Dün, kadına yönelik şiddeti bazı anket neticeleri de vererek kültürel temelleri ve hukuka aksediş şekliyle ele almıştık. Vardığımız sonuç, alınacak tedbirlerin yanı sıra mutlaka zihniyet değişikliği gerektiğiydi. Bir zihniyet değişikliği teklif ederken elbette ki konuya yönelik laik yaklaşımları ve dinleri de incelemek gerekirdi. Dinler derken çok geniş alana girmek, bir gazete yazısı için ele alınamayacak ölçüde olduğundan, daveti evrensel olan iki büyük din olarak Hıristiyanlık ve İslamiyet’i incelemek kâfi gelecektir.
HIRİSTİYANLIK VE LAİK DÖNEMDE DURUM
Şüphesiz ki Hıristiyanlık, bir din olarak şiddeti telkin etmemiştir. Ancak devlet yöneticilerinin zulmüne müdahil olmayışı, hatta bizzat dinî nitelikte olan engizisyon mahkemelerinin işkenceye yer vermesi, şiddeti geçerli kılan bir anlayışı yaşatmıştır. Manastır kurallarına uymayan rahibelerin şiddetle cezalandırılması, birçok kadının “cadı”, “büyücü” isnatlarıyla yakılarak öldürülmesi de dinî temelli şiddet uygulamalarıdır.
Ayrıca İncil’de yer alan Aziz Pavlus’un mektuplarında da erkek egemen bir anlayış vardır. O mektuplardaki “Ey kadınlar, Rab’be bağımlı olduğunuz gibi kocalarınıza bağımlı olun” şeklindeki emir ve “Erkek, Tanrı’nın benzeyişinde olup Tanrı’nın yüceliğini yansıtır... Çünkü erkek kadından değil, kadın erkekten yaratıldı. Erkek kadın için değil, kadın erkek için yaratıldı” şeklindeki izahat (Efeslilere Mektup, 5:22 ve Korintlilere 1. Mektup, 11:7-9), erkeklerin mutlak otoritesini sağlamaktadır.
Aydınlanma döneminin laik düşünürleri bile kadına haklar tanımaya pek meyyal olmamışlardır. “İlk İngiliz feministi” unvanı verilen kadın yazar Mary Astell, İngiliz liberal filozoflardan John Locke ile giriştiği tartışmada, mutlak egemenlik devlet için bile kabul edilemiyorsa ailede de erkek egemenliğinin kabul edilemeyeceğini söylüyordu. Astell, kadının kocası karşısında ‘tayin edilmiş rol’ünü kölelik olarak nitelendiriyordu.
Yine aydınlanmacılardan olan İngiliz kadın yazar Mary Wollstonecraft, diğer aydınlanmacılara hitaben, zorbalığı tam silmek için yalnızca “kralların İlahî hakları” karşısında değil, “kocaların İlahî hakları” karşısında da kesin tavır koymak gerektiğini söylüyordu.
Fakat zamanla gelişen tavır koymalar olduğu hâlde laik dönemde de bu sosyal hastalık hâlen tedavi edilebilmiş değildir. İngiltere’de yeni hazırlanan aile içi şiddet yasalarına göre, evde eşlerini baskı altına alanlar da hapis cezası talebiyle yargılanabilecekler. Aynı ülkede, çocukları zorla evlendirmek de suç kapsamına alınıyor.
İSLAM’IN BAKIŞI
İslam’da aile müessesesini oluşturmakta kadın ve erkeğin kıymeti denktir. “Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz” ve “erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi kadınların da onlar üzerinde hakları vardır” (2/187, 228) diyen ayetler, bu durumu göstermektedir.
İslamiyet’te kadınlar, istemedikleri bir evlilik için hiç kimse tarafından zorlanamazlar. Hz. Peygamber’in (s.a.v) huzuruna gelen bir genç kız, babasının onu istemediği biriyle evlenmeye zorladığından yakınmış; Hz. Peygamber de kızın babasına ikazda bulunmuştur.
Evlatlar üzerindeki “anne hakkı”, “baba hakkı”ndan üç kat daha önemli tutulmuştur. Evlilikte ‘aile reisliği’ diye tabir ettiğimiz üstünlük erkeklere verilmiş, buna karşılık da onlara doğrudan Kur’an-ı Kerim’de, kadınları korumak ve geçimlerini temin etmek gibi mecburi vazifeler yüklenmiştir (4/34).
Birlikteliği kötüye kullanmamak doğrultusundaki ikaz, “Ey iman edenler… Onlarla güzellikle geçinin” (4/19) emrini veren ayette ve “Kadınlar hakkında Allah’tan korkun, onlara iyi davranın” tembihini yapan hadiste de görülmektedir. Erkekleri, “Siz, onları Allah’ın emaneti olarak aldınız” diye uyaran hadis, erkekteki aile reisliği üstünlüğünün, hakikatte ne büyük bir mesuliyet olduğunu bildirmektedir.
Fransız filozof Voltaire, Kur’an-ı Kerim’deki kadın hakları konusunda şunları söyler: “Biz o kitaba sayısız saçma sözler kondurduk. Oysa Kur’an’da bunların hiçbiri yoktur... Sözde, Muhammed kadınları akıllı yaratıklardan saymazmış; Kur’an’ın hükümlerine göre hepsi köleymiş. Bu dünyada hiçbir varlıkları olmadığı gibi cennette de yerleri yokmuş. Baştanbaşa yalan olan bütün bunlara Avrupalılar inanmışlardır.”
Demek oluyor ki, İslam ülkelerinde de görülen kadına şiddet, İslamî değil töresel temellidir. O hâlde Müslümanlara düşen, günümüz dünyasında bile gerek ABD ve Avrupa’yı gerekse tüm dünya adına BM’yi hâlen düşündüren o probleme çözüm olarak İslam’ın bakışını tanıtmaktır.