İnsanız. Yapboz misali; her birimizin ruhunun bir yerlerinde, sanki bir şeyler patlamış, kopmuşçasına içe doğru girintileri, onu daraltan boşlukları var. Ve girintilerin hemen yanında ruhumuzun başka bir kenarında, kendi sınırlarını aşmış, yol kat etmiş, dışa doğru kendinden bir şeyler vermiş çıkıntıları var. Farkına varsak da varmasak da istesek de istemesek de bu mükemmel olmaktan uzak, organik varlığımızla, büyük resmin, benzersiz ama bir o kadar aynı parçalarıyız. Yazık ki ömür, çoğu zaman girintilere takılı kalıp kendini ortaya koyamamakla ve bazen de çıkıntıları çok abartıp bütünden kopmakla; sonunda, otantik potansiyelini gerçekleştirememekle geçiyor. 

Ne zaman bu girintileri görmezden gelmeye, onlara dair yalan söylemeye ve bu söylediklerimize inanmaya, başkalarının girintilerine de böylelikle tahammülsüz ve hoşgörüsüz olmaya başladık bilemiyorum lakin insanın gelişimine ve kendini gerçekleştirmesine vurulan en büyük darbe, orada, bu bilinçli veya bilinçsiz sahteliğin içinde yatıyor. 

Bu kendine yabancılaşmış hallerimizi aşmak için, kendimizi yargılamadan gözlemleyebileceğimiz çalışmalar yapmamız gerekiyor. Hatalarımıza, utançlarımıza, endişelerimize, korkularımıza, kırılganlıklarımıza, güçsüzlüklerimize; doğrularımıza, kıvançlarımıza, heyecanlarımıza, cesur adımlarımıza, güçlü yanlarımıza, böbürlenenlerimize nasıl bakıyorsak öyle bakmamız gerekiyor. Hepsi, içinden alınması gereken dersler öğrenildiğinde, engellerimizi aşmamızı sağlayan birer kıymetli tecrübe, aslında. 

İçsel çalışmalar yaptığımızda, karanlık anlara, yoğun duygulara indiğimizde genelde önce kapıyı kurban olarak açıyoruz. Bize yapılanlar, bizden koparılanlar, uğradığımız ihanet ve haksızlıklar, başkaları vesilesiyle gördüğümüz girintilerimizi anlatıyoruz, uzun uzun. Bunları, çoğu zaman, hedeflerimize ilerleyen yolların üzerindeki büyük engeller olarak aktarıyoruz. Yargısız inceleyebildiğimizde, girintilerimizi, kendimize yeniden açabildiğimizde, olanı kabullenmeye ve büyümeye başlıyoruz. Bir noktadan sonra o kadar büyüyoruz ki kocaman bir engel gördüğümüz şey, varlığımızın yanımızda küçücük kalıyor. Bu anları, içimizde kapalı kalan kapıları açmak diye adlandırıyorum. 

Bir sonraki aşamada, daha da derinleştiğimizde, kapıları başka türlü açıyoruz. Kendi yaptığımız haksızlıklarla, ruhumuzdan kopardıklarımıza, kendi ihanetlerimize, başkalarında sebep olduğumuz girintilere doğru açılıyor kapılar… Ne tuhaf değil mi? Kurban da olsak kurban eden de, kendimizde de girintiler oluşur ve insan, en çok kanadığı yerden kanatır. Bütün olduğumuza, en çok inanmama sebep olan budur. 

İçinde kapalı kapı kalmayan insan, hafifler, kendini tanır, büyük resmin neresine ait olduğunu sezinler, bu yolda bitmeyen bir yolculuğa hazırdır, cesurdur, emek verir, yeni bakış açıları geliştirerek engellerinin üstesinden gelip düşlerini gerçekleştirir. Başka bir deyişle, bahaneleri kalmaz sadece düşleri, hisleri ve hareket planları vardır. Çoğumuz çıkıntılarımıza odaklanarak engellerimizi aşacağımızı düşünsek de girintilerimizi fark etmemiz ve onları kabullenmemiz de gerçek bir bilgelik saklıdır. 

O nedenle, bazen “ileriye gitmek için bana ne gerekiyor” diye sormak yerine, “ileriye gitmeye çalışırken beni tutan ne” diye de kendimize sormamız, kapalı bir kapıyı sürekli zorlamak yerine belki de önce kapıyı açıp içinden geçmemiz lazımdır.