İslam Felsefesi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi

Prof. Dr. MEHMET BAYRAKDAR Anlatıyor:

İSLAMİYET’İN DERİN KAVRAMLARI

Oğuz Çetinoğlu: ‘Müslümanlar dünyevîleşti’ deniliyor. ‘Dünyevîleşme’ kavramına açıklar mısınız?

Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar: Din kavramı ve olgusunun tarihte çeşitli açılardan insanlar tarafından yapılmış sayısız tanımı vardır. Fakat din kavramını en geniş kapsamıyla doğru biçimde tanımlayan hiç şüphesiz Allah‘tır. Allah, Kur‘an-ı Kerim‘de dini ikiye ayırarak tanımlıyor:

Birinci tanım; en güzel biçimde Kafirûn Suresi‘nde veriliyor: ‘...Sizin dininiz size, benim dinim bana.’ Burada Allah, ayetin muhatabı olduğu o günkü Mekke müşriklerinin ve kâfirlerinin, putperestlik de dâhil her türlü inanış ve tapınma biçimlerine din diyor. Burada, insanın fıtratından kaynaklanarak ortaya çıkan tarihî ve sosyal bir olgu oluşuyla dinin bir tanımı vardır.

İkinci tanım; birçok ayet yanında şu ayetlerde verilmiştir: ‘Allah indinde din İslâm’dır.’ (Âl-i İmran, 19); ‘İslâm’dan başka bir din arzulayanın dini asla kabul edilmeyecektir...’ (Âl-i İmran, 85) ve ‘... Size nimetimi tamamladım ve sizin için İslâm’ı din olarak önerdim...’ (Maide, 3).

Burada Allah, dini İslâm, İslâm’ı din olarak tanımlamakta ve belirlemektedir. O halde, bir Allah‘a göre din vardır: İlâhî din; gerçekliği olan din: İslâm; bir de insana göre din vardır: Tarihte sosyal bir olgu gibi yansıyan antropolojik din. Bu herhangi bir dindir: putperestlik gibi bir kabile dini, özü itibariyle ilâhî olan fakat bozulmuş bir din.

Dinin, İslâm’ın maksadının ne olduğunu ise, onun insana gönderilmiş olduğundan hareketle söyleyebiliriz. Beden ve ruh, duygu ve akıl, duygu ve vicdan, düşünce ve davranış gibi yapı ile ilgili ve kabiliyetlere dayalı unsurlardan oluşan âdemoğlunun, bütün bunlarda bir beşerî yönü ve bir insanî yönü vardır. İnsana beşerî yönü verilmiştir. İnsanî yönü ise oluşturulan, kazanılan yönüdür. Din, beşere insanî yönünü doğru, iyi ve güzel olarak oluşturması için vardır. Bâtılı haktan, şerri hayırdan, çirkini güzelden ayırt edebilmesine rehberlik ederek, hakkı hayırla, hak ve hayrı güzellikle birleştirmesini sağlamak için vardır.

İslâm, başta temeli iman ve ibadet esasları olmak üzere bir bütün olarak, dünya hayatına bir bakış açısı getirmeyi, dünya hayatını insana anlamlı kılmayı, bu anlamla da ahret hayatını anlamlandırmayı insana öğretir. Dolayısıyla özünde, Allah’ı birlemeyi, O’nun varlığını tanıtmayı; bununla insana dünyaya bakmasını öğretir. Dinin esas amacı budur.

Çetinoğlu: Batı dünyasının ilerlemesinde dünyevîleşmenin rolü nedir?

Prof. Bayrakdar: Bazıları batının bilimde ve teknolojide bu seviyeye gelmelerinin sebepleri olarak dünyevîleşmeyi gösteriyorlar: Bu görüş hem doğru hem de yanlıştır. Doğruluğu, Rönesans ve Reform hareketleriyle birlikte, batıda eğitim ve öğretim yavaş yavaş kilisenin tekelinden çıkmaya başlamasıyla açıklanabilir. Hıristiyanlığa göre bu, bir dünyevileşme sayılabilir. Yanlışlığı, daha başından beri Hıristiyanların veya kilisenin söz konusu dini, bize göre zaten yanlış bir biçimde tefsir etmelerinden kaynaklanıyor. Bu anlamda batılılar, aslında yanlıştan belki de doğruya dönmüşlerdir denebilir. Ama bu görüşün asıl yanlışlığı, meseleyi sırf dinden uzaklaşmalarıyla açıklanmasıdır. Aslında batının bugünkü seviyeye ulaşmaları, İslâm’ın öngördüğü bilim ve düşüncenin anlam ve mahiyetinin önemini kavramak ve bu doğrultuda ilmî ve fikrî faaliyetleri gerçek anlamıyla müessese haline, devlet veya hükümet siyaseti haline getirmeye borçlular.

