir dağın üstündeyim. Mermer gibi haşmetli bir dağ... Kesik, kesik... Yürümesi çok zor... Karşı tarafta da bir dağ var. Ortası, uçurum. Müthiş fırtınalı, gürültülü bir hava... Yağmur, rüzgâr... Gök, kapkaranlık. Uçurumun altından alevler yukarıya doğru yükseliyor... Bağırtılar, çağırtılar, azap çeken insanlar... Cehennem...
Karşıya geçmek mecburiyetinde olduğumu hissediyorum. Bir kılıç var ama diklemesine. Keskin yeri, yürüme yüzeyi. Bastığım anda paramparça olup aşağı düşeceğim. Karşı tepede Nazlı’mı gördüm. O sırada yeni doğmuş olmasına rağmen, on sekiz yaşına gelmişti. Hep hayalini kurduğum bir kızdı. Bana baktı, ‘Tut elimden baba. Seni bu tarafa geçireceğim,’ dedi. Üç kere tekrarladı bu cümleyi.
Elimi uzatır uzatmaz beni kendi tarafına çekti. O anda kendimden geçip, ‘Allah!’ diye bağırmışım! Caminin içindeki herkes bana baktı. Bir ben Allah demişim, bir de ezan okuyan müezzin.
Namazdan sonra eve koşup Nazlı’ya sımsıkı sarıldım.
………
İslam tarihi, yolculukla başlar: Hicret. Hicret’ten önce ise asıl yolculuk olan insanın kendi içine yolculuğu: Miraç. Kendi miracını tamamlamayan da Medine’ye gitmesini, hicret etmesini bilmez. Önce kendi içinde hicret edeceksin ki sonra dışarıya edebilesin.’

*   *   *

Mim Kemal Öke kendisini, sözlerini Alâeddin Şensoy’un yazdığı, Prof. Dr. Alâeddin Yavaşça’nın Hüzzam makamında bestelediği şarkıda bulmaktadır: 
Güneşin kavurduğu                                                                                                                                
Rüzgârın savurduğu                                                                                                                                        
Feleğin hep vurduğu                                                                                                                                          
Bir garip aşığım ben.

Akşamın seherinde                                                                                                                                            
Dertli sazı elinde                                                                                                                                                
Yanık türkü dilinde                                                                                                                              
Bir garip aşığım ben.

Hiç durmadan dolaşan                                                                                                                                          
Dağlar bayırlar aşan                                                                                                                                        
Yüreği sevgi taşan                                                                                                                                                    
Bir garip aşığım ben

Tanrım görsün bu hâlim                                                                                                                                  
Kalmadı hiç mecâlim                                                                                                                                  
Kerem mecnun misâlim                                                                                                                                            
Bir garip aşığım ben.

 
*   *   *
Günün birinde Millî Eğitim Bakanlığı teklif edilir. Yurt dışında öğretim üyesi olmak hayallerini süsleyen bir imkândır. Fakat Hayır! Aidiyetinin farkındadır. Durumu ‘Mübârek’e arz eder. Cevap; ‘Tamam işte! Dualar tuttu’ kelimeleriyle verilince, gözleri yaşlanır ve yalvarır: ‘Efendim, ben kapıyı bırakmam. Benim yolum belli. Beni halkanızdan çıkarmayın!’
Halkadan çıkmaz; güvenilir mekânlardadır. Azaplardan kurtulmuş, huzur iklimine post sermiştir.

Değişimler devam eder. Hedefleri de değişmeye başlamıştır. Şöyle düşünür: ‘Sadece bilgi yeterli değil. Öyle olsaydı, bilgisayarlar en büyük mürşit olurdu ama olamaz! Çünkü o bilginin derûnuna vâkıf olamıyorlar. O zaman, Bir profesör olarak ilminin, diplomalarının hakkını vermek için dünyaya başka bir yönden bakmalısın. Önce kendini bulmak, kendini bulduktan sonra Allah’ı bulmak, Allah’ı bulduktan sonra O’nunla irtibat kurup topluma bu irtibatın önemini yani mutluluğun reçetesini anlatmak... Bayezid-i Bestami’nin dediğini uygular: ‘Aramakla bulunmaz. Fakat bulanlar hep arayanlardır.’

