Bundan seneler önce, çekirdekten bir bitki yetiştirme tavsiyesi almıştım. O, bir çiçek büyütmekten, evde daha çok bitki yetiştirmeye, balkona yayılmaya sonra da beni bir bahçe bulmaya yönlendiren uzun süreçten öğrendiklerimi paylaşmak istiyorum;

Bir meyveyi yediğimizde, aslında tüketme eylemi içerisindeymişiz gibi görünüyor. Diğer yandan, -şu an detayına girmeyi tercih etmediğim birçok şeyin yanında- geride kalan çekirdekten bir daha yaratım başlayabiliyor. Örneğin, avokado yetiştirmek için çekirdeği bir süre bir havlu kâğıda sarıp bekletmek, başlangıçta bana ne suya ne güneşe dokunmayan bu çekirdeğin öleceğini düşündürmüştü. Oysa bu süreç, çekirdeğin kabuğunun kurumasını sağlayarak onu çimlenme sürecine hazırladı. Bizler de başımıza gelen tatsız diye adlandırdığımız tecrübelerde böyle değil miyiz? “Her şey bitti” düsturu, kültürümüze yoğurulduğundan, çabucak karamsarlığa kapılıyor, ajitasyonu seviyor, yeni bir gayrete gerek görmeksizin vazgeçebiliyoruz hayallerimizden, ruhumuzdan ve hatta yaşamımızdan. Yeni yaratıma geçmemizi, kabuğumuzdan kurtulmamızı ya da çatlamamızı fısıldayan süreçleri görmüyoruz.

Çekirdek çimlenirken hemen bir fidanmış gibi müdahale etmeye kalktığımızda, narin bünyesi dayanamayıp çürüyor. O nedenle filizlenmekte olan bitkiyi, yeni hayatinin doğumu için, biraz daha izole tutmak gerekebiliyor. Kalabalığa sırtını dönmek eylemi gibi, derin içsel süreçler söz konusu olduğunda bazen kabalıkların içinde olmamak, içeride kalmak ve demlenmek gerekmiyor mu?

Filizlenen yeni küçük bitki bir saksıya alınıyor, köklerinin güçlenmesi toprağı tutması, serpilmesi bekleniyor. Birden büyük bir saksıya aktarmak; canlılığı, riske edebiliyor. Bunu, içsel farkındalığın tamamlandığı ve harekete geçme sürecine geçmemiz gereken dönemlere benzetiyorum (sağ beyinden, sol beyine) … Ani, katı ve hazır olunmayan büyük değişiklikler, özü kaybetmemize neden olabiliyor.  

Bitki olgunlaştığında, onu doğaya kavuşturmak gerekiyor, büyümesi ve güçlenmesi için. Küçük saksıda, onu tutmaya devam etmek, gelişimini sekteye uğratıyor. Doğaya kavuştururken uygun toprak, su ve hava koşullarını bulmamız, yerini beğenmesi gerekiyor. Ardından, organik koşullarda onu etrafındaki canlılardan korumak gerekiyor. Değişim sürecinin içinde, var olan kabımızdan ayrılmamız gerekiyor. Var olan kabı içselleştirmek, bizi güdükleştiriyor. 

Şartlar olgunlaştığında, bitki büyümeye, güçlenmeye başlıyor. Kendi içinde ne kadar güçlü olursa olsun, hava koşulları değişiyor, bazen de o büyüdükçe köklerinin saldığı toprağın koşulları yetersiz gelebiliyor. Yaprakları sararıyor, kimi zaman hastalanıyor ya da bazen bitkinin kendi doğal döngüleri yaprak dökümü, çiçek açımı gibi zamanları çağırıyor. Zarar gören yaprakları ayıklamaz isek bitki yeni yapraklar oluşturmakta zorlanıyor. Hatta çiçek açma dönemiyse bazen sağlıklı olan dalları, yeni bitkiler üretmek üzere budamak gerekiyor böylelikle yaşam hem başka bir kanaldan da devam ediyor hem de ana bitki, çiçek açmak için gereken enerjiyi dallarda kaybetmeden, çiçeğine yönlendirebiliyor. Hayat sürekli bir döngü içinde ve vakti geldiğinde üretebilmek için, enerjimizi dağıttığımız alanlardan çekmemiz, yeni dönemimize hizmet etmeyen meşguliyetlerimizden vazgeçmemiz, kimi insanlar ve işlerden yollarımızı ayırabilmemiz gerekiyor.

Doğanın daha da söylediği duyduğum ama bugünlük anlatmaya alanımın yetmediği, duyamadığım benim kabımın almadığı kim bilir neler var neler…