“Kainatta tesadüfe yer yok”.  Ünlü fizikçi Stephen Hawking son kitabında özetle bunu söylüyor. Ancak bu kitabın çok önemli bir başka mesajı daha var. Onu da yazının sonunda anlatacağım.

“The Grand Desing: New Answers to the Ultimate Questions of Life” (Büyük Tasarım: Yaşamın mutlak sorularına yeni cevaplar). Kainat nasıl ortaya çıktı? Neden biz buradayız? Kitap, bugüne kadar ortaya atılan bütün fizik teorilerini özetliyor. Ve sonunda net bir şekilde şu tespitte bulunuyor:  Bu kainatın nihai hedefi insanoğludur. İnsanın yaşayabilmesi için gerekli tüm şartlar önceden hazırlanmış ve insanlık bu dünyayı hazır bulmuştur. Kainatın yaşı, büyüklüğü, yıldızların ve galaksilerin pozisyonları, hareket hızları, çekim güçleri, aralarındaki mesafeler, güneşin ve güneş sistemindeki tüm gezegenlerin büyüklükleri, aralarındaki mesafeler, dünyamızın büyüklüğü, dönüş hızı, yörüngesi, eğimi vs.… Dahası kainattaki tüm elementler, bunların oranları hepsi olması gereken ölçüde ve miktarda. Ne bir eksik ne bir fazla…

Bütün matematiksel hesaplar gösteriyor ki, kainat tek bir noktadan, bir anda ortaya çıktı. Bu varoluş anına fizikçiler büyük patlama (big bang) diyorlar. Adeta fizik diliyle “Ol dendi ve oluverdi.” Deniyor. Saniyenin trilyon kere trilyonda biri kadar kısa bir süre içinde kainat olağanüstü bir hızla genişledi. O çıkış noktasının bir madeni para büyüklüğünde olduğunu kabul edersek, bir anda Samanyolu galaksisinin 10 milyon katı kadar büyüdü. Bunun için ışık hızından daha büyük bir hızla hareket etmek gerekiyordu. Böylece kainat hızla genişlemeye ve büyümeye devam etti. Ancak o dönemde kainatın her yerinde sıcaklık farklılaştı. Yani homojen bir ortam sıcaklığı yoktu. İyi ki öyle değildi. Zira öyle olsaydı çekim gücü sonucu kainat yeniden büzüşecek ve yok olacaktı. Kainatın varlığını ve büyümesini sürdürmesi için bazı yerlerde sıcaklıkların farklı olması gerekiyordu. Yani yeknesaklığı bozan bir tasarıma ihtiyaç duyuluyordu ve öyle oldu .

Bu büyük patlama sonucu çok farklı özelliklerde kainatların ortaya çıkması ihtimali de vardı. Bizim içinde yaşamakta olduğumuz kainatın varolması ihtimali son derece düşüktü. Bunun olabilmesi için çok ince ayarlara ihtiyaç vardı. Zira çok ufak değişiklikler bu kainatı yaşanamaz hale getirebilirdi.

Şu anda kainat yaklaşık 13 milyar yaşında. Dünyada hayatın varolabilmesi için bu asgari bir süre. Kainat belli bir olgunluğa ulaştıktan sonra galaksimiz ve Güneşi sistemi ortaya çıktı. Ancak burada da çok ince bir ayar var. Güneş sisteminin merkezinde tek bir güneşin olması bizim için büyük şans. Zira uzaydaki bazı galaksilerde çift yıldızlı sistemler var. Bizim güneş sisteminde de böyle iki güneş olsaydı şu anki yaşam mümkün olmayacaktı. Çünkü zaman zaman çok aşırı sıcaklıklara maruz kalınacaktı ve dünyamız yaşanamaz hale gelecekti.

Dünya yörüngesinin eğimi de son derece ideal. Zira Merkür gibi bir eğim olsaydı Dünyamız belli dönemlerde 200 dereceye kadar ısınacaktı ve böylece tüm canlılar yanıp kavrulacaktı. Güneş’in büyüklüğü de son derece ideal. Mesela şimdikinden biraz daha büyük osaydı, Dünyamız Venüs’ten daha sıcak olacaktı. Veya küçük olsaydı Dünyamız Mars’tan daha soğuk olacaktı. Her iki durumda da Dünya’da hayat mümkün olmayacaktı.

Hawking, kainattaki bu mükemmel tasarımı anlattıktan sonra kitabını tuhaf bir şekilde noktalıyor. Hwaking’e göre kainatın varlığı mucize üstü mucizedir. Ama kim tarafından yaratıldığı fiziğin konusu değildir. HawH

Teşekkür kısmında aynen şöyle diyor: “Bu kainatın nasıl bir tasarımı varsa bu kitabın da elbette bir tasarımı var. Ancak kainattan farkı olarak, bu kitap kendiliğinden ortaya çıkmış değil. Kitabın bir yaratıcısı olması gerekir ve bu sadece yazarın işi değil. Bunun için de öncelikle editörlerimize teşekkür etmemiz gerekiyor…” şeklinde devam ediyor. Bir sayfa boyunca kitapta emeği geçen herkese teşekkür ediyor. Demek ki iman sadece bilgiyle olmuyor, daha ziyade bir nasip meselesi. İşte bu kitaptan aldığımız diğer önemli mesaj budur. Biz de Mevlana’nın sözleriyle Hawking gibilerine sormadan edemiyoruz:  “Şu köşkleri, sarayları ve nice haneleri bir yapanın olması mı makuldur, yoksa olmaması mı, ey akılsız!” diyor Mevlana Celaleddin Rumi. Öyle dediği için de dünyanın dört bir yanından insanlar fevc fevc ona koşuyor. Nemrut, Fravun veya Ebu Cehil gibi münkirlere koşan tek bir kişi var mı bugün dünyamızda?