İstanbul Devlet Tiyatrosu bünyesinde, Kubilay Karslıoğlu’nun yönetmenliğini üstlendiği, Bertolt Brecht tarafından 1944 yılında kaleme alınan “Kafkas Tebeşir Dairesi” oyunu geçtiğimiz haftalarda tiyatro severlerle buluşmuştu. Ben de oyunu izleyenler arasındaydım ve hiç sıkılmadan hayranlıkla izledim. Sonrasında ekipten JALE YÜCEL’e röportaj teklifi götürdüm ve bir araya geldik. Kendisiyle tiyatroya nasıl başladığından, bu güne kadar aldığı rollerden, kısacası tiyatroya dair her şeyden konuştuk.  Siz değerli okurlarımızı Mustafa Kemal Atatürk’ün “Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz; hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz, fakat sanatkâr olamazsınız” sözünü hatırlatarak sohbetimizle baş başa bırakıyorum.

Öncelikle hoş geldiniz. Sizi tanıyabilir miyiz?

Teşekkür ederim, hoş buldum. Ben Jale Yücel. İstanbul doğumluyum. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı oyunculuk bölümü mezunuyum. Okulun ilk mezunlarındanım ve çok şanslıyım. Çünkü Yıldız Kenter, Ahmet Leventoğlu, Haldun Dormen, Müjdat Gezen, Güngör Dilmen, Suat Özturna gibi değerli hocalar bizi hayata hazırladılar. 90 yılında mezun olunca daha okulun ilk yılında verdiğim bir kararla Trabzon Devlet Tiyatrosu’nun açtığı sınavla göreve başladım. Sonrasında Bursa’ya tayin oldum ve 17 yıl orada çalıştım. 2014 yılında İstanbul’a tayinim çıktı ve o günden beri de burada görev yapıyorum. Ayrıca ikiz çocuk annesiyim.18 yaşında bir kızım (Sera) ve bir oğlum (Yamaç) var. Onlar şu an benim hayatımın en büyük sevgileri.

Çok değerli hocalarımız bizi yetiştirdiler dediniz. O isimlerle bir arada olmak nasıl bir duyguydu?

Çok yakından takip ettiğim büyük isimlerdi onlar. Sınav günü jüri olarak karşımda gördüğüm andan itibaren ve bu gün de hala aynı heyecan ve saygı devam ediyor benim için. Onların öğrencisi olunca mesleklerine gösterdikleri titizlik ve özenin bende bıraktığı sorumluluk ve disiplin anlayışı ile sahnedeyim hala.

“Anneme hayat boyu minnet borçluyum”

Tiyatroya olan ilginiz nasıl başladı? Sizi yönlendiren biri ya da bir olay olmuş muydu?

“Tiyatro sürekli bir devrimdir” sözüyle cevap vermek isterim. Benim ortaokul yıllarımda bu serüven başladı ve lisede devam etti. Liseler arası tiyatro yarışmaları, tiyatro şenliklerinde yer aldım. O zamanlar lisede bizi yetiştiren öğretmenler bizi büyük yazarlar ile tanıştırmıştı ve kitaplarını okumamızı, şiirlerini ezberlememizi sağlamıştı. Leman Ulutepe (Lale) ve Mehmet Esatoğlu (Behruz) bütün birikimlerini bize karşılıksız ve cömertçe sunan ustalardı. İlk sahne tozunu da okul yıllarında bize yutturan onlar oldu. İyi ki de onlarla yolum kesişti ve sonrasında konservatuvara hazırlandığım süreçte de çok katkıları oldu. Amatör ruhla titizlikle yürütülen çalışmaların takipçisi anneme de teşekkür borcumun olduğunu söylemek isterim. Kimi zaman yaptığı yemeklerle, kimi zaman sahnede kostüm olarak kullanmam için komşulardan bulduğu kıyafetlerle hep eli benim ve arkadaşlarımın üzerindeydi. Yaptığı yardım ve destekle bizim kolektif çalışmalarımızın bir parçası olmuştu annem de. Sonrasında da konservatuvar sınav tarihlerini öğrenip, beni sınava girmem için teşvik eden de annemdir. Anneme hayat boyu minnet borçluyum.

“Hocam Yıldız Kenter bana papatyalardan taç yapmıştı”

İlk sahneye çıktığınız anı hatırlıyor musunuz? Neler hissetmiştiniz?

