2014 yılından beri sağlığım üzerine bir mücadeleden geçiyordum. Bu yolculuğun içinde, kendimi, anneliği ve kadınlığı yeniden tanımam, radikal ve sezgisel kararlar almam gerekti. Yeni hayatımın taleplerini planlayıp yönetmeye değil, dinleyip duymaya çalıştım. Duymak yetmedi, duyabildiklerimi cesur bir şekilde takip etmeye gayret gösterdim. Tüm bunlarla kendi küçük dünyamda nereye vardığım ya da varamadığım şahsi tecrübesi şöyle bir yanda dursun; “mesele yola çıkmak” deriz ya hani, bu yolculuk sırasında bambaşka kadınlarla tanışıp farklı ufuklara açıldım.

Hastanelerde yaşam mücadelesi veren kadınlarla tanıştım: Her yeni güne bir umutla başlayıp akşama doğru kimi zaman enerjisi düşüp yatağa ağlayarak giren ama bir diğer güne yine umutla “bir gün daha yaşayacağım” diye şükrederek başlayan kadınlardı; pes etmeyen kadınlar.

Maddi zorluklar içinde, hayatlarının diğer alanlarından fedakârlık ederek ya da bazen hiç tanımadıkları yüreklerin desteğiyle okumaya çalışan kadınlarla tanıştım: Kimisi bu zorlukların içine doğmuştu, kimisi talihsiz bir evlilik tecrübesinin ardından yeniden başlamış kadınlardı; kardelen kadınlar. 

Kemoterapinin tadına bakan kadınlarla tanıştım: Süreci bilerek metanetle acıyı göğüsleyişlerini, internete bilinçsizce doldurulan bilgi kirliliğinin içinde motivasyonlarını bozmadan, güçlerine hayran olunacak şekilde hayatla dans edişlerini gördüğüm kadınlardı; amazon kadınlar.

Elleriyle evlatlarını toprağa veren kadınlarla tanıştım: Kimisi sadece bir gün koklayabilmişti, kimisi büyütüp vatana millete hizmet edecek yaşa getirmişti. Söz konusu evlat acısı olduğunda, kâinatın sustuğu bir anın geldiğine ama dimdik yaşamaya devam eden kadınlara tanık oldum; toprak ana gibi kadınlar.

Yürekleri titreye titreye hamile karınlarını okşayan kadınlarla tanıştım: Bazılarının ilk çocuğuydu bazılarının gayesi ilk evlatlarını dünyada yalnız bırakmamaktı bazıları ise daha büyük bir ailenin özlemini çekiyorlardı. Bazılarının korku ve endişelerle dolu henüz ilk tecrübesiydi, bazıları defalarca karınlarında kıpırtısını duydukları, odalarını hazırladıkları, kalp sesini dinledikleri bebeklerine veda etmişlerdi. Toplumumuzda “düşük” ya da “hamileliğin sonlandırılması” der geçerlerdi, bu anneleri hep sessizden ve gizlice ağlamaya iterlerdi. Birkaç haftada nasıl büyüdüklerine şahit olduğum kadınlardı; dağ gibi güçlü kadınlar.

Farklı acılardan geçmiş, kendilerine, tüm kadınlığa ve evrene şifa olmak için bir çemberin etrafında oturan kadınlarla tanıştım: Kadınlar el ele verdiğinde dünyaya nasıl meydan okur tanıklık ettim; derinlere dalacak kadar yiğit, kız kardeşliği kan bağı olmadan yaşatan kadınlardı; iyileştirici kadınlar.

Hayatını olumsuz etkileyecek seçimler yapıp büyük bedeller ödemiş kadınlarla tanıştım; Bir yerden sonra hayat gemilerinin başına geçip “artık kaptan benim” diyen haykırışlarına, bir kadının sadece çocuk doğurmadığına ama kendini de yeniden doğurabildiğine tanık oldum; kaptan kadınlar.

Yeni taşındığı bir ülkede, kariyerini sıfırdan yaratma savaşında kadınlarla tanıştım: Ökçeleri üstünde askerler gibiydiler, gözleri hep hedefe kilitli, kendi kendine yetme gayesinde, kimseye bel bağlamayan, bir yandan yeni ülkeyi bir yandan yabancı dili bir yandan sıfırdan bir mesleği / şirketi, çoğu zaman da üstüne yeni evliliği yüklenen kadınlardı; hedefleri olan kadınlar.

Mesleğinin gelenekleri, vicdanıyla ters düştüğünde, mesleklerini (tüm geçim kaynaklarını) kaybetmek uğruna doğrudan ayrılmayan kadınlar tanıdım: Korkusuz, kararlı, “ne değişecekse önce benimle değişecek” diyen kadınlardı; öncü kadınlar.

