T A T A R
Mimar, Ressam ve Yazar Gürbüz Azak’ın TATAR isimli romanında; bir Tatar’ın hayatından alınan küçük bir bölüm ekseninde ilgi çekici üç hikâye anlatılıyor. Hikâyelerin her birinde, yalnızca model insanlarda değil, herkeste bulunması gereken üstün vasıflar resmediliyor.
Bilindiği gibi Tatar, Osmanlı Devleti’nde, uzak bölgelere at sırtında ferman götüren, cevaplarını alıp saraya ulaştıran görevliye verilen isimdir. Ulaştırma görevinin başarı ile îfa eden bu kişilerin; ilk eğitimlerini Kırım Hanlığı ordusunu oluşturan ve Osmanlı Ordusu ile birlikte girdikleri savaşlarda devleti zaferden zafere ulaştıran süvarilerle birlikte aldıkları düşünülebilir.
Romanda; komşu ilişkilerinde paylaşım, rekabette mertlik, hizmette dürüstlük, vazife aşkı, dosta sadakât, Yaradan’a îman…gibi hususlar, ustaca işlenen temaların diğerleridir.
Tatar, insana ve insanlığa mesajlar veren bir roman. O mesajları bilmeye, uygulamaya ihtiyacımız var. Kısacık roman bittiğinde; ‘Maksud eserse, mısra-ı berceste kâfidir’ sözünün haklılığı bir defa daha doğrulanıyor.
Tatar; roman değil, âdetâ bir destan. Yiğitliğin, saygı ve sevginin, temizliğin, insanlığın destanı.
Anadolu dilini, töresini ve geleneklerini iyi bilen yazar, otantik deyişleri sıkça kullanıyor. Sıkıca örülmüş olaylarla, tarihin bir devrini gözler önüne seriyor. Tatar, aynı zamanda bir ders kitabı. Tek bir dersin değil, dil dersinin, insanlık dersinin, edebiyat dersinin kitabı. Yazar bu kitabı, denilebilir ki, ‘Bir roman nasıl yazılmalıdır?’ Sorusuna cevap vermek için yazmıştır. Kitapta ince fakat derin ve engin düşünceler var. Okuyan, irfan heybesine hazineler katıyor.
Tatar; ipliği, kumaşı, mayası bizden bir roman. Gürbüz Azak, milletimizin millî-mânevî değerlerine bağlı bir yazar. O, bu değerleri şiirleştirerek gözler önüne seriyor ve yarınlara ulaştırıyor.
Romanın kısacık oluşu, sayfalar - kitaplar dolusu kelimelerin bir cümleye ustaca yerleştirilmesinden kaynaklanıyor. İşte o cümlelerden birkaçı: ‘Sen seni unuttuğunda, Rabb’im seni unutmaya.’
Bir başka bölümde yağmurun şiddetli yağışı şöyle anlatılıyor: ‘Gök de gökyüzü olmaktan vazgeçip, Karadeniz’i kaldırıp kaldırıp dağların, ormanların ovaların ve yolların üzerine boşaltmaktaydı.’
Tatar, âdetâ bir kültür sözlüğü, deyimler ansiklopedisi gibi. Kelimelerde ve özlü sözlerde, çeyiz sandığından henüz çıkmış el emeği-göz nuru işlemelerin naftalinle karışık lavanta kokusunu hisseder gibi oluyorsunuz. ‘Aklım kekeme oluyor.’, ‘Fikrim topallıyor.’, ‘Ilgarlamak…’, ‘Akılcığı eprimiş’… Deyişleri bunardan birkaçı.
Romanda, gönül tellerimizi titreten konulara da yer veriliyor. Bunlardan bir cümle: ‘Niye bizde büyük adamların hikâyesi, dizisi, romanı yok?’ Ve sonucu: ‘Bu suâli, her gün bin kişi sorup durmadıkça belimiz doğrulmaz, esâmîmiz okunmazlaşır. Maydanoz hizâlarında kalırız.’