Konservatuvar ikinci sınıftaydım, yıl 1988… Yıldız Hoca okul oyunu olarak Hamlet sahneledi. AKM Sahnesi’nde oyun sahnelendi. Bu arada küçük bir anımı da paylaşmak isterim Yağmur Hanım. Hamlet oyunu için provalarda kostüm olarak ne giyeceğimi hocama sorduğumda, “Okula giriş sınavında giydiğin beyaz elbise duruyor mu canikom” diye sordu, öğrencilerine bu şekilde hitap ederdi. Aradan 2 buçuk yıla yakın bir zaman geçmişti ve ne giydiğimi hatırlıyor olması bende çok büyük bir şaşkınlık yaratmıştı. Elbisemin durduğunu söyledim ve oyunda o elbiseyi giydim. Oradaki en büyük heyecanım ilk kez sahneye çıkıyor olmam ve üstelik AKM gibi bir sahnede rol almamın yanı sıra, hocamın kendi elleriyle kuliste bizlerle tek tek ilgilenmesiydi. Hiç unutmuyorum, Yıldız hocam bana da gerçek papatyalardan taç yapmıştı.

Gerçekten çok güzelsiniz, gençlik fotoğraflarınızda da bu güzellik göze çarpıyor. Bunun size avantajı ya da dezavantajı oldu mu?

Çok teşekkür ederim böyle gördüğünüz için ama ben hiçbir zaman güzelliğin fiziksel olarak bir avantajı olup olmadığını düşünmedim. Ama estetik görüşleri çok yüksek olan bir hocaydı Yıldız Kenter. Öğrencilerini seçerken de elbette ki başta yeteneğe bakıyordu ama fiziksel olarak beğeni düzeyi çok da ön plandaydı. Bunun avantajını sınava girdiğimde yaşadım mı bilmiyorum ama olmuştur belki. Ben güzelliğin de birçok şey gibi geçici olduğunu düşünüyorum. Onu başka güzelliklerle beslemez ve desteklemezseniz, güzelliğinizi başka türlü kullanırsanız çok çirkinliğe dönüşebileceğini düşünüyorum. O yüzden iç dünyanın güzelliğini her zaman birinci sıraya koyuyorum.

Hangi oyunlarda rol aldınız?

1991 yılında Trabzon Devlet Tiyatrosu’nda stajyer olarak başladığımda bir arkadaşım anne olacağı için rolden ayrılınca Derya Gülü oyununun o zamanki müdür ve yönetmeni Murat Atak bana teklif getirdi ama hazırlık için süremiz de çok azdı ve oyun Ankara’da turne yapacaktı, sonrasında da 45 gün tüm Anadolu gezilecekti. Ben 4-5 günlük bir sürede Derya Gülü gibi bir oyunu hazırlamak durumundaydım ve tereddütsüzce kabul ettim. Lojman odasında gece gündüz çalıştım ve oyuna hazırlandım. İlk oyun, ilk heyecan Derya Gülü oldu kısacası. Sonrasında birçok oyun oldu tabii. Ay Işığında Şamata, hatta bu oyundan bir hatıra fotoğrafı getirdim size Yağmur Hanım. Asiye Nasıl Kurtulur, Venedik Taciri, Kadınlar da Savaşı Yitirdi, Hüznün Coşkusu… İlk aklıma gelen oyunlar bunlar. Birçok oyunda sahne aldım.

“Yaşar Seyman’ın hayatını oynadım”

En mutlu olduğunuz oyun hangisiydi?

Yeşilçam'ın Altın Çocuğu: GÖKSEL ARSOY Yeşilçam'ın Altın Çocuğu: GÖKSEL ARSOY

Kesinlikle Bursa’da oynadığımız Hüznün Coşkusu oyunudur. Yaşar Seyman’ın hayatını anlatan bir oyundu. Hem oyunculuk tecrübesi açısından, hem de çok saygı duyduğum ve sevdiğim birinin hayatını bana oynama fırsatı verdiği için de çok önemliydi. O önemi de hala saklı tutuyorum içimde.

Televizyonda hangi projelerde yer aldınız peki?

Televizyon hayatı daha çok öğrencilik yıllarımda başladı. Aslında daha çok seslendirmeler yaptım. TRT’de 4 yıl boyunca okulum bitene kadar seslendirme yaptım. Bazı dizilerde de yer aldım tabii. Hanımlar Sizin İçin diye bir sabah kuşağı vardı, orada yer aldım. Sonrasında Yıldız Hoca’nın Uğurlugiller ve Yazevi dizileri oldu TRT’de, onlarda oynadım. Daha sonra İstanbul’da Serçe Sarayı dizisinde, Kızlarım İçin, Kefaret dizilerinde oynadım. Ama bu diziler benim her zaman yan işim oldu, asıl işim tiyatrodur. Ve hatta ondan sonra ikinci sıraya koyduğum eğitmenliktir.

Eğitmenlik dediniz, ondan da bahsetmek isterim. Neler yapıyorsunuz?