Aramaya devam eder ve mutluluğun formülünü bulur: Üç A… yâni; Âdem, Âlem ve Allah… Arasındaki bütünlüğü, dördüncü bir ‘A’ olan Aşk ile sağlamak. 

Hazret-i Mevlânâ, Yunus Emre… aşk ile insanlığın sevgilisi oldular. 

Mim Kemal Öke, kitabının son bölümlerinde, tasavvuf halkalarından… Şazeliyye, Sünûsî ve Arûsî’den bilgiler veriyor. Onlardan birinin şeyhi, sanki kendi müritlerine değil, günümüz tarikat şeyhlerinden birilerine ve de seçilmiş veya tâyin edilmiş yöneticilerden yolunu şaşırmış olanlara mesajlar gönderiyor:  “Kardeşlerim, sakın yetimlerin mallarını zulmederek yemeyin. Yüce Allah şöyle buyurdu, ‘Muhakkak ki yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarına ateş doldurmuşlardır. Onlar alevlere yaslandırılacaklardır.’ Kardeşlerim, kardeşlerim, kardeşlerim... Sakın insanların istekleri olmadan mallarını yemeyin. Sakın ha mertebenizi ve dininizi kullanarak, farklı yollarla insanları korkutarak, dünyalık elde etmeyin. Aynı zamanda insanlara kızarak, silahla tehdit ederek, vurarak, aşağılayarak mal elde etmeyin. Arkadaşlarınızı araç ederek veya karşınızdakini borçlu duruma düşürerek mal elde etmeyin. Kardeşlerim sakın idareciyken rüşvet almayın. Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu, ‘Rüşvetle elde edilen ettense, ateş yemek daha iyidir. Kim haksız yere et elde ederse, şüphesiz ki ateş onu yakacaktır.’ Yine Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu, ‘Allah rüşvet alana da verene de lanet etmiştir.’ Lanet, Allah’ın rahmetinden uzaklaştırılmaktır. Asla insanlardan, lehinize bir şeyler sızdırmayın.” 

Kitabın 9. Bölümünde adı geçen Şeyh Zafir Efendi, Sultan 2. Abdülhâmid Han’ın da şeyhidir. ‘Asıl padişah asıl sultan kim?’ Diye sorulsa, tasavvufun büyüklüğü ile yüz-yüze gelinir.  

Bu bölümde ve sonraki sayfalarda Mim Kemal Öke okuyucusunu; Şehbenderzâde Ahmet Hilmi Filibeli, Ömer Fevzi Mardin Hazretleri, Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri, Mehmet Faik Erbil Hazretleri, Aziz Baba hakkında bilgilendiriyor. Onlar, mihverdeki mürşid-i kâmiller silsilesinden mihver zatlardır. Onların her birinin mihverinde ise; din terbiyesi, ilahî aşk, illa ve lâkin güzel ahlak ve de Allah (cc) rızâsı için halka hizmet var. 

Zâten tasavvufun aslı da bu… 

(*)Meâlen: İhtimal ki, hoşlanmadığınız şey sizin lehinizedir ve ihtimal ki sevdiğiniz şey sizin aleyhinizedir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.

SUFİ KİTAP: Alayköşkü Caddesi Nu: 11 Cağaloğlu, İstanbul. 
Telefon: 0.212-511 24 24 
Belgegeçer: 0.212-512 40 00
e-posta: [email protected] /  
www.timas.com.tr




Prof. Dr. MİM KEMAL ÖKE:

Kökeni Orta Asya Uygur Türklerine dayanan bir ailenin çocuğu olarak 1955’te İstanbul’da doğdu. İlköğrenimini Şişli Terakki Lisesi’nde bitirdi. 1973’te Robert Kolej’den mezun olduktan sonra İngiltere’ye giderek Cambridge Üniversitesi’nde İktisat ve Tarih alanlarında yüksek tahsilini tamamladı. Sussex, Cambridge ve İstanbul üniversitelerinde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler ihtisası yaptı. 1979’da BM Filistin Dairesi’nde çalıştı. 1980’de Türkiye’ye gelerek akademik kariyere yöneldi. Boğaziçi Üniversitesi’nde 1984’te doçent, 1990’da profesör oldu.

