Meşrutiyet Dönemi, Sultan II. Abdülhamit tarafından Osmanlı Anayasasının tekrar yürürlüğe alınıp meclisin aktif olarak yasama ve yürütme süreçlerine dâhil edildiği 23 Temmuz 1908’den, İstanbul’un İşgali (16 Mart 1920) ile işgal güçlerinin baskısı üzerine 11 Nisan 1920’de Mebusan meclisinin kapatılmasına kadar devam eden 12 yıllık bir süreçtir. Türkiye’nin ciddi anlamda ilk parlamento ve demokrasi deneyimi olarak söylenilebilir. Aynı zamanda bu dönem Türkiye’de düşünce hayatındaki gelişim açısından son derece önemlidir. Tanzimat’tan beri gelişen entelektüel birikim toplumun sorunlarına çözüm önerileri getirebilecek düzeye ulaşmıştır.
“II. Meşrutiyet Dönemi Türk aydınları genel olarak üç ideolojinin çalışma sahasında yerlerini aldılar. Batıyla kaynaşmayı ve çok milletli Osmanlı İmparatorluğu’nun din ve ırk farkı gözetmeksizin tüm vatandaşlara eşit haklar verilerek dağılmayı önleyebilmek Tanzimat devri liberalizmi(Osmanlıcılık); bir yanda dünya Müslümanları arasında güçlü bir bağ oluşturmanın yanı sıra İslam’ın siyasal, kültürel ve sosyal hayatta egemen kılınmasını İsteyen İslamcılık (Ümmetçilik); diğer yanda da, tüm Türkleri zamanla bir tek devlet çatısı altında birleştirmek ve aralarında sıkı ilişkiler kurma mücadelesi veren Türkçülük (Turancılık-Pantürkizm) vardır.* (Abdullah İslamoğlu, II. Meşrutiyet Döneminde Siyasal Muhalefet   1908-1913,  Gökkubbe yay., İstanbul, s.33) Bu üç fikir akımı 1904 yılında Yusuf Akçura tarafından “Üç tarzı siyaset” isimli bir makalesinde tarihsel seyri içerisinde verilmiştir. Bu fikir akımları üzerinde yoğunlaşma ve tartışmalar meşrutiyet sonrasında da devam etmiştir.
Meşrutiyet dönemi fikirsel çeşitlilik açısından çok verimli bir dönemdir. Bu durum Osmanlı tarihinde demokratikleşme ortamındaki değişimi gözler önüne serer. Üç genel siyasi görüşün dışında Batıcılık, Âdem-i Merkeziyetçilik ve Liberalizm(Ahrar Fırkası) gibi fikir akımları da aktif siyaset sahasında kendini göstermiştir. İttihat ve terakki hükümeti o tarihte Batıcı ve Türkçü ideolojileri taşımakla birlikte içerisinde farklı görüşlerden şahsiyetlere de temsil vazifesi vermişti. Devrin muhalefeti en az iktidarı kadar güçlüdür.
Türkiye’de İslamcılık ideolojisinin gelişimini buradan başlatarak konuşmak bana göre daha doğrudur. Çünkü Dünya üzerinde İslami hareketlere bakıldığında İslam’ın bir siyasi görüş olarak ortaya çıkması yani Siyasal İslam’ın doğuşu devletlerin siyasi hayatlarında çok sesliliğin oluştuğu bir buhran dönemine ya da milli mücadele devirlerine rast gelmektedir. Bu sebeple Türkiye’de İslamcılık ideolojisinin zemini Tanzimat devrinde oluşmuş ve II. Meşrutiyet döneminde inşa olmuştur. Tanzimat devrinde taklitçi bir batılılaşma hareketine karşı kültürel motiflerle iç içe bir din algısının başkaldırısı olarak görülüyor. Şerif Mardin Hoca’nın bu konuyu geniş ve derinlemesine aydınlatan “Türk Modernleşmesi” adlı eseri dikkat çekicidir.
“Türk tarih yazımında da Cumhuriyet modernizmini 1830’lardan itibaren başlayan Tanzimat hareketi ile ortaya çıkan merkezileşme ve/veya ‘batılılaşma’ siyaseti ile bağdaştıran tarih görüşleri bulunmaktadır.” (Hakan İşözen, İmparatorluktan Cumhuriyete Modernleşme Bağlamında İslamcılık ve Bir Siyasi Sahne Olarak Hafıza Meselesi, Aydın Toplum ve İnsan Dergisi Yıl 2 Sayı 2 - 2016  s. 17) Tanzimat ile başlayıp meşrutiyetle devam eden Cumhuriyet modernizmini ortaya çıkaran ve sekülerizme ivme kazandıran Fikir akımının referansı; Batı’dır. Gelişen seküler ve oryantalist anlayışa karşı İslam’ı referans alan bir muhalif cephe de oluşmuştur. Bu cephe muhalefetinin kimi zaman teşkilatlı bir yapı olarak kimi zaman ise bireysel olarak ortaya çıktığını görmekteyiz.
Meşrutiyet rejiminin kurucu kadrosunun İslamcılık ideolojisine mesafesi bilinmektedir. İslam’ı kurtuluş politikası hayat reçetesi olarak savunan bir padişahı, II. Abdülhamit’i darbe ile indirip yerine masonluğu tescilli olan 5. Murat'ı tahta çıkarılması bunun somut örneğidir.
Bu dönemde İslamcılık fikir akımının güçlü teşkilatlı yapılar kurmak suretiyle mücadelesi siliktir. Devrin İslamcı cemiyetleri 1909 yılında kurulan İttihat-ı Muhammedî Fırkası, 1919'da kurulan Teali İslam cemiyeti gibi sayıları çok az olan birkaç dernek ve dergi etrafında toplanan gruplardan müteşekkildir.
Bu devrin İslam’ı referans alan ideolojik birlikteliklerinin bir müdafaa cihetinde geliştiği görülür. İslam’ı, oryantalizmin ve sekülerizmin saldırılarına karşı müdafaa gayretine düşen münevverlerin(aydınlarının) gayretleri, bu dönem Siyasal İslam’ın oluş ve toplanış gerekçesi olmuştur. İslamcılık Akımı, Mehmet Akif, Süleyman Nazif, Babanzade Naim, Filibeli Ahmet Hilmi, Said Halim Paşa, Şeyhülislam Musa Kazım, İskilipli Mehmet Atıf Hoca, Elmalılı Muhammet Hamdi Yazır, Mustafa Sabri Efendi gibi isimler tarafından temsil edildiği bilinir; bu cenahın önde gelenleri olarak birçok kaynakta zikredilir.
Meşrutiyet devri, İslamcı geleneğin oluşumu bakımından kritik bir dönemdir. Tanzimat’tan günümüze kadar devam eden Seküler/ Dindar, Laik/Anti laik görüşlerin açık bir şekilde ortaya çıktığı, doğduğu tarihsel süreçtir. Türkiye’de Siyasal İslam’ın objektif değerlendirilmesi bu dönem içinde gelişen toplumsal olaylardan,  bağımsız değerlendirilemez.  
*Seküler Kavramı (sekülerleşme, sekülerizm): Doğaüstü güçlerden veya kutsaldan uzaklaşma yönünde gerçekleşen bir eğilim, dünyevileşme. Toplumsal açıdan ele alındığında dinin günlük hayatta her geçen gün etkisizleşerek önemini kaybetmesi durumu. (Mehmet Ali Kirman, Din Sosyolojisi Terimleri Sözlüğü, Rağbet yay., İstanbul-2004, s. 196)