İkinci Bölüm

Yazımın birinci bölümünü ;  “Yaşananlara duyarsız kalan, barış sürecinde mütecavizlere  hazırlıksız yakalanan ülkelerin  er yada geç kapısı çalınır şeklinde bir ibareyle bitirmiştim.

Türkiye’nin,  yavru vatan Kıbrıs’a barış getirmek üzere gerçekleştirdiği  harekat,  dünyanın  kıskandığı ve/fakat  gıptayla  baktığı bir mücadeledir.  Harekata Trakya’dan iştirak eden  ve Kıbrıs’ta iki yıl görev yapan  bir asker  olarak aydınlatıcı bilgileri okurlarımla paylaşmazsam  Allah’ın  gücüne gider,  şehitlerin kemikleri sızlar, yaşayan gazilerin onurları kırılır, küserler, gönül koyarlar bizlere!..       

Şu sıralar Yunanistan,  batıdan aldığı destekle  çok yüksek perdeden atıp tutmaya başlamışsa, sorgusuz sualsiz irili ufaklı  18 adamızı  işgal etmişse, Kıbrıs’la ilgili  bitmek tükenmek bilmeyen  emellerini ileri sürerek  yürürlükte olan antlaşmaları hiçe sayıyorsa Türkiye’nin zayıf anını yakaladığına işarettir!.                        

O zaman ne mi olur? AB-D desteğini arkasına alan ülkeler,  hasım ilan ettikleri   ülkeleri işgal  etmek için  düğmeye basarlar..

***       

Şimdi,   özellikle Türkiye’de olan son gelişmeleri  sorulu  cevaplı değerlendirmeye   çalışalım. Zira Türkiye zor durumda bırakılırsa  yavru vatan Kıbrıs öksüz  ve yetim  kalır.         

2004’den bu yana Yunanistan'ın işgal ettiği Türk adalarını ilk gündeme getiren  kimdi? 

2009-2010 yıllarında  Milli Savunma Bakanlığında  Genel Sekreter olan  emekli Kurmay Albay Ümit Yalım.  

Ümit Yalım,  bir taraftan AKP Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) eski üyesi Ayhan Oğan'ın “Yeni Devlet” söylemini doğrularken, bir taraftan da kurulmak istenen yeni devletin adının  Bizans olacağını da  ifşa ediyor.. Bununla da yetinmiyor ve   “Bizans'ın yeniden inşası kapsamında, 18 Türk adasının alenen Yunanistan’a  teslim edildiğini, bu adalara kiliseler inşa edildiğini, papazlarını İstanbul'daki Fener Rum Patrikhanesi'nin atadığını”   tarihe not düşüyor. 

Emekli Kurmay Albay Yalım’ın son derece ilgi çeken ifşaatları için aşağıdaki linki  okumanızı öneririm.   http://t24.com.tr/haber/emekli-albay-umit-yalim-bu-iktidar-once-egede-yunanistana-gecen-17-adanin-hesabini-versin,362637  

***

Şimdi de yukarıda verilen mesajlara,  alenen ve çekinmeksizin   yapılan uygulamalara  bir nokta koyup,  43 yıl  önce gerçekleştirdiğimiz destana dönelim: .  

1974 yılında yavru vatana barış getirmek maksadıyla  Türk askeri Kıbrıs’a hava indirme ve denizden çıkarma  harekatı yaparak kara unsurlarını adaya indirmektedir. Ana vatan Türkiye’de bizler ise kutsal Trakya topraklarını, 2,5 ay süreyle  doğru dürüst yemeden,  içmeden ve uyumadan,  daha da önemlisi   bize hiç yaraşmayan bir harp şekli ile (savunma)  korumaya çalışmaktaydık. Savunmak yerine  ‘hududu beklemek’  tabiri daha isabetli  bir ifade olacaktır.                                                                                                  

Zira  ‘O beklemek’  var ya! İnsanı kahrediyordu, tüm ruhsal ve sinirsel  rahatsızlıklar bekleme esnasında yerleşiyordu vücudumuza. Benzetme yapmak gerekirse Müttefik kuvvetlere   (İngiltere, ABD)  karşı savaşan mihver devletlerin (Almanya,İtalya,Japonya, Bulgaristan, Macaristan ve Romanya) Normandiya çıkartmasında (Haziran 1944--Eylül 1944)  yaşadıklarının bir benzeri yaşanıyordu  Türkiye topraklarında da!..