Duâlaşmanın vedâlaşmaya öz kardeş verilmesiyle başlayan ayrılıklarda; mutlak ve tek olana kayıtsız-şartsız teslimiyet, ebed-müddet olana sadâkatle hizmet… Unutulan bu hasletlerimizi, Gürbüz Azak, kuştüyü yastıklar misâli kulaklarımızın altına döşüyor.
Tatar, ihâtalı bir roman. Yazar 95 sayfaya neler sığdırmamış ki?... Bunlardan biri de kahve içme âdâbı: Komşusuyla sohbeti sırasında yazar, kahvenin nasıl içilmesi gerektiğini anlattıktan sonra, ‘kahve içme âdâbını bilenler azaldı.’ Diyerek şikâyet ediyor. Komşusu; Taksim meydanında; ‘Kahve susuz içilmez!’, ‘Suyun hepsi içilmez!’, ‘Kahveye saygı gerek!’ yazılı pankartlarla gösteri yapmayı bile planlıyorlar. Televizyonlarda açık oturumlar düzenlenip konunun sosyologlarca tartışıldığı hayal ediliyor.
Romanda düşmanlıklar bile asâletle yaşanıyor. Hayatın ne kadar hoş, bir o kadar da boş olduğu, o boşluğun ancak ve ancak sevgiyle, mertlikle, dürüstlükle… doldurulabileceği vurgulanıyor.
‘Tesâdüf diye bir hesapsızlık şu kâinatta yok. Her azap, her sevinç ve her karşılaşma ölçülü-biçili çıkagelir. Kader, mükemmel bir hendesedir. Tıpkı insanoğlunun kendisi gibi.’
Gürbüz Azak, Tatar’ı, elinde ölçü ve tartı âletleri ile yazmış olmalı. Kelimeler öylesine yerli yerinde kullanılıyor ki, ölçmeden- tartmadan bu kadar isâbetle bir araya getirmek mümkün olamaz.
Roman, sürprizlerle sona eriyor. Duygularını frenleyemeyenler, ellerinde mendil bulundurmalı.
GÜRBÜZ AZAK
GÜRBÜZ AZAK
5 Temmuz 1938 yılında Denizli’nin Acıpayam ilçesinde doğdu. Denizli Lisesi ve Güzel Sanatlar Akademisi’nin yüksek mimarlık bölümünde okudu. Gazeteciliğe, 1961 yılında Hür Vatan Gazetesi’nde ressam ve grafiker olarak başladı. Daha sonra Yeni İstanbul, Bab-ı Âli’de Sabah, Yeni Asya, Tercüman ve Türkiye gazetelerinde çalıştı. Yazı ve kitaplarında zaman zaman Nedim Gürbüz, Oğuz Akalın ve Aliş imzalarını kullandı. Birçok gazetede değişik görevlerde bulundu, köşe yazarı oldu. Bâbıâli’de tanımadığı gazeteci yoktur. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve ESKADER üyesidir. Dergilerdeki yazı, çizgi ve şiirleri Nasır (1957-59), Şiir (1961), Saygı Edebiyat (1966), Türk Edebiyatı (1966-67), Boğaziçi-Köprü (1982-84) ve Doğuş (1985-88) gibi dergilerde yer aldı.1984 yılında İnanç Dergisi tarafından ‘Yılın Ressamı’, 1994’te Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından ‘Yılın Gazetecisi’ seçildi. Deli Balta adlı çizgi romanı filme alınıp dokuz bölüm halinde TGRT’de yayımlandı (1990-91).
Türk kültür tarihine önemli katkıları olan Gürbüz Azak evli ve iki çocuk babasıdır.