Çetinoğlu: İslam ülkelerinin geri kalmışlığını nasıl açıklamak mümkündür?

Prof. Bayrakdar: İslam ülkelerinin geri kalmışlığının arkasında başka sebepler var. Bu da, bir zihniyet bozulmasıdır veya benlik bozulmasıdır. İslâm dünyasında bu zihniyet bozulması bir anda oluşmuş bir şey değil, zamanla oluşmuş bir şeydir. Batının Orta Çağ dediği devirlerde, bugün de herkesin kabul ettiği gibi, İslâm medeniyeti ve dünyası altın çağını yaşıyordu. İslâm ilerlemeye, gelişmişliğe mani olsaydı o zaman da olurdu. Fakat o devrin Müslüman bilginleri, hem İslâm hem dünya açısından ilerlemenin ne olduğunu iyi hesap edebildikleri için buna uygun bir zihniyet yapısı ve çalışmayla medeniyet tarihinde çok önemli bir sayfa açmışlardır. Bugün bizim sorgulamamız gereken şey, dinimiz değil, zihniyetimizdir. Şimdi öyle bir zihniyet yapısına sahibiz ki, ne dinimizin ruhunu ve aklîliğini kavrayabiliyoruz ne de dünyayı kavrayabiliyoruz.

İslâm dünyasının geriliğinin daha başka sebepleri olmakla birlikte esas sebebi, ilim kavramı etrafındaki yanlışlardır. Eskiden İslâm dünyasında üç gözden bahsedilirdi: Duygu gözü, akıl gözü ve kalb gözü. İlim denen şey bu üç gözün birlikte açıklığıyla tanımlanırdı ve doğruluğu ispat edilene ilim denirdi. Günümüzde problem şuradadır: Üç gözden biri veya ikisi açık olsa bile, biri kapalıdır. Bunun için de zan, malumat ve rey ilminin önüne geçmiştir. Geri kalmışlığımızın sebeplerini özellikle burada aramamız gerekmektedir.

Dünyayı kavrayamazsan dini de kavrayamazsın. Bu çelişkili gibi görülebilir ama iç içe olan şeydir. Dünyayı kavramak demek Kur’an’ı iyi kavramak demektir. Kur’an’ı iyi kavramak demek dünyayı iyi kavramak demektir. Mesela: Rahman suresinde 19-20. ayette, ‘İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmazlar.’ Buyurulur. Bu ayet benzer şekilde Furkan suresi 53. ayette de geçer. Şimdi eski tefsirlere bakalım der ki: ‘İman ile küfür birbirine karışmaz.’ Acaba Kur’an-ı Kerim, sadece iman ile küfrün karışmadığını mı söylüyor? Burada acaba bir tabiat olayına işaret yok mu? Denizden bahsediyor, sudan bahsediyor, neden hep bunu metafizik yorumluyoruz? Kaptan Kusto deniz çalışmalarında bunları keşfedince dünya hayret etti ve Kur’an-ı Kerim’i de biz daha iyi anlamıyor muyuz şimdi? Başka bir ayette ‘Biz demiri gökten indirdik.’ geçiyor. Bugün demirin oluşumunu bilmeden bu ayetin ne demek istediğini anlayamayız. Dünya ile ilgili bilgilerimiz artıkça Kur’an-ı Kerim’i anlamamız daha da derinleşecektir. İşte bu anlamda din-dünya ayrımı yok, yaklaşım biçimi böyle olmalıdır. Kur’an-ı Kerim‘in manevî bir kitap olduğu doğru, ama aynı zamanda dünya kitabıdır. Seni tabiata yönlendiriyor, incele diyor, düşün diyor, salim akıl ile, şartlanmamış akıl ile düşünmeyi öğütlüyor.

