Arşiv Uzmanı ve Kütüphâneci İSMET BİNARK, Röportajın ikinci bölümünde Ermenilerle ilgili derin açıklamalarına devam ediyor. Oğuz Çetinoğlu: İlişkilerin bozulması ne zaman ve hangi sebeplerle oldu? İsmet Binark: 1877-1878 Osmanlı – Rus Harbi’nden önce bir Ermeni meselesi yoktur. Bu mesele, Rusya’nın bâzı Türk şehirlerini işgâl ettikten sonra, buradaki Ermenileri kendi emellerine âlet ederek istiklâl amacı ile Bâbıâlî’ye karşı kışkırtmasıyla başlamıştır. Ayastefanos ve Berlin andlaşmalarına, Ermenilerin bulunduğu yerlerde ıslahat yapılmasına dâir hükümler konulduktan sonra bu hükümlere dayanılarak, büyük devletlerin Osmanlı Devleti’nin iç işlerine müdâhalelerinde bulunması sonucu Ermeni meselesi ortaya çıkmıştır. Ermeniler çeşitli vaatlerde tahrik edilmişler, bunun neticesi olarak kanlı olaylar meydana gelmiştir. Bu olayları hazırlayan sebepler arasında Ermeni kilisesi, din faktörü, misyoner faaliyetleri ve propaganda etkili olmuştur. 19. yüzyılın ikinci yarısında, bir ‘Ermeni Meselesi’nden söz edilmeye başlandığı söylenebilir. Ermeni meselesi için bir başlangıç noktası aramak gerekirse, bunu 1856 Islahat Fermanı veya 1877 – 1878 Osmanlı – Rus Harbi ve bunu tâkiben Ayastefanos Anlaşması ve Berlin Konferansı’nda bulmak mümkündür. Aslında, Ermeni meselesi, ‘Şark Meselesi’nin bir parçasını teşkil etmektedir. ‘Düvel-i Muazzama’ diye adlandırılan emperyalist Avrupa devletleri (Rusya, İngiltere, Fransa ve Almanya), menfaatleri doğrultusunda Osmanlı Devleti’ni parçalamak için, gayri Müslim tebaa arasında başlayan milliyetçilik ve ayrılık hareketlerini hararetle desteklemişler ve Balkanlarda kendi nüfuzları altında devletler kurmaya çalışmışlardır. Dış tahriklerin ve milliyetçilik akımlarının tesiriyle, Balkan milletleri ayaklanmışlar; bunun sonucu olarak Yunan, Sırp, Romanya ve Karadağ devletleri ortaya çıkmış, 1860’da Lübnan’a muhtariyet tanınmıştır. Çetinoğlu: Ermenilerin gösterilerinin ve sonra da isyanlarının sebepleri nelerdi? Binark: Ermeni meselesini ortaya çıkış sebeplerinin, Osmanlı Devleti toprakları üzerinde yaşayan Ermenilerin sosyal, kültürel, ekonomik, idârî ve siyasî statülerinden kaynaklanmadığı; bu meselenin temelinde, sun’i olarak oluşturulan ve ‘Şark Meselesi’ diye adlandırılan milletlerarası bir emperyalist stratejinin, güçler dengesi politikasının yattığı bilinmektedir. Siyasî târih terminolojisinde yer almış olan ‘Şark Meselesi’ tâbiri, 19. asrın ikinci yarısında Osmanlı Devleti’nin batılı devletler tarafından parçalanmaya çalışılmasını ifâde etmektedir. Osmanlı Devleti’nin siyasî çöküşünün hazırlandığı bir dönemde, batının Osmanlı Devleri üzerindeki hesapları bakımından sun’i olarak ortaya konan Ermeni meselesi, bilinmelidir ki; Avrupa’nın ekonomik, siyasî, dinî ve kültürel menfaatlerinden kaynaklanmıştır. Çetinoğlu: Osmanlı döneminde Ermeni ayaklanmalarını özetlemek mümkün mü? Binark: İlk ayaklanma, 1890’daki Erzurum isyanıdır. Bunu yine aynı yıl meydana gelen Kumkapı gösterisi, 1892 – 1893’de Kayseri, Yozgat, Çorum ve Merzifon olayları, 1894 Sasun İsyanı, 1895’de Bâbıâli gösterisi ve Zeytun isyanı, 1896’da Van isyanı ve Osmanlı Bankası’nın işgâli, 1903’de İkinci Sasun isyanı, 1905’de Sultan İkinci Abdülhamid Han’a suikast teşebbüsü ve 1909’da Adana İsyanı tâkip etmiştir. Bütün isyan ve olaylar, içeride ve dışarıda kurdurulan Ermeni komitelerince, ‘Ermenilerin Türklerce Katledilmesi’ olarak gösterilmiş; batılı ülkelere ve Hıristiyan kamuoyuna bu şekilde maksatlı olarak yansıtılarak büyük bir gürültü koparılmış, bunun için hiçbir yalandan kaçınılmamış, olaylar tahrif edilmiştir. Bugün sürdürülen asılsız Ermeni iddialarının arkasında, bu yalan ve tahrif edilmiş târihî gerçekler yatmaktadır. Ermeni komitelerinin bu maksatlı propagandasının arka plânında, batılı büyük devletleri Osmanlı Devleti’ne karşı silâhlı mücâdeleye zorlamak maksadının yattığı, gün ışığına çıkmış bilgi ve belgelerle de sâbittir. Buna örnek olarak, İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi Currie’nin, 28 Mart 1894’de İngiliz Dışişlerine gönderdiği rapordaki şu ifâdeleri göstermek isteriz: ‘Ermeni ihtilalcilerinin hedefi karışıklıklar çıkararak Osmanlıların karşılık vermesini temin etmek ve böylece yabancı ülkelerin duruma müdâhale etmesini sağlamaktır.’ (İngiliz Mavi Kitabı, Nu: 6, 1894, 57.s.) Erzurum’daki İngiliz Konsolosu Graves ise, 28 Ocak 1895’de İstanbul’daki İngiliz Büyükelçiliği’ne yolladığı mesajda: ‘Komitelerin genel bir memnuniyetsizlik oluşturarak Türk Hükûmeti ve halkının kendilerine karşılık vermesini ve yabancı güçlerin dikkatini Ermeni halkının hayâlî acılarına, çekmek’ olduğunu bildirmiştir. (İngiliz Mavi Kitabı, Nu: 7, 1895, 222–223.ss.) Van’daki İngiliz Konsolos Yardımcısı Williams, 4 Mart 1896 târihli yazısında: ‘Taşnak ve Hınçakların kendi vatandaşlarını teröre zorladıklarını, aşırılık ve çılgınlıklarıyla halkı kışkırttıklarını, reformların uygulanması için girişilen bütün gayretleri felce uğrattıklarını ve netice olarak bütün Anadolu’da olup bitenlerden Ermeni komitelerinin sorumlu olduğunu’ ifâde etmiştir. (İngiliz Mavi Kitabı, Nu: 8, 1896, 108.s.) Adana’daki İngiliz Başkonsolosu Doughty Wily, 1909 târihli bir raporunda: ‘Ermenilerin yabancı müdâhaleyi sağlamaya çalıştıklarını’ yazmıştır. (Schemsi Kara: Turcs et Arméniens Devant l’Histoire. Genéve, 1919, 11.s.) Bitlis ve Van’da Rus Başkonsolosluğu görevlerinde bulunmuş General Mayewski, 1912 târihli bir raporunda şunları kaydetmiştir: ‘1895 ve 1896 yıllarında Ermeni komiteleri, Ermenilerle mahallî halk arasında öyle bir kuşku yaydılar ki, bu bölgelerde herhangi bir reformun yürütülmesi imkânsız hâle gelmişti. Ermeni din adamları hemen hemen hiçbir dinî eğitim gayreti içinde değillerdi. Buna karşılık, milliyetçilik