Bizler Trakya’da her an tetikte beklerken, bizleri gören Yunanlı askerlerin zincirlerle bağlandıkları siperlerinden nasıl geriye kaçtıklarını görüyor, hadlerini bildirmenin hesaplarını yapıyorduk o zamanlar..

Bu arada Türk’ün cengaverliğini  teyit etmek  açısından insana gurur veren tarihi bir olguyu yeri gelmişken açıklamalıyım: “Beklemeye dayanamayan bazı kahraman Mehmetçikler, habersiz ana vatan topraklarından Kıbrıs’a savaşmaya gitmişlerdi.. ”

Türk topraklarını  savunma görevi alan bizler ise   Türk askerinin şanına yaraşan muharebe şekli olan İleri Harekat ( Taarruz) emrinin bir an önce verilmesini bekliyorduk sabırsızlıkla.                               

Beklemenin savaşmaktan ne kadar beter olduğunu  o 2,5 aylık sürede çok iyi anlamıştık, çünkü.

Siperlere zorla yerleştirilen 16-18 yaş arası toy Yunan askerlerine, karşılarında  ölümü göze alan Türk askerinin olduğu  Yunanlı komuta heyeti  tarafından unutturulmaya çalışılıyordu.        

“Çünkü savaşmak üzere bekleyenler Türk’ler olunca hasımlara kaçmak yaraşırdı.”

O nedenledir ki Ana vatanın Askeri susturulmalıydı, sindirilmeliydi, yıpratılmalıydı ve görev yapamaz hale getirilmeliydi ki, Türkiye'yi bölebilsinler,  Kıbrıs’ı emperyalistlerin  kucağına itebilsinler....

Vietnam’da, ( 1 Kasım 1955 - 15 Mayıs 1975 ) Afganistan’da ( 2001-2014) kaybeden ve Irak’ta  ise  mecliste ‘01 Mart 2003 Teskeresi’nin reddi nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetlerin desteğinden mahrum kalan Küresel Güç hayal kırıklığı yaşıyordu.  Çünkü artık sömürücülerin emellerine ulaşmalarını engelleyen,  kısa zamanda kendini yenileyen Türk Silahlı Kuvvetleri vardır karşılarında.

1974 Barış Harekatı esnasında tespit edilen eksiklikleri süratle gideren ve Kara, Deniz, Hava işbirliğine daha bir önem veren Türk Silahlı Kuvvetlerimiz adeta yeniden tarih yazmak üzere doğmaktaydı.
 

Bu kez terör eylemleriyle yıpratılması hedeflenen TSK.’in önüne Küresel güçlerce  1974’ten  itibaren bu güne kadar  ASALA , PKK,  IŞİD,   Kürt partisi PYD  ve  onun silahlı gücü YPG terör örgütleri artık devreye sokulmuştur.

Elli  küsur  yıldır   terör eylemlerinin  üstesinden gelen  itibarlı,  güçlü Türk Silahlı Kuvvetlerini  bir türlü yıkmayı başaramamışlardı, doyumsuzlar!...

1990’lı yıllarda  yapılan bir seri muharebelerde (Irak, İran, Orta Asya, Afrika,  uzak Doğu vb.) Türk askerini insan deposu niyetine kullanacağını ümit eden Küresel Güç , tehlikeli düşlerini gerçekleştirme peşindedir artık!..

Ama onlar adına yine bir şeyler ters gitmektedir..Bu kez de emperyalist güçlerin  vahşet dolu  planlarını  bozan Türk Silahlı Kuvvetleri  yine dimdik ayaktadır.  Emperyalistlerin tedirginliği, telaşı ondandır. Ve dört koldan yüklenmektedirler ülkenin en çok güven duyduğu, destan yazan  Türk Silahlı Kuvvetlerine.

İKİNCİ BÖLÜM SONU