Bu zihin var ama bir zaman sonra İslâm dünyasında eğitime, bilime hâkim olamamış, bilim adamlarına tefsirci olsun, matematikçi olsun hâkim olamamış. İşte burada belirli bir zaman sonra zihniyet kırılması başlıyor. Bununda tabi siyasî, psikolojik nedenleri var. İslâm dünyası büyüdüğü zaman ilk üç yüzyılda benzetecek olur isek, bugünün Amerika’sı gibi her zenginlik, her türlü güç, kültürel zenginlik, maddî zenginlik hepsi onun elinde. Bir doygunluk hali yaşıyor. Birtakım zihinler atıl duruma geliyor. Bu sefer yenileşmeyi ve geleneği sürdürememe başlıyor. İslâm dünyasında mesela tefsire bakıyoruz o sınırlı kalan zihniyet 12. yüzyıldan 13. yüzyıldan sonra ağır basınca din ilimlerine ilişkin gelenek sürdürülüyor. Biri haşiye yazıyor, şerh yazıyor, öteki telhis yazıyor. Bir fıkıh kitabının on tane farklı kimseler tarafından, farklı devirlerden yorumu var. Yani o fıkıh geleneği canlı yaşıyor. Ben buna karşı değilim. Ama keşke bu şerhcilik, haşiyecilik, telhiscilik diğer doğa bilimleri diyebileceğimiz, fen bilimleri diyebileceğimiz eserler üzerinde de yapılsaydı da gelenek öldürülmeseydi. Bugün Biruni’nin matematik kitabının herhangi bir şerhi yok, hiçbir açıklaması yok. Veya İbn’ül Heysem‘in Kitabu’l Menazir’i bugünkü modern optiğin temelidir. Batılılar bunu Latince‘ye tercüme etmiş hatta sahte isimle kendi eserleri gibi sunmuşlardır. Burada demek istediğim bu gelenek bizde ölüyor. Dünyayı anlama ilimlerini biz belirli bir süre sonra öldürmüşüz

Çetinoğlu: İslâm dini, dünyaya nasıl bakıyor, âhirete nasıl bakıyor?

Prof. Bayrakdar: İslâmiyet, dünyaya her şeyden önce Allah’ın eseri olarak bakmayı öğretiyor. Evren ve dünya, onlardan olan her varlık, Kur’an’da olan her söz gibi ayet olarak nitelendiriliyor. İşte İslâm, insana önce bunu öğretmek istiyor. Ancak bu dünya kitabının insan tarafından doğru okunup, doğru anlaşılması söz konusudur. İnsanın dünyevî hayatına göre, ahiretteki hayatı şekilleneceğine göre, insan ahiretten çok aslında dünyayı düşünmesi ve İslâm’a göre anlama ve anlamlandırması gerekir. İşte bu açıdan, İslâm hem din, hem dünyadır. Din ve dünya İslâm olarak aynı şeydir.

Mülk Sûresi 2. ayette Allah; "O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır..." buyuruyor. Demek ki, dünya bir imtihan yeridir. Kendi başına ele aldığımız zaman âhiret için bir vasıtadır. Nihai olarak ahiret, “Din Günü” (Yevmiddin) olduğuna göre dünya bu dine gidişin yolu, vasıtasıdır. Dünya ahiretin tarlasıdır. Dünya bu bakımdan ahiret için, din günü için anlamlı. Kur’an-ı Kerim’de, Peygamber’in sünnetinde din hakkında söylenen şeyleri dikkate aldığımız zaman ve yaşadığımız zaman bu böyledir. Çünkü ahiretin göstergeleri, prensipleri, o hayatın işaretleri zaten bu dünyada var. Ama ahiret hayatı geçici olmadığı için dünyanın ahiretten ayrılan yönü, dünyanın geçici olması, ahireti kazanmak için vasıta olmasıdır.

Çetinoğlu: Müslümanların dünyevileştiği söyleniyor. Söylentileri nasıl yorumluyorsunuz?

Prof. Bayrakdar: Esas dünyevileşme, dünyanın ne için var olduğunu, gerçek mâhiyetinin ne olduğunu kavrayamamaktır. Çünkü dünyanın kaybedilmesi ahiretin de kaybedilmesi sonucunu meydana getiriyor. Dinî-dünyevî diye bir ayrıma gidildiğinde iki yönde de bir aşırılık söz konusu olduğundan ya dünyadan yüz çevirme veya dünyaya tapma, ahireti terk etme durumu ortaya çıkar. İşte dünyevileşme, sekülerizm denilen şey de budur. İslâm dininde bu yoktur.

