Kafanızın rahat olmadığı bir dünyada dünya sizin olsa neye yarar.

Kafa rahat olacak azizim.

Takmayacaksın her şeyi!

Her tavrı.

Her lafı. 

Takarsan kendine ediyorsun.

Kendinden veriyorsun.

Kafan rahat olacak azizim.

Her sözü ciddiye almayacaksın.

Her kişiye bel bağlamayacaksın.

Kafan rahat olacak azizim.

İlk tanışmada kimseye 100 puan vermeyeceksin.

Bekleyeceksin.

Tartacaksın.

Sınayacaksın.

Sonradan sükutu hayale uğramamak için...

Kafan rahat olacak azizim.

Kimse vazgeçilmez değildir. 

Kimse seni üzmeye yetkili ve muktedir değildir.

Hayatından çıkarılması gerekenleri bir çırpıda çıkarmalısın.

Üzülmemek için bazen üzeceksin.

Kafan rahat olacak azizim. 

Kimsenin işine burnunu sokmayacaksın.

Kimsenin sofrasına meze olmayacaksın.

Bir duruşun olacak.

Bir tavrın olacak.

Ki insanlar seni çantada keklik görmeyecek.

Kafan rahat olacak azizim. 

Başkasının küllüğünü düşmeyeceksin ki;

Senin de küllüğünü kimse deşmesin. 

Kafan rahat olacak azizim. 

Haksızlığa ne şart ve koşul altında okursan ol.

Susmayacaksın.

Tepkini ortaya yeterli materyallerle koyacaksın ki;

Haksızlık yapan kendinde bir hak görmeyecek.

Mazlumu tutacaksın.

Kaldıracaksın. 

Kafan rahat olacak azizim. 

Kendi hakkında konuşulanları .

BİR 

Merak etmeyeceksin.

İKİ

Takmayıp, önemsemeyeceksin.

ÜÇ

Gülüp geçeceksin ki enerjini emmesin .

Seni yaptığın güzel işlerden alıkoymalarına fırsat vermeyeceksin.

Kafan rahat olacak azizim. 

Kimseni lafını ve tavrını ciddiye almayacaksın. Vesselam. 

İBRETLİK BİR HİKAYE

Eskiden, köyün birinde yaşlı bir adam yaşarmış. Çok fakirmiş, fakat zamanın hükümdarı bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki... Hükümdar at için ihtiyara yedi sülalesine yetecek para teklif etmiş, ama adam satmaya yanaşmamış. 'Bu at, bir at değil benim için. Bir dost. İnsan dostunu satar mı?' dermiş hep...

Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış. "Seni ihtiyar bunak! Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Hükümdara satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler.

İhtiyar "Karar vermek için acele etmeyin" demiş. "Sadece at kayıp" deyin. Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez." Köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler.

Aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki oniki vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler. "Babalık" demişler. "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için. Şimdi bir sürü atın var." "Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. 'Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?" Köylüler bu defa açıktan ihtiyarla dalga geçmemişler ama, içlerinden "Bu herif sahiden geri zekalı" diye geçirmişler.

Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul, şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara. "Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler. İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş. "O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırıdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar.

Ama acaba ne kadar doğru? Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez."

Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Hükümdar son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkan yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler. "Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler."Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer." "Siz, erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih, hangisinin talihsizlik olduğunu sadece Allah biliyor..."

Evet, acele karar vermeyelim. Hayatın, olayların küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçınalım. Nice şer gibi görünen olayların arkasından nice hayırlar gelir. Nitekim Kur'an-ı kerimde mealen, "Güçlükle beraber elbette bir kolaylık vardır!" [İnşirah 5-8] buyurulmaktadır. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır!..