Uzun zaman okullarda çalıştım, Bahçeşehir Koleji’nde drama dersleri verdim. Bursa’da Müjdat Gezen Sanat Merkezi açıldığında orada çalıştım. Özel olarak tiyatro için yetiştirdiğim öğrencilerim de oldu tabii. Bazıları Devlet Tiyatrosu’nda şu anda. Tiyatroya hazırlanacak genç adayların kendilerini iyi hazırlamaları, iyi çalışmaları, yeteneklerinin farkında olacakları alanlarda kendilerinin farkında varmaları gerekir.

Mutlu bir anınızı paylaşmıştınız az önce benimle. Yıldız Hanım sizin elbisenizi unutmamış ve bir oyunda giymenizi istemişti. Peki, sizi üzen bir anınız da var mı?

Üzen demeyelim ama olmasa daha iyi olurdu dediğim şeyler mutlaka bu 32 yıllık süreçte olmuştur. Yıllar içerisinde “Bu projede olmasam da olurmuş, çok da fayda sağlayacağımı düşünmüyorum” dediğim oyunlar olmuştur. Onun dışında ben üzmekten ve kırmaktan çok korkarım, üzüleceğim ortamlardan da aslında empati duygum çok gelişmiş olduğu için kendimi olabildiğince uzak tutarım.

Kafkas Tebeşir Dairesi’ni 2 kere izledim ve gerçekten çok büyük bir emek var. Uzun ve herkesin diyalogu olan bir oyun. Ezber yapmak zor oluyor mu? Provalar nasıl geçti? Seyircinin ilgisinden memnun musunuz?

Ezber aslında izleyen için zor tarafı, bizim için prova sürecinde çözümlediğimiz ve oturttuğumuz bir durum. Onun dışında Kafkas Tebeşir Dairesi oyunu büyük bir ustanın oyunu. O anlamda ben bu projenin içinde yer almaktan çok büyük mutluluk duydum. Evet, sizin de söylediğiniz gibi gerçekten zor. Özellikle genç arkadaşlarım hem dekorda hem oyunculukta birçok işi bir arada yürüttükleri için gerçekten büyük ter akıtıyorlar. Ama bunun karşılığını da seyirciden aldığımızı düşünüyorum. Çünkü uzun olmasına rağmen seyirci hiç sıkılmadan oyunu takip ediyor. Yaklaşık 10 oyun oynadık ve ben bunu görebildim. İnanın bu çok güzel bir şey. Kafkas Tebeşir Dairesi’nin prova sürecinde gerçekten hareket noktası bize Devlet Tiyatrosu sanatçısı olmanın misyonlarını yeniden hatırlattı, bu anlamda da bizler için çok kıymetliydi. Bu oyunla geçmişten günümüze baktığımızda çok ortak söylem, evrensel değerlere olan benzerlikler, düşünülmesi ve analiz edilmesi gereken birçok olay ve örneklerini gördük. Bu çözümlemelerde de ana tema dayatılan değil, gerçek hakkın teslimiydi. Burada da karşımıza çok önemli bir kavram; adalet kavramı çıktı. Ve adalet üzerinden hak teslimiyetini oyunun finalinde gördük. Oyun olaylara sadece eleştirel bir ışık tutmadı, olayları neden-sonuç ilişkileriyle bir süzgeçten geçirerek bozulan insan ilişkilerini gözler önüne nedenleriyle sundu ve çözümlerini gösterdi. Oyunun yönetmeni Kubilay Karslıoğlu ve tüm ekip, bu sağduyulu tutumun titizliğinin verdiği yönelişle rollere sarıldık. Provalarda da bir an önce seyirciyle buluşmak için sabırsızlandık. Ve sonuç olarak seyirciden çok güzel yorumlar aldık.

Kafkas Tebeşir Dairesi ekibini seviyor musunuz?

Bütün samimiyetimle söylüyorum, ekipte herkesi ayrımsız seviyorum. Özellikle genç arkadaşlarımın emeğine çok saygı duyuyorum. Genç arkadaşlarımın gösterdikleri saygıyı ben de çok büyük bir sevgiyle karşılıyorum. Bir aksilik olduğunda el birliğiyle herkesin nasıl hiçbir aksilik olmamışçasına çözüme kavuşturduğunu yaşıyoruz oyunlar içerisinde. Minik aksilikler olduğunda bunu bizzat görüyoruz. Kalabalık bir ekip, birbirini seven ve iyi anlaşan bir ekip. Belki de başarının büyük katkısı buradan geliyor.

Hayalini kurduğunuz, oynamak istediğiniz bir rol var mı?