Yayınlanmış eserleri. Deneme: Dostlara Mektup (1977, Nedim Gürbüz adıyla), Sizi Biri Arıyor (1985), Atlar Hazır mı? (1990), Dünyayı Ölüler Yönetir (1997). Araştırma-İnceleme: Anadolu Cayır Cayır (Osmanlıda İsyanlar, Nedim Gürbüz adıyla, 1978), Üç Bin Türk Motifi (Orta Asya’dan Avrupa İçlerine Motiflerimiz,1983); Mizah: Reis Ne Almış (Mizahî hikâyeler, N. Gürbüz adıyla,1978), Kaybolan Kuyruk (1997). Hâtıra: Güzel İnsanlar (1987), Meşhurları İlk Görüşüm (1997), Gazeteci Milleti (1997); Roman: Kırk sekiz Kırk dokuz Elli (1997), Tatar (2010). Biyografi: Ben Adnan Menderes (1997); Çocuk Kitabı: Nasrettin Hoca Serisi (Resimli 1983), Deli Balta Açe Yollarında Bab-ı Âli Kültür Yayıncılığı), İnsanı Kucaklayan Yazılar (Nesil Yayınları), Ülkeyi kucaklayan yazılar (Nasil Yayınları), Zamanı Kucaklayan Yazılar (Nesil Yayınları), Delinin Biri Aranıyor (Bab-ı âli Kültür Yayıncılığı), Yirminci Yüzyıl Türkiye’sinin hüzün ve Dehşet Tarihi (Türk edebiyatı Vakfı Yayınları), Bab-ı Âli’den Geçen Adam (Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları), Deli Balta / Müthiş Süvâri (Bab-ı Âli Kültür Yayıncılığı), Resmi Sevdiren Adam / Çallı,
KISA KISA / KISA KISA ...
KISA KISA / KISA KISA ...
AT ÜSTÜNDE FIRTINA / ANADOLU SELÇUKLULARI: John Freely. Tercüme: Neşenur Domaniç Doğan Kitap. 0.212-373 77 00 e-posta: [email protected]
TÜRKÇENİN SIRLARI: Nihat Sami Banarlı. Kubbealtı Naşriyat. 0.212-516 23 56 e-posta: [email protected]
TATÜRK’ÜN İHTİLAL HUKUKU: Taha Akyol. Metis Kitabevi. 0.212-245 46 96 [email protected]
İSTANBUL’UN 100 LEZZETİ: Nilgün Tatlı. Kültür A.Ş. Yayınları. 0.212-251 39 40
MİLLÎ KÜLTÜR, MODERNLEŞME VE İSLAM: Orhan Türkdoğan. IQ Kültür Sanat Yayıncılık. 0.212-520 91 12
KUŞBAKIŞI
SÂDIK BİR MUHALİFİN / YENİ OSMANLILAR’DAN MENAPİRZADE NURİ BEY
Şemseddin Şeker’in titiz çalışmasıyla meydana gelen ve Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’ndeki Nuri Bey’e ait belgelerle desteklenen kitap, meraklılarına mükemmel bir tarih ve edebiyat ziyâfeti sunuyor.
Nuri Bey’in yeni Osmanlılarla başlayan siyasî hayatından edebî dünyasına,şahsiyetinden fikirlerine, gazeteciliğinden tiyatroculuğuna birçok konuda merak edilen konular, kitabın muhtevâsını oluşturuyor.
Sultan İkinci Abdülhâmid Han döneminin önemli devlet adamlarından şair, musikişinas ve ve gazeteci yönleriyle ön plana çıkan Menapirzâde Nuri Bey, ülkeye meşrûti sistemin gelmesi iin zamanın hükümetiyle mücâdele etmiş, soruşturmalara uğramış bir isimdir. Sonunda sürgüne gönderilmiştir.
Hürriyet, İttihad ve İbret gazetelerinin çıkarılmasına yardımcı oldu. 1873 yılında ülkenin ilk Tiyatro Cemiyeti’nin kuruluşunda önemli rol oynadı ve batı tarzında Türk tiyatrosunun temellerini attı. Nemapirzâde Muri Bey, böylesine renkli bir şahsiyettir. Kitabın hazırlanışına İsmail Kara ve Fatih M. Şeker de katkıda bulunmuşlardır.
