Ahir zaman çelişkiler çağıdır. Her şey birbirine karışmış, doğru yanlıştan ayırt edilemeyecek gibidir. Biz ibadette itaatte eksik kullar için hakikat zaten zahiren perdeli olduğundan... Doğruyu yanlıştan ayırmakta hep güçlük yaşıyoruz. İyiyi kötüden ayırmakta birçok kez yanılgıya düşüyor istikameti üzerine bulunduğumuz yolu düşerek, emekleyerek, yalpalayarak yürüyoruz.

Bizim yolumuzun sıhhati, yoldaşımızın vasfı ve gayretleri ile mümkündür. Bu muazzam önem arz ediyor. Birlikte yürümek, ittihat etmek kati ve büyük emirdir. Hem yolu hem yoldaşı seçme mecburiyetinde olan bizler, isabetli kararlar almak için, her şeyden evvel dikkat ve gayretimizi kalbimizi toplamaya vermeliyiz. Zamanımızın büyüklerinden yol önderi bir zatın dediği gibi: ‘Talip her gün en az üç kez niyet tazelemelidir.’ Niyet, bütün sâlih amellerin başıdır. Bunun için dilin ikrar edip, kalbin tasdik ettiği bir niyet bizi selamete çıkaracaktır. Kalbi toplamak için, elbette birçok yol vardır. Niyet bu yollardan en kestirme olanıdır.

Niyet rabbimizden rıza ve yardım talebidir. Bu çetrefilli dünya düzeninde biz hak istikameti kaybetmemek için, iyi ile kötüyü ayırma mecburiyetindeyiz. İhtiyacında olduğumuz bu istidat, rabbin lütfu, keremi ve yardımı olmadan bizde bulunmasının imkânı yoktur. İnsan sahibi bulunduğu şeyleri muhafaza içinde, hak istikamet üzere bulunmak içinde, hakkı batıldan ayırabilmek içinde her zaman ve her şartta Allah-ü Teâlâ’dan yardım talebinde bulunmalı... Sahih bir niyet ile başlamalı, dua silahına sarılmalı, tefekkür etmeli, ibadetlerinde gayret göstermelidir. Sonuçları var edenin Allah olduğunu bilip kadere rıza göstermelidir. Hakikî manada kalp huzuru, rahatlık bu şekilde tezahür edecektir. 

Özellikle devrin ahir zaman olması, dostu düşmandan ayırmada daha fazla güçlüğe sebeptir. Düşman kılık değiştirir, yol değiştirir, iz değiştirir fakat iyi bilmelidir ki özünü değiştiremez. Bizim düşmanın (yani İslamın düşmanının) özünün niteliklerini bilmekle mükellefiz. En başta dinimizi korumak, sonrada kardeşlerimizi korumak gibi bir zaruretimiz, vazifemiz var. Bunun için bahsettiğimiz gibi elbette Allahtan dua ile ibadet ile yardım talebinde bulunacağız. Fakat bu talebin karşılığı bize çalışmamız ölçüsünde, özümüzde geliştirilebilecek istidatları kazanmamız ve kullanmamız ölçüsünde verilecektir. 

Sadi Şirazi “Bostan” adlı eserinden tamda bu mevzuyu nasihatle hikaye ediyor.


Dara ve At Çobanı Hikâyesi
 

Daranın bir sürek avında askerlerinden uzaklaşıp ayrı kaldığını duydum. Bir at çobanı, koşarak ona doğru ilerliyormuş. Adamı tanımayan Daranın kalbine kuşku düşmüş ve kendine; “Bu gelen, düşmanlarından biri olsa gerek. Yanıma varmadan okumla onu öldüreyim.” demiş. Yayını germiş, okunu hazırlamış, biraz daha yaklaşsın diye beklemeye koyulmuş. Bunu gören çoban uzaktan seslenerek; “Ey İran’la Turan’ın şahı, ey ulu Dara; kem gözler senden ırak olsun. Ben düşman değilim. Efendimin atlarını besleyen basit bir çobanım ve işim yüzünden buradayım.” Haykırışları duyan Dara rahatlamış ve gülerek; “Hey düşüncesiz adam, sana mübarek bir melek yardım etti. Yoksa öldüğün gün, bugündü.”
 

Çoban da gülerek karşılık vermiş; “İnsan iyiliğini gördüğü efendisine hiç kötülük düşünür mü? Haddimi aşarak size, doğru yolu göstermek ve bu bağlamda öğüt vermek istiyorum. Dostuyla düşmanını ayıramayan sultan, acizdir. Büyükler, küçüklerini bilmeli. Siz, beni sarayınızda defalarca gördünüz; atları, meraları sordunuz. Şimdi ben muhabbet ve hürmetle geliyordum yanınıza. Ancak siz beni tanımadınız. Oysa ben, şu yüzlerce at içinde istediğiniz özellikteki atı hemen bulup çıkarırım. Demek ki çobanlık, akıl-fikir işidir. Siz de benim gibi olun, sürünüzü iyi tanıyın, onları her türlü tehlikeden koruyun.”
 

Bu öğütler Dara’nın çok hoşuna gitmiş ve hemen oracıkta çobanı ödüllendirmiş. Utanmış kendinden ve içinden; “İnsan, bu öğütleri kulaklarına değil, kalbine yazmalı. Bir ülkede hükümdarın tedbiri, çobandan daha aşağı olursa, oranın yıkımıyla kırımı yakındır.” diye geçirmiş.

Hikâyeden çıkarılması icap edecek çok ders var elbette, İslam’ın bugünkü meseleleri açısından bakıldığında iyi ve kötü ayrımında ümmetin dikkatini her zamankinden fazla bu mevzuya vermesi gerekir. İslam’ın düşmanı kimdir, nereden ve nasıl taarruz eder, kimlerle hareket eder? Bu ve buna benzer suallerin muhatabıyız. İslam’a saldırı yine İslam’la yapılmak isteniyorsa, İslam ana kaynaklarından koparılmak isteniyorsa, türlü tahrip fikirleri üretiliyorsa; Mümin kişi İslam’ın müdafaası için gereken her türlü istidatların sahibi olmalıdır.

Not: Unutmadan niyetin içinde azda olsa iddialarımız vardır. Niyetimiz iddialarımızla birlikte bizi tanımlar. Bu birliktelik bizi amel planında ve işleyişinde yoğunlaştırır. Bu birlikteliğin gayesi budur. Olması gereken budur iddia sahibi olmalıyız. Önemli olan burada iddialarımızın, rızayı ilahiyi kapsamasıdır. Ve amellerimize uygulama aşamasında benliğin karışmamasıdır. Bir özlü söz burada verilmek istenen manayı çerçeveliyor: ‘Allah için düşle, Allah için işle.’

Aksi takdirde iddialarımızdan vurulacağımızı bilmeliyiz. İçine nefis sızmayan, rızalık istikametinde niyetin, iddianın ve gayretin sahibi olmak duası ile…