İstanbul Beyoğlu Tophane’de güzel ve ihtişamlı bir  camii vardır. Birçok defalar önünden gelip geçeriz ama, belki de bir kısmımız ismini bile bilmeyiz. Bu cami Kılıç Ali Paşa Camii’dir. Bu cami, mimarî güzelliği kadar, efsaneleriyle de ünlü bir eserdir. Bu camii yaptıran Kılıç Ali Paşa; sadece bizde değil, dünya denizcilerinin de en büyüklerinden sayılır. Anne ve babası Aydın sahilinde yaşayan Türkmenlerdendi. Saint Jean Şövalyeleri’nce kaçırılıp İtalya’ya götürülmüştü. Ali, Calabria’nın Licastelli kasabasında bir İtalyan asilzadesinin hizmetçisi olarak büyüdü. Kendisine Lucio veya Culyo Galeni adı verildi. 11 yaşında papaz mektebinde okumak üzere Napoli’ye gönderildi. Yolda Cezayirli Müslüman korsanların eline esir düştü. Bu vurgunun kumandanı Ali Ahmet Reis çocuğun vaziyetini öğrenince, yanına aldı. 

Artık İtalyanca isminden bozma Uluç Ali diye anılır oldu. Bazı araştırmacılar  Türk değil de, İtalyan asıllı olduğunu söylerlerse de; milliyeti  ne olursa olsun Uluç Ali Türk-İslâm terbiyesiyle büyüdü. Dünyanın en ünlü  denizcilerden birisi oldu. Avrupa tarihçileri kendisini Occhiali diye andılar. 

Kılıç Ali Paşa’nın yaptırdığı Camii Ayasofya Camii’nin küçük bir benzeridir. Ama ondan daha güzel, daha ferah ve aydınlıktır. Mihraptaki İznik çinileri pek güzeldir. Camii tek minarelidir. Çünkü Osmanlı devlet terbiyesi gereği; bir kişi sadrazam bile olsa kimse saygıdan dolayı iki minareli cami yaptıramazdı. Bu ayrıcalık ancak padişaha aitti. Onun için Kılıç Ali Paşa Camii tek minarelidir. Kubbesi de selâtin camilerinden bu sebeple daha küçüktür. 

Kılıç Ali zekasıyla, kabiliyetiyle, düzgün fiziğiyle dikkat çekerdi. Kendisine itimat edenlerin yüzünü hiçbir zaman kara çıkarmadı. Barbaros Hayreddin Paşa’nın himayesinde yetişti. Ömrünü vatan hizmetine adadı. Zaferden zafere koşarak adını tarihe altın harflerle yazdırdı. Hayatında mağlubiyeti hiç tatmadı. Tunus gibi koskoca bir ülkeyi İspanyollar’dan alması, en önemli başarısıdır. 

Osmanlı donanması, 1571 senesinde Papalık, Malta, Venedik ve İspanya müttefik donanmalarına karşı ilk defa bozgun acısını tattı. 152 parça gemi kaybedildi. Binlerce şehit ve yaralı vardı. Kaptan-ı derya bile şehit düşmüştü. Kılıç Ali Paşa, bu deniz savaşında kumanda ettiği gemilerini hemen hemen hiç bir kayıp vermeden kurtarmayı başardı. Hatta düşmanın sol kanadını teşkil eden Malta donanmasını da yok etti. Bozgun haberini Edirne’de bulunan Sultan II. Selim’e bildirdi. Gösterdiği başarıdan dolayı Kaptan-ı Deryalığa getirildi. Böylece Osmanlı donanmasının kumandanı oldu. On altı sene bu makamda kaldı. Bu başarısı üzerine “Uluç” lakabı “Kılıç’a” çevrildi.

İnebahtı’da imha edilen Türk donanmasını kısa bir müddet zarfında yeniden kurmayı başardı. Osmanlı donanması onun ölümünden sonra bile yüz yoldan fazla dünyanın en güçlü donanması özelliğini taşımaya devam etti. Kılıç Ali Paşa; sadece tarihteki başarılarıyla değil, yaptığı hayır işleriyle de tanındı. İstanbul’da kendi adını taşıyan o zarif ve muhteşem külliye, hâlen ayaktadır… Türk denizcilerinin vaktiyle sularında sıkça dolaştığı İtalya’daki La Castella kasabası en büyük meydanına Kılıç Ali Paşa’nın heykelini, Heykeltıraş di Dinami”ye yaptırıp dikerek hala büyük denizciyle övünmektedirler. 