Bunca yıl içerisinde farklı roller oynama fırsatım oldu. Özellikle şunu oynasam dediğim ve hayalini kurduğum bir rol yok açıkçası şu an ama bu sorunuza cevap olarak kimlerle sahnede olamadığım için üzgünüm bunu söylemek isterim. Keşke aynı sahnede göz göze olsaydım dediğim, kıymetlim Işık Yenersu’dur. Onun sadece eşsiz oyunculuğu ile değil hayattaki örnek bir insan olması ve duruşuyla da çok seviyorum ve sayıyorum. Yıldız Hocam ile dizilerde çalıştık, öğretmen-öğrenci olarak da okul oyunlarında  çok göz göze geldik, birbirimizin nefesini hissettik. Yıldız Hocamla da sahnede bir oyunum olsun çok isterdim tabii. Başka isimler saymak gerekirse; Genco Erkal, rahmetli Alev Sezer ve Müşfik Kenter diyebilirim. Onların da isimlerini anmadan geçemem. Bu dünyadan ayrılmış olan usta oyuncuları da büyük bir saygıyla ve minnetle anıyorum. Yaşayanlar da çok uzun yaşasınlar ve bize yol göstermeye devam etsinler inşallah.

Sizce ülkemizde tiyatro gereken değeri görüyor mu?

Ben tiyatrocu olduğum için tiyatro özelinde sordunuz bana ama ben genelde aslında sanata gereken değer veriliyor mu olarak da cevaplamak isterim sorunuzu. Bütün sanat dallarının amacı insanın çok yönlü gelişmesi için başka insanlarla birlikte yaşadığı toplumda o kültürün insani bütün değerlerin ortak paydasında buluşup bilinç, bilgi ve duyarlılık zenginliğini artırmasına yardımcı olmaktır. Sanatın amacı budur, düzene koyma işidir sanat. Bir kaos, bir kargaşa varsa onu en güzel haliyle toparlamak ve iyiye yöneltmektir. Ancak insana yapılan yatırımın sadece bizim mesleğimizde değil, tüm meslek dallarında hak ettiği karşılığı maalesef aldığını düşünmüyorum. Seyirciyi ayrı tutuyorum, seyirci özelikle son yıllarda tiyatro salonlarını dolduruyor; hatta bazen yakınıyorlar bilet bulamıyoruz diye. Sanata karşı durmak şöyle dursun, gerçekten sanata ve sanatçının toplumun kaçınılmaz gereksinimlerine umut ışığı olduğu gerçeği her an hatırlanmalı ve hatırlatılmalı. Bu bizim ülkemizi ileri seviyelere taşıyacaktır. Birtakım olumsuz tartışmalara da nokta koyacaktır. Yıldız Hocam “Yaşamak benim için her zaman çalışmak oldu. Yaşamak savaşmaktı. Savaşın en güzelini tiyatroda keşfettim” derdi. 

Tiyatrocu/oyuncu olmak isteyen genç okurlarımıza neler önerirsiniz?

Genç arkadaşlarıma önerim öğrenmeye hazır olsunlar, sabırlı olsunlar, merak etsinler, araştırmacı olsunlar, çok okusunlar. Fikir sahibi olmadan söz sahibi olmalarının onları olmadık yanılgılara, istemedikleri durumlara düşürebileceğini unutmasınlar. Kestirme yollardan değil de, bunun çok uzun bir yol olduğunu bilmelerini isterim. Hiç bitmeyecek bir öğrenme isteğiyle birlikte eğitimlerini mutlaka almalarını öneririm. Alaylı birçok usta isim vardır evet ama bunlar istisnadır. Bu istisnalar bizde hayranlık uyandırabilir ancak genel baktığımızda gerçekten bu işin içinde eğitimin alınması şarttır.

Sizi tanıdığıma çok mutlu oldum. Sohbetiniz için de teşekkür ederim. Son olarak neler söylemek istersiniz?

Bu anıyı bırakma fırsatını bana verdiğiniz için ben çok teşekkür ederim. Ben de sizi tanıdığım için çok mutlu oldum. Son olarak; bir oyuncu olarak bu işe ilk başladığım günden bu güne hep Tomris Uyar’ın bir cümlesi var aklıma hep o gelir, “Yeni yetme sarmaşıkların koca çınarlara sarılması gibi” der. Biz başladığımızda hocalarımız bizim için koca çınarlardı, biz de yeni yetme sarmaşıklardık ve onlara sarılarak bu günlere geldik. Yeni bu işi meslek edinecek arkadaşlarıma da bu cümleyi tavsiye ediyorum. Çınarlara sarılsınlar. 2023’ün ülkemize ve tüm okurlarımıza barış, mutluluk ve sevgi getirmesini diliyorum. İçten teşekkürlerimle…