Dünyevileşme, "orta yol" olarak da belirtilen İslâm’dan, O’nun temel öğretilerinden az-çok sapmalardır. Müslüman, inandığı gibi yaşamaya çalışmayıp, yaşadığı gibi inanmaya devam ederse dünyevileşme süreci başlamış demektir. Bu süreç aşırı uçlara kadar giderse dünyevileşme inkâr olur ki, tam dünyevileşme de budur.

Çetinoğlu: Dünyevileşmeyi kaçınılmaz olarak gören ve modernleşme ile birlikte dinin, toplumsal hayattan ve bireysel bilinçten tecrit edileceğini söyleyen sosyolojinin öngörüsü ne derece doğrudur?

Prof. Bayrakdar: Bana göre, hiçbir doğruluğu yoktur. Maalesef, son iki yüzyıldır batıda ortaya çıkan sosyoloji, tarih ve psikoloji öğretilerinin çoğu ve baskın anlayışları, insanı ve eşyayı merkeze alan ve tek ölçü kabul eden eşya merkezli bir dünya oluşturdu. Eşyanın insana hükmettiği bir dünya. Pozitivizmden Darvinizme, Freudçu psikanalizmden tarihselciliğe bu akımlar sonucu insanın ve toplumun tanımını üstlendiler. Maalesef, dini de tanımlamayı amaç edindiler. Burada din, ya beşerî bir illizyon, veya beşerin bir eseridir.

Batıyı eksen aldığımızda belki de dünyevileşme böyle bir anlam ifâde eder. Diğer taraftan Kur’an’ın ilk nüzul edildiği döneme baktığımız zaman Araplarda da bu var. Aslında dinsiz olarak dünyanın anlamı budur. Eşyaya nasıl bakıyorsanız, eşyayı öylece tüketirsiniz. Bunların hepsi dünyeviliğin temel parametreleridir. Sosyolojinin tanımı da böyledir. Sosyolojide olayların arka planını aramamak, olduğu gibi aktarmak vardır. Çağdaş bir sosyolog, sosyolojiyi; ‘Sosyoloji aslında ateizmin ilmihalidir. Yani ateizmin kitabıdır’ diye tarif eder. Olduğu gibi aktarmak, tecrübe edip olduğu gibi değerlendirmek, tecrübe olunca da teorik metafizik arka planı görmemek sosyolojinin yöntemidir. Tabii bütün bunlar bir araya geldiği zaman tecrübe, tecrübeden sonra bir kazancın elde edilişi, menfaatlerin çoğalması vs. insanların kiliseye olan tepkileri, insanları böyle bir şeye doğru yönlendirmiş. İnsanlar Allah’ın fikri ve tenzili dininden kurtulmaya, egemenliğinden, kurtularak özgürleşmek dedikleri zaman, bu sefer dünyanın egemenliği, eşyanın egemenliği altına giriyorlar. Bu da Kur’an ve dinin kabul etmediği dünyevileşmedir.

Çetinoğlu: Dinin, hayatımızdan uzaklaştırılmasının insanlarımızı dünyevileşmeye götürdüğünü, bunun için akl-ı selim ile dine dönmek, Kur’an’dan uzak kalmamak, dini iyi ve doğru anlamak gerektiğini söylediniz. İlave etmek istediğiniz başka bir şey veya bir mesajınız var mı?

Dr. Bayrakdar: En iyi mesaj, ‘Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışmak’tır. Bu hadis-i şerif bence, en güzel sözdür, mesajdır. Din adına dünyayı unutmamak lazım, dünya adına dini unutmamak lazımdır. Aslında, dinimizin aklın doğruluğu, dünyada olup bitenlerin aklîliği ve doğruluğu iyi kavrandığı zaman bu tür sorular anlamsız olur. Bu tür soruların arka planında, dünyada olup biten her şey doğru, iyi ve faydalıymış gibi varsayımların var olduğunu zannediyorum. Fakat herkesin bildiği gibi aslı böyle değildir. İslâm’ın öğretileri bize göre aklen ve ilmen doğrudur. Modern dünyada olan doğru ve faydalı şeylerle İslâm’ın ortaya koyduğu doğruların çatışması söz konusu değildir ve olamaz. Yeter ki biz, hem dini hem dünyayı birlikte doğru bir şekilde anlayabilelim. Dinin, yani İslâm’ın kendisi insana ve dolayısıyla dünyaya ait ilâhî bir öğretidir.