1983’te TRT’de genel müdür danışmanlığına getirildi ve kuruma başta ‘Timur Devrinde Kadiz’den Semerkant’a Seyahat ’ olmak üzere çeşitli belgeseller hazırladı. 2006’ya kadar TRT ve özel kanallarda yarışma, sohbet, haber ve tartışma programlarına imza attı. Günlük gazetelerde ‘Mim Noktası ’ adını verdiği sütununda dış politika değerlendirmeleri yaptı. İdarî görevlerden hep uzak durmasına rağmen, Dışişleri Bakanlığı’nı temsilen yurt dışında resmî toplantılara katıldı. Akademik kariyeri boyunca araştırmaya hep öncelik verdi. Türkçe, İngilizce, Urduca ve Arapça yayımlanmış yirmiyi aşkın eserleri arasında (Osmanlı-Türk dış politika tarihine ilişkin, Filistin, Ermeni, Musul ve Hilafet sorunları üzerine) yazdıkları, alanında temel referans kaynağı addedilmektedir.

‘Asker-sivil, din ilişkileri’ üzerine ülkemizdeki ilk kapsamlı incelemeleri kaleme aldı: Din-Ordu Gerilimi; Derviş ve Komutan: Özgürlük-Güvenlik Sarkacındaki Türkiye’de Kimlik Sorunsalı; Kılıç ve Ney, Gazi ve Sufi...

Son beş yıldır postmodern insanın kişilik-kimlik ve ruhunu keşfetmesinde müziğin (ritim ve raksın) rolünü incelemektedir. Bu doğrultuda Latin Amerika (Kaderle Dans) ve Afrika (İlahlarla Dans) toplumlarının mistik deneyimlerini ‘deneme’ türünün özgünlüğü içinde değerlendirmiştir.

Beşeri bilimlere ‘insan telakkisi’ ışığında eğilmekte ve bu bağlamda (Türk) tasavvuf felsefesi üzerinde durmaktadır: Aşkla Dans: Türkler, Tasavvuf ve Musiki… Tarihin akışı içinde insanın ikilemlerini resmeden ‘Günbatımı ’, ‘Kızılelma ’, ‘Yaşanmamış Anılar ’ ve ‘Duvardaki Kan’ adlı romanları da bulunmaktadır. Kültürel ve ilmî çalışmaları sebebiyle çeşitli ödüller alan Öke, karakalem resimlerinden oluşan şahsî ve kolektif sergiler açmıştır. Kızıyla beraber Türk sanat ve tasavvuf musikisi korolarına katılmakta ve binicilik sporu yapmaktadır.Sosyal duyarlılığı uzantısında engelli bireylere ritim ve dans (folklor) dersleri vermektedir. ‘Down Sendromu’ konusunda yapmış olduğu araştırmaları ve deneyimleri içeren 47. Kromozom adlı ailelere yönelik bir el kitabı da mevcuttur. Evli (Neval), iki çocuklu (Alihan, Nazlı Hilal) ve bir torunludur (Demirhan Kemal). vardır. 

KUŞBAKIŞI

GİDENLERİN ARDINDAN

13,5 x 21,5 santim ölçülerinde, 335 sayfa hacimli, 2006 yılında çıkan eserinde Yavuz Bülent Bâkiler; yakından tanıdığı ve rahmet-i Rahman’a uğurladığı devlet, siyaset, sanat ve ilim adamlarını bilinmeyen veya az bilinen özellikleriyle tanıtıyor. Kiminin meziyetlerini, kiminin zaaflarını anlatırken hiçbir art niyet taşımadan, samîmi ve inandırıcı bir üslupla… 

Atatürk-İnönü-Özal-Akbulut, Adnan Menderes, Cemal Gürsel, Tevfik İleri, Alp-arslan Türkeş, Nejdet Sançar- Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan, Sâmiha Ayverdi, Aziz Nesin ve Kemal Tahir, Nâzım Hikmet, İsmail Hakkı Yılanlıoğlu, Necip Fâzıl Kısakürek, Kerkük Türklerinin 18 Ocak 1980 şehitlerinden Doç. Dr. Necdet Koçak, Azerbaycan’dan Zeynel Abidin Tağıyeef ve diğerleri…

Onlar, Ârif Nihat Asya’nın ifâdesiyle; dünyanın bir yanağından öpmüşlerdi, günleri doldu ve diğer yanağından da öperek ayrıldılar. Kimi hoş sadâlar, şerefli ve örnek isim bırakarak kimileri ise…

Sâdece bu kadar değil. Ülkemize milletimize kim canla-başla hizmet etmiş, kim devletin imkânlarını şahsi menfaatleri için kullanmış, kim, sinsi-sinsi ve sessiz örümcek gibi gelişmemizi, ilerlememizi engelleyecek ağlar örmüş… Buz gibi gerçekler, yalın bir samimiyetle bu kitapta. 