fikirlerini yaymak için çok çalıştılar. Bu tür düşünceler esrarengiz manastırların duvarları içinde gelişti ve dinî görevlerin yerini Hıristiyanların Müslümanlara olan düşmanlığı aldı. 1895 ve 1896 yıllarında Asya Türkiye’sinin pek çok vilâyetinde çıkan ayaklanmalarının sebebi ne Ermeni köylerinin sefaleti, ne de mâruz bulundukları baskı idi. Zirâ bu köylüler komşularından çok daha zengin ve müreffehtiler. Ermenilerin ayaklanması şu üç sebepten ileri geliyordu: 1- Bunların siyasî konularda bilinen tekâmülleri, 2- Ermeni kamuoyunda milliyetçilik, kurtuluş ve bağımsızlık fikirlerinin gelişmesi, 3- Bu fikirlerin Batı hükûmetlerince desteklenmesi ve Ermeni din adamlarının telkin ve çabalarıyla yayılması.’ (General Mayewski: Les Massacres d’Arménie-Statistique de Provinces de Van et de Bitlis. Petersbourg, 1916, 11-13.ss.) Ermeni târihçi Papazian da: ‘İsyanların amacının Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışmalarını sağlamak olduğunu’ yazmıştır. (K. S. Papazian: Patriotism Perverted. Boston, 1934, 15.s.) Gerek Ermeni târihçilerin, gerek Ermenileri destekleyen İngiliz ve Rus diplomatların ifâdelerinden de açıkça görüleceği üzere, Ermeni ayaklanmalarının sebebi, ne sefalet, ne ıslahat, ne de baskıyla tâbi tutuldukları iddiasıdır. Ayaklanmaların sebebi, batılı büyük devletler ile Rusya’nın Ermeni komiteleri ve kilise ile işbirliği hâlinde Osmanlı Devleti’ni parçalamak istemeleridir. Osmanlı Devleti ise, bu ayaklanmalar karşısında, her devletin yapacağını yapmış ve isyanları bastırmak için asîlerin, çetelerin üzerine kuvvet göndermiştir. Ancak, her isyanın bastırılması Ermeni komiteleri ve onları destekleyen devletlerce ‘katliam’ olarak gösterilmiş ve bu asılsız iddialar günümüze kadar taşınmıştır. Çetinoğlu: Ermeni komitelerinin en önemlileri, ‘Hınçak’ ve ‘Taşnak’ olarak adlandırılıyor. Özelliklerinden söz eder misiniz? Binark: Osmanlı Ermenilerini içerde kurulan komiteler yoluyla devlete karşı harekete geçirmenin yanı sıra, bir başka yol da denenmiş ve Rus Ermenilerine, Osmanlı toprakları dışında komiteler kurdurulmuştur. 1887’de Cenevre’de Hınçak, 1890’da Tiflis’te Taşnak komiteleri ortaya çıkmıştır. Bu komitelere hedef olarak Anadolu toprakları ve Osmanlı Ermenilerini kurtarmak gösterilmiştir. Ayaklanma teşebbüsleri önce Hınçaklar’dan gelmiş, daha sonra Taşnaklar da bu yolu tâkip etmişlerdir. Bütün ayaklanma teşebbüslerinin ortak özelliği, bunların dışarıdan gelen komiteciler tarafından plânlanmış ve gerçekleştirilmiş olmasıdır. Çetinoğlu: Osmanlı Devletinde yaşayan Ermenilerle ilgili nüfus bilgilerine ulaşılabiliyor mu? Binark: Osmanlı Devleti’nin fethettiği yerlerde asâyişi sağladıktan sonra yaptığı işlerin başında nüfus sayımının ve arazi yazımının yapılması gelmektedir. Bu sayımlar ve yazımlar, başta Tapu-Tahrir Defterleri ve kısmen de diğer kayıtlar olmak üzere bugün Başbakanlık