Kılıç Ali Paşa’nın yaşı oldukça ilerlemişti. Namını sürdürecek bir eser bırakmak istiyordu. Bu da yanında hamamı, sebilhanesi, medresesiyle bir cami olacaktı. Kendisi devletin en güçlü mevkilerinden biri olan Kaptan-ı Deryalık makamındaydı, ama yine de zamanın diğer devlet adamları gibi o da padişaha sormadan hiçbir iş yapmamayı adet edinmişti. Bu maksatla Sultan III. Murat’ın huzuruna çıkıp isteğini bildirdi. Padişahın onayını aldıktan sonra bu eserin nereye yapılmasının uygun olacağını sordu. Padişah şaka olsun diye:

“Sen deryalar serdarısın. Sana karadan bir karış toprak veremem. Var git camini deryaya kur!” dedi.

Kılıç Ali Paşa “Başüstüne!” deyip izin istedi. Mimar Sinan ile görüşüp binanın deniz üzerine yapılacağını söyledi. Padişah sonradan:

“Amacım şakaydı, dilediği yere camisini yapsın, bunca külfete girmesin!” diye haber gönderdiyse de, hünkarın ilk emrini yerine getirmekten vazgeçmedi. “Padişah ağzından söz bir kere çıkar. Onu tutmamak olmaz,” diye düşündü. Bunun üzerine Mimar Sinan, Tophane sahilinde denizi doldurdu. Üzerine bugün bile bütün haşmet ve zarafetiyle ayakta duran Kılıç Ali Paşa Camii ile medrese, hamam ve sebilden ibaret külliyesinin inşa etti. 

Halk arasında, kim kırk gün sabah namazını ara vermeden Kılıç Ali Paşa Camiinde kılarsa muhakkak Hızır(A.S.)’ı göreceğine inanılır ve dört bir taraftan bu niyetle gelen insanlar camiyi doldururdu. Kılıç Ali Paşa yedi yıl daha yaşadı. Ölümüne kadar vakit namazlarını hep burada kılar; medresedeki talebelerle  ilgilenirdi. Türbesi caminin yanındadır. Kılıç Ali Paşa’nın Beşiktaş ve Fındıklı’da da yaptırdığı mescitler de vardır.

Gelelim Kılıç Ali Paşa Camii ve Cervantes olayına. Don Kişot’un yazarı meşhur İspanyol romancısı Cervantes de Kılıç Ali Paşa Camiinin inşaatında çalışmıştı. Ama amele olarak. Mimar Sinan’ın emrinde cami inşaatında çalışanların isimlerinin yazılı olduğu defterler vakıflar arşivinde bulundu ve içinde Cervantes’in de ismine rastlandı. Miguel de Cervantes Saavedra, gezginci ve yoksul bir hekimin oğludur. Babasının yaşamına uymak zorunda kalır ve okumaya meraklı olmasına rağmen düzenli bir öğrenim göremez. 1569’da Papa’nın İspanya elçisinin hizmetine girer. Aynı yıl Madrid’de kız meselesinden bir asilzadeyi yaralar ve hakkında tutuklama kararı çıkarılır. Ceza olarak sağ eli kesilecek ve 10 yıl sürgünde kalacaktır. Elini kurtarmak için İtalya’ya kaçar, İtalya’yı dolaşır, bu arada klasikleri ve İtalyan edebiyatını okur. 

1570’de II. Selim Kıbrıs’ı fethedince, Papa 5. Pius, Osmanlılara karşı haçlı ittifakı çağrısında bulunur. Çağrıyı İspanya ve Venedik kabul eder. Deniz savaşı  için hazırlanan Roma’daki İspanyol birliğine katılanlar arasında parasız olduğu için Cervantes de vardır. 7 Ekim 1571’de, tarihin gördüğü en büyük deniz savaşı olan İnebahtı Savaşı’na katılan Yüzbaşı Cervantes, göğsünden yaralanır ve bir top güllesiyle de sol eli kullanılamaz hale gelir. Sağ elini kurtarmak için Madrid’den kaçan yazar, bu defa sol elini kurtaramamıştır. 1574’e kadar Navarin’de ve Tunus’ta savaşlara katılır. 