DERGÂH YAYINLARI: 0.212-518 95 79 [email protected]
İSLAM UYGARLIKLARI TARİHİ:
1902 ile 1906 yılları arasında yazılmış ve İslam öncesi Arap toplumundan Abbasi Devleti’nin sonuna kadar olan periyodu konu edinen bu kapsamlı ve araştırma eseri olan kitap, İslam’ı eski ile yeni tarihi birleştiren bir bağ olarak tanımlıyor. İslam tarihi ile Arap Medeniyeti tarihini harmanlayarak kaleme alan Corci Zeydan’ın asıl amacı, İslam medeniyetinin batı medeniyeti ile ilişkisini araştırmaktır. İğneyle kuyu kazdığının farkında olan yazarın, araştırmaları sırasında kullandığı kaynakların gitgide artan sayısı, daha önce yazılmış tarih çalışmalarının incelenmesi neticesinde doğan eleştirel yaklaşımı ve tarih algısı bu çalışmayı beklenenden daha kapsamlı bir noktaya getiriyor. Bugün bazı üniversitelerde başvuru kitabı olarak okutulan İslam medeniyet tarihi, alanında yazılan ilk medeniyet tarihi kitabı olması bakımından da ilgi çekiyor.
Corci Zeydan kitabı için; ‘Farklı alanlara ilgi duyan ancak medeniyet noktasında birleşen bütün okuyuculara yararlı olacağı kanısındayım.’ diyor ve kitabın sadece devlet ve savaş tarihi olmadığını, ahlak, âdet, gelenek, görenek, sosyal değişimler ile aile hayatı ve münasebetini de konu edinmesi bakımlarından her okuyucunun ilgisine hitap edeceğini ima ediyor. Müslüman toplumunun pozitif ilim ile münâsebetinden câriyelerin sosyal rollerine, giyim kuşamdan İslam mimarisine, düğünlerden ekonomiye, edebiyat ve şiirden bürokrasi ve siyasete kadar bütün İslam medeniyetinin yaklaşık 700 senelik tarihine ışık tutan bir kitaptır.
İLETİŞİM YAYINLARI: 0.212-512 22 60 [email protected]
EDEBİYAT BURCU / MAKALELER
Günümüzde olduğu kadar, sonraki devirlerde de hayata ve dünyaya karşı nasıl bir tavır geliştirmeliyiz? Sosyal hayatta, ekonomide, ilimde, folklorda, şehircilikte, mimaride başkalarından nasl ayrılacağız? Bir başka deyişle insanlık âlemine kendi rengimizle ve kendi mührümüzle nasıl bir katkıda bulunacağız? Böylesi soruları cevaplandırmanın bir yolu da elbette daha önce verilmiş olan edebiyat eserlerinin incelenmesi ve onlardan çıkarımlar yapılmasıyla olur. İsa Kocakaplan’ın Edebiyat Burcu isimli eseri işte bu maksatla hazırlanmıştır. ‘Destandan Gerçeğe’ adını taşıyan ilk bölümde, İslam sonrası Türk destanları ve Dede Korkut Hikâyeleri üzerinde yapılan inceleme ve değerlendirmeler yer alıyor. Ayrıca Tanzimat sonrası dönem ile Türk edebiyatının değişik yönlerini irdeleyen genel çalışmalar üzerinde de duruluyor. ‘Metinler Arasında’ adlı ikinci bölümde ise Mehmet Âkif, Yahya Kemal, Ahmet Talat Onay, Âşık Veysel, İsmail Hâmi Danişmend, Zeki Ömer Defne, Ârif Nihat Asya, Necip Fâzıl Kisakürek, Hüseyin Nihal Atsız, Sâmiha Ayverdi, Nihad Sâmi Banarlı, Mithat Enç, Mehmet Kaplan, Ahmet Kabaklı, Bekir Sıtkı Erdoğan, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Emre Kongar, Dilaver Cebeci, Sevinç Çokum ve Ömür Ceylan gibi şair ve yazarların eserleri üzerinde yapılan çözümleme ve yorumlar bulunuyor.