Osmanlı Arşivi ile Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nde muhafaza edilmekle, yerli ve yabancı araştırmacıların yararlanmasına sunulmaktadır. Osmanlı Devleti’nde ilk genel nüfus sayımı ve arazi yazımı Sultan İkinci Mahmud Han zamanında 1830’da yapılmıştır. Müslüman ve Hıristiyan nüfus olarak yapılan bu sayım, Osmanlı Devleti’nin ilk genel nüfus sayımı olduğu için önemidir. Her ne kadar Hıristiyan nüfus cemaatlere ayrılmadan verilmişse de, bu sayım 19. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı Devleti’nde ne kadar Hıristiyan bulunduğunu ortaya koymaktadır. Buna göre Anadolu ve Rumeli’de 4.000.000 civarında bir erkek nüfus mevcuttur. Bu nüfusun 2.100.000’i Müslüman, 400.000’i Hıristiyan olmak üzere 2.500.000’u Anadolu’da; 800.000’i Hıristiyan, 500.000’i Müslüman, bir kısmı da Yahudi ve Kıpti olmak üzere 1.500.000’i Rumeli’de yer almıştır. Özellikle 1890’lardan itibâren gerek Osmanlı Devleti ve gerekse yerli ve yabancı yazarlar ve kuruluşlar tarafından nüfus sayımları, istatistikler yapılmış ve Ermeni nüfusu üzerinde birçok tezler ve antitezler ortaya atılmıştır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde, 1896–1897 yıllarına âit altı belgede (Yıldız Esas Evrakı, kısım 18, evrak nu. 553/6, 7, 48, 49, 50, 320; zarf nu. 93, kart 33, 36), Anadolu ve Rumeli’deki Ermeni nüfusu ile ilgili olarak tutulmuş kayıtlar vardır. Bunlardan ‘Dersaadet ve bilâd-ı selâse ile vilâyât-ı şâhâne de dâhil tahrîr olan Ermeni cemaatinin miktarını nâtık pusula’ da 530.132 erkek ve 450.404 kadın nüfus olmak üzere toplam 970.536 Ermeni nüfusu verilmiştir. Söz konusu evrakta ‘Henüz tahrîri ikmâl edilmiştir.’ kaydı bulunmakta olup, buna göre verilen nüfusun bir miktar daha artacağı tabiîdir. Vital Cuinet’in aynı târihlerde verdiği rakamlar da bunlara çok yakındır. Buna göre Müslüman ve Ermeni nüfus dağılımı şöyledir: Müslümanlar: 12.130.257, Ermeniler: 1.152.367. Toplam nüfus: 13.282.624. (La Turquie d’Asie, Paris, 1891, 1894, C.1, s. XVI-XIX vd.) Fransız Sarı Kitabı, 1897’deki genel nüfusu 14.856.118; Ermeni nüfusu ise 1.478.011 olarak, biraz mübalağalı şekilde vermiştir. (Livre Jaune Documents Diplomatiques, Affaires arméniennes, 1893–1896. Paris, 1897, s.z) Hem Osmanlı, hem de batılı kaynaklarda konuya yaklaşan, konunun uzamanı Prof. Dr. Stanford J. Shaw ise, 1890 yılında Osmanlı Devleti’nde 12.585.950 Müslüman’a karşılık 1.139.053 Ermeni; 1897’de 14.111.945 Müslüman’a karşılık 1.162.853 Ermeni; 1906’da 15.518.478 Müslüman’a karşılık 1.140.563 Ermeni ve 1914 yılında da 15.044.846 Müslüman’a karşılık 1.229.007 Ermeni nüfusu olduğunu belirtmektedir. (Stanford J. Shaw: ‘The Ottoman Census and Population, 1831–1914’, Int. J. Middle East Stud., Septembre 1978, nu. 3, 5, s. 13 vd.) Görüleceği üzere, 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni nüfusu 1.000.000 ile 1.300.000 arasında