1575’de İspanya’ya dönerken bindiği İspanyol gemisi, Marsilya açıklarında Cezayirli Türkler tarafından kuşatılır. Esirler arasında Cervantes de vardır. Cezayir’de beş yıl esaret hayatı yaşayan Cervantes, altı defa kaçma teşebbüsünde bulunur ama başaramaz. Sertliği ile tanınan Cezayir Beylerbeyi Hasan Paşa, defalarca kaçmaya teşebbüs eden bu esire  ağır bir ceza vermez. Çünkü, ondaki zekayı, yaratıcılığı ve farklılığı mı görmüştür, yoksa başka sebepler mi vardır o da meçhuldür?

Neyse Cervantes, Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa'yı söyle anlatır:

"Esir olarak kürek çekmiş, daha sonra dinini değiştirmiş ve Müslüman olmuştu. O kadar cesurdu ki, ahlaksızca yollara başvurmadan Cezayir Beylerbeyi olmuş, sonra da hükümdarlığın en yüksek rütbelerinin üçüncüsü olan Kaptan-ı Deryalığa getirilmişti. Aslen Calabria'lıydı, ahlaklı ve iyi bir adamdı, esirlerine çok insanca davranırdı. Öldükten sonra geriye kalan üç bin esiri, vasiyet ederek, padişah ve diğer dönme askerler arasında paylaştırıldı. Ben Venedikli bir dönmeye düştüm.” Anlattığı Venedikli dönme, Cezayir Beylerbeyi Hasan Paşa’dır. 

Cervantes, yenilmez denilen Osmanlı donanmasını yenmiş bir ordunun talihsiz askeridir. 

Cervantes devam ederek: "Büyük savaş hazırlıklarının yapıldığı konuşuluyordu; bütün bunlar beni etkiledi, harekete geçirdi, beklenen sefere katılmaya heveslendirdi. Her şeyi bırakıp İtalya'ya girmek istedim ve öyle yaptım. Talihim varmış, Senyor Don Juan de Austria, Cenova'ya yeni gelmişti, Venedik donanmasıyla birleşmek üzere Napoli'ye geçiyordu, daha sonra donanmalar Messina'da toplandı. Kısacası, o şanlı seferde ben de, başarılarımdan ziyade talihim sayesinde, şerefli piyade yüzbaşısı rütbesine getirilerek yer aldım. Bütün dünya milletlerinin Osmanlıların kibir ve küstahlığını kırdığı, Hıristiyan âleminin o mutlu gününde, İnebahtı açıklarında bulunan onca talihli insan arasında, bir tek ben talihsizdim!"  

Birkaç yıl İstanbul’da kalıp cami inşaatında da çalıştıktan sonra sahibi tarafından azat edildi. O da İspanya’ya döndü. 1580’de Madrid’e döndükten sonra geçimini yazarlıkla sağlamaya çalışır.

İşte şimdi, Cervantes’in bu Don Kişot romanını yazmaya nasıl eklendiğini açıklama zamanıdır. Bir iddiaya göre; Akdeniz’de beş yıl boyunca Osmanlı leventleriyle savaşan, daha sonra bir beş yıl da esaret hayatı yaşayan Cervantes, Türklerden o kadar korkmuştur ki, romandaki yel değirmenleri Türkleri, Don Kişot aptal bir savaşçıyı yani Avrupalıları temsil etmekte, dolaylı olarak Türklerle savaşmanın aptallık olduğu vurgulanmaktadır. 

Batılı kaynaklarda ve Cervantes’in yazılarında hiç söz edilmemesine rağmen, Türk kaynaklarında bir iddia ortaya atılır. 1580’de özgürlüğüne kavuşmadan önce, 1575-1580 yılları arasında Cezayir Beylerbeyi Hasan Paşa tarafından İstanbul’a getirildiği, Kılıç Ali Paşa Cami’nin yapımında çalışan esir İspanyol işçilerden biri olduğu, taş taşıyarak Mimar Sinan’ın emrinde çalıştığı, caminin 1580’de tamamlanması ile beş yıllık esaret hayatından sonra memleketine döndüğü iddia edilir.

Görüldüğü gibi tarihler, dönemler, olaylar ve kişiler bu olasılığın yüksek olduğunu gösteriyor. Belki, Cervantes Mimar Sinan ile karşılaştı ve konuştu, belki Kılıç Ali Paşa’yı gördü. 

İnşallah yapılacak yeni araştırmalar, belki de tarihin karanlık kalmış bir bölümünü daha aydınlatacaktır.