TÜRK EDEBİYATI VAKFI: . 0.212-527 30 52 [email protected]
MATBUAT HÂTIRÂLARIM
Servet-i Fünûn ve Uyanış dergilerini yayınlayan Ahmet İhsan Tokgöz’ün bu kitabı bir hatırattan öte, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sırasında yaşanan kırılmayı anlatan ve anlamlandıran eşsiz bir kaynak niteliğindedir. İdadî’den yeni mezunken, Suriye defterdarı Süleyman Sufi Efendi’nin kütüphanesinden etkilenen ve babasına ‘Böyle kitaplar yapacak bir adam olacağım.’ Diyen Ahmet İhsan’ın Ebussuud Caddesi’nde kurduğu ufacık matbaası ile matbuat dünyasına ilk adımını attı. Yaşadığı günlerin ilgi çekici olaylarını anlatan Takgöz’ 3 ciltlik eserinin ilk bölümünde, 1908 yılında Meşrutiyetin ilanına kadar sürüp Araba Sevdası ile tanıdığımız Recaizade Ekrem’e adanırken, ikinci bölüm Meşrutiyet ile Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcı arasında geçiyor ve Servet-i Fünun’dan yakın arkadaşı Mahmud Sadık’a adanmış. Dipnotlar ile metinde adı geçen Osmanlı entelektüellerinin kısa biyografilerinin verilmesi, kitabın hatırat özelliğini derinleştiriyor. Son olarak Servet-i Fünun Dergisi’nin özel ve iddialı kapaklarına yer verilen albüm, okuyucuyu tarihin derinliklerine çeken bir etki oluşturuyor.
TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI: 0.212-258 77 43 [email protected]
TÜRKLERDE KADIN VE AİLE
Necdet Sevinç’in 144 sayfalık kitabı; Türklük ruh ve şuurunu, Türk hayat ve ahlak telakkilerini anlatan motifler içerisinde Türk kadını ve aile yapısı anlatılıyor. Kitapta şu değerlendirme özetleniyor: Türk millî kültüründe kadın, mukaddes Türk çocuklarının annesi olacak gibi fevkalade üstün meziyetinden ve Türk ırkının yegâne güç kaynağı oluşundan ileri gelen imtiyazından dolayı çoğu zaman insan değil, karanlıkları aydınlatan bir ışık manzumesi, erişilmesi, dokunulması, koklanması, kısaca beş duyu ile kavranması mümkün olmayan ilahi bir nur huzmesi, iyiliği, yiğitliği, fedakârlığı ve vatanseverliği telkin eden bir melektir.
Derin incelemelerin ürünü olan kitaptan, Türk tarihinde ilk bayan hükümdârın 1236 yılında tahta çıkmış olan Râziye Hâtun olduğunu öğreniyoruz.
Avrupa’da erkek evlat sahibi olmayan kralların bile kız evlatlarını veliaht tâyin edemedikleri çağlarda, Şemsettin İltutmuş erkek evlatları olmasına rağmen sağlığında kızı Raziye Hatun’u veliaht olarak tayin etmiştir. Türk tarihinin diğer bayan sultanları da sırasıyla tanıtılıyor.
Necdet Sevinç bu eserinde destanlar ve efsaneler devrinden itibaren Türk kadınını diğer milletlerin kadına tanıdıkları sosyal statü ile mukayese ederek inceliyor ve diyor ki: ‘Türk milleti müstesna, hiçbir millet kadına saygı duymamış, onu saygı ile anmamıştır.’
BİLGEOĞUZ YAYINLARI: 0.212-527 33 66 e-posta: [email protected]