Ailelerini ülkelerinde bırakıp asgari koşullarda, başkalarının evlerinin hizmetinde çalışan kadınlarla tanıştım: Çalışma saatleri, izin günleri olmayan, yemeklerinin sayılı verildiği, odasında İsa heykelleri önünde ağlayan, gözyaşlarını ailesine aş edip yollayan kadınlardı; yoktan var eden kadınlar.

İki çocuğunun tüm derslerine, aktivitelerine, yetmezmiş gibi 30-40 çalışanına, eşinin her derdine, kendi bakımına, evinin düzenine, gönüllü işlere ama hepsine tüm yüreğiyle yetişen kadınlar tanıdım: Vazgeçmek, vasatla yetinmek kitaplarında olmayan kadınlardı; lider kadınlar.

Söz konusu boşanma olduğunda evlatları ile tehdit edilen, bir ülkeye, bir mahalleye, bir eve, bazen bir odaya evlatlarından ayrılmamak için mahkûm edilen kadınlar tanıdım: “Bu da geçecek” diyen, adalete inan, adaleti bekleyen, Allah’a sığınan kadınlardı; tevekküllü kadınlar.

Evlatlarını, terk edip giden sevgililerinin ya da vefat eden eşlerinin ya da boşanmayla babalığın da bittiğini sanan insanların ardından, tek başına büyütmeye çalışan kadınlar tanıdım: Bir yandan toplumdaki yerlerini korumaya, bir yandan eve ekmek getirmeye, bir yandan bir çocuğa hem anne hem baba gibi yetmeye çalışmanın diğer yandan iş yerindeki sorumlulukların üstesinden gelen, kendilerini hiç desteklemeyen bir toplumun ağırlığında kendi kanatlarıyla uçan kadınlardı; ruhlarında kanatları olan kadınlar.

Yaşadığı ailenin, toplumun fersah fersah ötesini gördüğü ve tecrübe ettiği için cezalandırılmaya çalışılan kadınlarla tanıştım: İnsanoğlu kendisi gibi olmayana ne kadar acımasız, gördüm. Onlar kendilerine inancı olan, farklılıklarına sarılan bu farklıları evrene nasıl katabileceklerini arayan kadınlardı; ışık kadınlar.

Ben kadınlığı, anneliği, yaşamı getirdiği tüm acılarıyla, zorluklarıyla, yokluklarıyla, kayıplarıyla onları tanıdıkça sevdim. Dünya’nın birçok yerinde tersi haykırılır empoze edilirken, kadınlığın yüceliğini, Mevlana’nın mesnevisinde sevdim. Güçsüz hissettiğimde kendimden utandım, tanrının bahşettiği ayrıcalıklarla yaşayıp mazeretler üretebilmekten utandım, onlara baktıkça güç buldum. Güçlerini kaybettiklerini gördüğümde vakit ayırdım, “buradayım” dedim, çoğaldım, bütün oldum. Tanrı, kadını ne kadar özel yaratmış emin oldum. Fiziksel, duygusal, ruhsal tüm acılara böyle dayanıklı, aynı anda birçok işle gönülden baş edebilen, kendisine yetebilen, başkalarına koşabilen, üreten, yaratan ve çoğunlukla tüm bunları destekleyecek bir ortamı bulunmayan ama durmayan, pes etmeyen, yine yeniden doğan kadın… Tıpkı doğa gibi… Doğayı da çok seviyoruz, güzelliği, ürettikleri ile büyüleniyor, ilham alıyor, uğruna şiirler yazıyor, ondan besleniyor diğer yandan da kendi zevklerimiz, doymaz ihtiyaçlarımız uğruna zarar veriyor ve yok ediyoruz onu. Doğa ise hala vermeye, yeniden doğmaya, tüm canlılara kucak açmaya devam ediyor.

Kadın olmakla ve tüm kız kardeşlerimle gurur duyuyorum. Bu yazının on, yüz ya da bin kişiyle sınırlı olmadığını, bu hikayelerden birini bazen de her birinden birer parçayı gözbebeklerine bakabildiğimiz her kadında görebileceğimizi ve dahi burada bahsi geçmemiş hikayeler olduğunu biliyor, saygı duyuyorum. Emekleri, inançları, mücadeleleri, hayata kattıklarıyla her biri eşsiz kadınların, hepimizin, 8 mart dünya kadınlar günümüzü kutluyor, her kadının bu vesile ile ne kadar mucizevi yaratıklar olduğumuzu hissetmesini ve bunun gücünü yüreklerinde bulmasını diliyorum.