TÜRK EDEBİYATI VAKFI YAYINLARI:
Divanyolu Caddesi Nu: 14 Sultanahmet, Fatih, İstanbul.
Telefon: 0.212-527 50 32 Belgegeçer: 0.212-513 27 49
www.turkedebiyati.com.tr
e-posta: [email protected]




TÜRK KÜLTÜRÜNDE BOZKURT

Altan Deliorman’ı ‘Hezâr-Fen’ yapan en mühim tarafı, O’nun çok zengin bir kültür mâlumatına sâhip oluşudur. Türk kültürünün en mühim ve klâsik bilgileri, Altan Deliorman’ın kalemini besleyen pınar lüleleridir. O, aynı zamanda pek dikkatli bir Türk kültürü araştırıcısıydı.
1989 yılında yayınlanan ‘Üç Makale’ isimli kitabının üçüncü ve  ‘Bugünkü Mânâsı İle Bozkurt’ isimli makalesini genişleterek, 16,5 X 23,5 santim ölçülerinde, 124 sayfa olarak 2009 yılında kitaplaştırdı. 

Kitap, ciddî bir araştırmanın mahsûlüdür ve Türkçülüğün remzi olan Bozkurt’u bütün yönleriyle anlatmaktadır.  

Bozkurdun Türk tarih ve kültüründeki önemli yerine, Türk ve yabancı tarihçiler, Torkologlar, çeşitli vesilelerle temas etmişlerdir. Ancak her okuyucunun bütün bu kaynaklara ve bilgilere ulaşmasının zor olduğunu ancak bu değerli çalışmaların bozkurdun Türk varlığının bugünkü ve geleceğindeki yeri ile alakalı yorumlara görmediklerini düşünen Altan Deliorman; kurdun nasıl bir hayvan olduğunu, bozkurdun yer aldığı Türk destanlarını, arkeolojik buluntulardaki,  yazıtlardaki, Türk klasik eserlerindeki bozkurdu ve bozkurdun Anadolu’daki izlerini geniş kapsamlı olarak inceliyor.  

BAYRAK/BASIM/YAYIM/TANITIM: 
Horhor Caddesi Nu: 12 Daire: 1 Fatih, İstanbul. 
Telefon: 0.212-531 87 48 Belgegeçer: 0.212-635 79 85 
www.orkun.com.tr
e-posta: [email protected]       



GÖZLÜKLERİN ÜZERİNDEN
11 Ağustos 2015 Salı günü Eyüpsultan Camiinden ebedî âleme yolcu ettiğimiz İstanbul Efendisi Faik Bilgi; Mart 2014’te yayınlanan 12 X 19,5 santim ölçülerinde 208 sayfalık eserinde; İstanbul’un kültür ve sanat çevrelerinde tanıdığı kendisi gibi mümtaz zevâtı anlatıyor. 
‘Geçmiş zaman olur ki hayâli cihan değer’ özdeyişini hatırlatan bir eser. Okurken eskileri eskilere döndüren, yenilere nezâkette, nezâhatte, kültürde ufuklar açan bir mısra-ı bercesteler demeti. 

ÖTÜKEN NEŞRİYAT:
İstiklal Caddesi Ankara Han Nu: 65/3 Beyoğlu 34433 İstanbul.  
Telefon: 0.212-251 03 50  Belgegeçer: 0.212-251 00 12 
www.otuken.com.tr  
e-posta: [email protected] 


KISA KISA… KISA KISA… 

1-GİZLİ KALMIŞ BİR İSTANBUL MASALI: Ali Teoman. Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık.
2- SÜNNETE GÖRE GÜNLÜK HAYAT: Mehmet Paksu. Nesil Yayınları. 
3-Çİ: Akilah Azra Kohen. Destek Yayınları.
4-MOĞOLLAR VE MEVLANÂ: Kemal Ramazan Haykıran. Sentez Yayınları.
5-OSMANLI COĞRAFYASINDA PETROL MÜCÂDELESİ: Ali Okumuş. Taş Mektep Yayıncılık.