Kur’anı Kerîmin manevî ve işarî tefsirlerinde; klasik tefsirlerdeki sıralı tertip ve tanzim görülmez. Yâni sûre ve âyet sırası tâkip edilmez. Zaman, zemin ve makam icabı çeşitli âyetler mânevî ve işarî bir tarzda açıklanır. Âyetler, umumiyetle / genellikle rivayet yollu değil, dirayet yollu izah edilir / açıklanır. 

     Yapılan; âyet ve hadislerin mâna, şerh ve açıklamalarından ibarettir. Fakat bizler geniş bilgi sahibi değiliz. 

     Bu yüzden okuduklarımızın hangi âyet veya hadis karşılığı olduğunu tespit ve tâyin edemeyiz. Ama bu çeşit eserlerdeki mânaların böyle olduğunu bilir ve kabul ederiz. 

     Manevî ve işarî tefsirler; asrın fehmine, anlayışına ve yüksek seviyesine hitap edecek şekilde  hazırlanmıştır. 

     Bu zâtlar zaman ve zemine göre, âyet ve hadisten anlaşılması gereken Allah’ın muradını, asrın insanına aktarmakla görevlendirilmişlerdir. Bu mânayı Mehmed Âkif Ersoy çok güzel bir şekilde ifade etmiştir:

                    Doğrudan doğruya Kur’andan alıp ilhamı,

                    Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâmı.

     Nitekim, meşhur âlim Said Havva, bu hususta şöyle der: 

     “Âyet ve hadisleri yerli yerine oturtmak yâni âyet ve hadislerin bu asra bakan mânalarını bulup çıkarmak, ancak Rabbanî âlimlerin yâni ilhama mazhar olan bilginlerin harcıdır.”

     Öyleyse Kur’anı, Kur’andan okuyacak, anlamını bu çeşit eserlerden edineceğiz.

     Gelelim sadede “Nefsimle beraber dinle.” hitabında demek istenir ki: “Kim isterse benimle beraber dinlesin.” Yine demek  istenir ki: 

     “İcbar / zorlama yok. İsteyen beni dinleyebilir. Çünkü ben, akla kapı açıyor, isteği ele veriyorum. Benim yaptığım tekliftir, tehdit değil. Benim yaptığım tebliğdir, tenkit değil.”

     “Kim isterse beraber dinlesin.” derken, bir bakıma “Lâ ikrahe fi’d - dîn.” / “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara: 256) meal ve anlamındaki âyeti de dikkate almamız öğütleniyor gibidir.

     İnsan ihtiyar sahibidir. Yâni seçme yeteneği vardır. İki şeyden birini seçebilendir. Kısaca insan, tercih edebilendir. Tercih kabiliyeti ile yaratılmıştır. İnsan, muhtar yani seçen ve seçici bir varlıktır. Ayrıca insana akıl da verilmiştir. 

     Fakat aynı zamanda, cüz’-i ihtiyarî / azıcık da olsa seçme, tercih etme imkân ve yeteneği de yaratılışına konmuştur. İşte bu bakımdan insan, muhtar bir varlık yâni ihtiyar sahibidir.

     İnsana akıl verilmiş, ihtiyar / seçicilik bahşedilmiş. İnsan aklını kullanacak, istediğini seçecek, tercih edecek. Çünkü insan, teklif için yaratılmış. İnsanın karşısına her şey çift olarak çıkarılmış. İyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış vb. gibi. Bütün bunlar insana sunulmuş, ona arz edilmiştir. Bütün bunlar insana teklif edilmiş. Tercihiyle baş başa bırakılmış. İnsandan seçmesi talep edilmiştir.

     Kendisine doğru yol da, eğri yol da gösterilmiş. Fakat ondan doğru yolu / sağ yolu / Kur’an yolunu tercih etmesi istenmiş. Aynı zamanda, İlâhî teklif karşısında iradesini gösterebilmesi , tercihini yapabilmesi için de, benliğine cüz’î irade ve cüz’î ihtiyar denen istek ve arzu konmuştur. 

     Bütün bunları düşünürken, sadece isteme ve seçmenin insandan beklendiği, fakat yaratmanın sadece ve sadece Allah’a ait olduğu da hatırlatılmıştır.

     Meselâ “Bismillah her hayrın başıdır.” cümlesi, neler hatırlatmaz ki insan olan insana. Çünkü insan, dünyada zıtlıklar arasında, bir tercih yapmak zorunda. Kısaca nefsi, İlâhî istek karşısında; her an sınanmakta, sınava çekilmektedir. 

     İşte bu tercihlerinden dolayı, ömür boyu kazanacak veya kaybedecek. Ömür boyu artılar ve eksiler alacak. Sonuçta artıları eksilerden fazla olması hâlinde, ebedî ve sonsuz hayatı kazanacaktır. 

     Kazanırsa ne büyük bir kazanç. Allah göstermesin kaybettiği takdirde, ne büyük bir kayıp. İnsan, işte böyle dünyalar kadar büyük bir hayat-memat / ölüm-kalım mes’elesiyle karşı karşıyadır.

     Ebediyyen varlığı devam edecek olan insanın; ya sonsuz olarak zindanda kalması veya sonsuz bir şekilde cennetin baş köşelerinde bütün sevdikleriyle birlikte yer alması söz konusudur. Ne büyük saadet!

     “Ebedînin sâdık dostu ebedî olacak.” ne gam be dostlar!. Ebedî olan Allah’ın sâdık dostu isek, O‘nun emirleri doğrultusunda tercihlerimizi yaptı isek...Her hayrın başında “Bismillah” diyorsak...O’nun mülkünde, O’nun adıyla hareket ediyorsak...Ne mutlu bize. Çünkü tercihlerimizi O’ndan yana yaptığımız takdirde, inşallah bizler de ebedî / sonsuz olarak var olacağız.

     Evet büyük bir karşılıkla müjdeleniyor. Saptanamaz büyük bir kurtuluşla muştulanıyoruz. Ne mutlu bizlere. 

     Ne mutlu Ebedînin sâdık dostu olanlara. 

     Ne mutlu her hayrın başında “Bismillah” diyenlere. 

     Ne mutlu tercihini, ebedî saadeti kazandıracak olan ebedî olan Zât’tan yana koyanlara.

     Evet bir daha tekrarlıyor ve inanıyor ne kelime, adımız gibi biliyoruz ki:

     “Ebedînin sâdık dostu ebedî olacak.”

    Yeter ki, her hayrın başı “Bismillah” olsun.

    O’nun mülkünde, O’nun izniyle hareket edilsin. 

    Evet, gerçekten “Bismillah her hayrın başıdır.”

    Ne mutlu her hayırlı işe “Bismillah” ile başlayanlara.