değişmektedir. Çetinoğlu: Kayıplarla ilgili rakamlar belli mi? Binark: İtilâf Devletleri saflarında Osmanlı Devleti’ne karşı savaşan ve hayatlarını kaybeden ve tehcir sırasında çeşitli sebeplerle ölen veya tehciri önlemek için Ermeni eşkıya tarafından öldürülen Ermeni sayısına gelince, bu rakam birçok kaynakta 200.000 civarında gösterilmiştir. Türk, Rus, Fransız ve İngiliz Harp Cerîdelerinde ve o dönemde cephede bulunan subay, yazar ve memurların hâtıraları ayrı ayrı ele alınıp incelendiğinde, ölen Ermeni sayısı 300.000’e ulaşmamaktır. Vatandaşı olduğu devlete karşı ayaklanan Ermenilerin, Doğu Anadolu’daki çarpışmalar ve tehcir sırasında kayıplar verdikleri doğrudur. Esasen bu husus inkâr da edilmemektedir. Ancak, burada unutulmaması gereken, bir dünyâ savaşının olduğu, Osmanlı-Türk ordusunun değişik cephelerde düşmanla çarpıştığı, Ermenilerin vatana ihânet ederek düşmanla işbirliği yaptığı, Ermeni çetelerinin masûm Müslüman ahâliye yaptığı katliam ve mezâlim sonucu, ortaya kaçınılmaz olarak çıkan bir tehcir uygulaması olduğudur. 1910–1922 târihleri arasında tutanaklara bağlanmış, arşiv belgeleri ile sâbit, bir kısmı toplu mezarlarla doğrulanan 523.955 Müslüman Türk, Ermeni çeteleri tarafından katledilmiştir. Bunların büyük bir kısmı isim isim belgelerde kayıtlıdır. Bu tespit edilen rakamın yanı sıra kesin olarak kaç kişinin öldüğü kayıt altına alınamayan 74 köyün tamamen yakıldığı, 100 civarında köye saldırıda bulunulduğudur. Çetinoğlu: Tehcir kararını haklı kılan gerekçeler ve kararın uygulaması hakkında hangi bilgilere sâhibiz? Binark: Ermenilerin asılsız iddiaları konusunda üzerinde titizlikle durulması gereken bir husus vardır. O da, Ermenilerin, Osmanlı Devleti’ne karşı olan ayaklanmalarını ve yaptıkları mezâlim ve katliamları, kendilerine uygulanan tehcir kararı üzerine girişilen bir meşru müdafaa olarak takdim ermek alışkanlığında olduklarıdır. Oysa ayaklanmalar tehcirin değil, tehcir Ermeni ayaklanmalarının ve katliamlarının neticesidir. Olayların cereyan ettiği dönemde, İngiliz ve Fransız donanmaları Çanakkale Boğazı’nı zorlamakta, Türk askeri Galiçya’dan, Doğu Anadolu ve Irak’a kadar çeşitli cephelerde düşman kuvvetleriyle çarpışmaktadır. Osmanlı Hükümeti, Ermeni ayaklanmaları karşısında, önce Ermeni Patriğini, Ermeni mebuslarını ve Ermeni cemaatinin önde gelenlerini çağırarak, Ermenilerin ayaklanmaları sürdürmeleri ve Türkleri katletmeye, mezâlim ve katliamlarını devam ettirmeleri hâlinde gerekli tedbirleri alacağını bildirmiş; bu girişimler netice vermeyince, 24 Nisan 1915’de Ermeni komitelerini kapatmış ve yöneticilerinden 235 kişiyi devlet aleyhinde faaliyette bulunmak suçundan tutuklamıştır. Çeşitli ülkelerdeki Ermenilerin, her yıl ‘katliam!..’ yıldönümü diye sulandırarak andıkları 24 Nisan, devlet aleyhinde faaliyette bulunmuş, devlete isyan etmiş suçluların tutuklandığı târihtir. Osmanlı Hükümeti mâruz kaldığı bu büyük iç ve dış tehlikeler sebebiyle, benzer tehlikelerle karşılaşan ülke ve devletlerin almakta tereddüt göstermeyeceği bir tedbire başvurarak, savaş bölgeleri yakınlarındaki Ermenileri daha güneydeki Osmanlı topraklarına ve Suriye’ye nakletmiştir. Bununla ilgili, ‘Sevk ve İskân Kanunu’ 14 Mayıs 1331 (27 Mayıs 1915) tarihli olup, 1 Haziran 1915 târihli Takvim-i Vekâyi gazetesinde neşredilmiştir. Ermeni târihçi Leo (Arakel Babakhanan)’nun da belirttiği gibi, Osmanlı Hükümeti ‘Rus kışkırtmalarına kapılarak ve Rus silâhlarına güvenerek karışıklık ve isyanlar çıkaran Ermeni komiteleri karşısında kendi varlığını korumak hakkını kullanmıştır.’ Tehcir, güvenlik sebepleriyle Ermenilerin belirli yerlerde ikamete mecbur edilmeleridir. Osmanlı Hükûmeti, Ermenilerin tehcir sırasında zarar görmelerini önlemek için büyük gayret de göstermiştir. Bu maksatla yayınlanan emir ve talimatlar bunun açık delilidir. Çetinoğlu: Ermenilerin Ruslarla birlik olup, savunmasız Türklere uyguladıkları vahşi cinâyetler var… Binark: Ermeni eşkıyasının, çetelerinin, Doğu Anadolu’nun büyük bir kısmını işgâl etmiş olan Ruslarla işbirliği yaparak, Rus işgâli altında bulunan yerlerde akla hayâle gelmeyecek, insanlık dışı her türlü vahşet, mezâlim yaptıklarını; Müslüman halka uyguladıkları ırza tecavüz, ihtiyarları ve çocukları evlere doldurup yakma, cami ve türbeleri tahrip edip tahkir etme, mâsum insanların burunlarını, kulaklarını, çenelerini kesmeleri, cesetleri parçalayarak ateşte pişirip yakınlarına zorla yedirmeleri, cesetleri köpeklere parçalatmaları, ölenlerin mezarlardan çıkarılarak sağa sola atılmaları, hâmile kadınların süngülenerek doğmamış çocukları ile birlikte öldürülmeleri ve benzeri mezâlim ve katliamları, yazıya dökülemeyecek çirkinlikleri Türk milletinin unutması mümkün değildir. İnsanlık dışı bu vahşet ve mezâlimin belgeleri, bugün arşiv ve kütüphanelerimizdedir. Bu konuda yapılmış olan neşriyatla da ortaya konmuştur. Bizim önce Ankara Ticaret Odası, daha sonra TBMM tarafından Türkçe ve İngilizce olarak neşredilen kitaplarımızla, bu çirkin vahşet ve mezâlim dünyâ kamuoyunun gözleri önünde belge ve fotoğraflarla konmuştur. Ermeni propaganda odaklarının ‘20. yüzyılın ilk soykırımı’ diye ilân ettikleri, bu asılsız iddialara taraf olan ülkelerin de katıldıkları ve destekledikleri olayların gerçek yüzü budur. Bizim, Ermeni milletini kötülemek, olayların cereyân ettiği dönemde vatandaşı olduğu devlete başkaldıran eşkiyanın ihanetini, bütün Ermeni toplumuna mâletmek gibi bir art niyetimiz olamaz. Türk milleti olarak, kan dâvâsı gütmek, inancımıza da, târihî şeref ve asâletimize de yaraşmaz; ancak hakikatleri ortaya koymak, yerine getirilmesi gereken millî bir vazife ve mânevî mes’ûliyettir. (İKİNCİ BÖLÜMÜN SONU. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM YARIN VERİLECEKTİR.)