Çetinoğlu: ‘İslamiyet akıl dinidir. Aklımın almadığı şeye inanmam.’ Diyenler nerede yanılıyorlar?

Dr. Bayrakdar: Evet! İslamiyet, akıl dinidir. Naklettiğiniz sözü söyleyenlerin cümlesindeki birinci bölüm doğru, ikinci bölüm yanlıştır. İslamiyet’te bulunup da kişinin aklının almadığı herhangi bir husus var ise o; kişinin aklının yetersizliğindendir. Hadis-i şerifte; ‘Aklı olmayanın dini de yoktur.’ Buyruluyor. Fakat akıl eşit değildir. Akıl akıldan üstündür. Bir câhil ile bir âlimin aklı aynı değildir. Akıllar eşit olsaydı, herkes aynı şeyi düşünürdü. İslamiyet’te aklın ermediği şeyler çoktur. Fakat selim akla uymayan bir şey yoktur. Zaten ‘İslamiyet akıl dinidir.’ Denilmesinin sebebi ve mânâsı da budur.

Aklı ermeyenler, akıllarının ermediği hususları İslam âlimlerine sorup öğrenmeliler. İslam ışığı altında akla doğruyu gösteren büyüklere İslam âlimi denir. Akıl göz gibidir. İslamiyet de ışık gibidir. Göz karanlıkta cisimleri göremez. Görmesi için ışık gerekir. Akıl da hakikati göremeyebilir. Görmesi için İslam ışığı gerekir. Eğer İslam, hak ile bâtılı bildirmeseydi, aklımızla bulmamız mümkün değildi. Hadis-i şerifte; ‘Akıl, hak ile bâtılı birbirinden ayıran bir nurdur.’ Buyruluyor. Şu halde hak ile bâtılı ayıramayana akıllı denmez.

Çetinoğlu: Kendini İslam’a uyduramayanlar, İslam’ı kendilerine uydurmaya çalışıyorlar…

Prof. Bayrakdar. Maalesef… İnsanların yanlışlarını din ile onaylayıp, onaylatamayız. Hatalar, yanlışlar insana aittir. Din yani İslâm, bunları düzeltmek için vardır; yoksa Müslümanların dünyevileşme yanlışlıklarıyla düzeltilmek için var değildir. Aksi olsaydı, dinin var oluşunun anlamı olmazdı.

Çetinoğlu: Dinî hükümlerin bâzılarının dünya gerçeklerine veya günümüz gerçeklerine uymadığı iddialarını nasıl yorumluyorsunuz?

Prof. Bayrakdar: Dinin dünyayla ters düşmesi düşünülemez; ancak yanlış veya eksik din anlayışıyla, yine aynı şekilde yanlış bilim, tarih, toplum yani kısaca dünya anlayışlarıyla din-dünya tersliği, zıtlığı ortaya çıkarılmaktadır. Bu ayrımı yapmamak lazımdır. Geri kalmışlığımızın sebebi olarak dinin hiç ilgisi yoktur. Mazereti dinde aramamak lazımdır. Dinin ontolojik varlığı yani insandaki fıtratın varlığı veya tekvini din, tenzili din, yani İslâm ile bütünleştirilebildiğinde zâten bizi sürekli ilerlemeye, yeniliğe, doğru koşmaya yöneltecektir. Hadiste de deniliyor ki: ‘İki günü aynı olan zarardadır.’ Her gün çalışmak ve her gün yeni bir mesâfe kat etmek; işte bunu yakalamak lazım. Din anlayışının bu olması lazım. Dünya aşağı olan bir varlıktır. Ulvî olan, müteal olan değildir. Dünya sadece bir araçtır. Dönüş O’nadır.

Çetinoğlu: Muhterem hocam! Zaman ayırdığınız ve lütfettiğiniz bilgiler için çok teşekkür ediyorum.

Dr. Bayrakdar: Ben teşekkür ederim.

Prof. Dr. MEHMET BAYRAKDAR:

1952 yılında Konya’nın Beyşehir İlçesi’nde doğdu. İlkokul ve lise tahsilinden sonra, 1973 yılında Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 1973-1978 yılları arasında Paris’te Sarbonne Üniversitesi Felsefe ve İslâm Bölümü’nde, İslâm Felsefesi dalında mastır ve doktorasını tamamladı. 1985-1986 yılları arasında Georgetowne Üniversitesi’nde misafir Profesör olarak görev yaptı. 1986-1990 yılları arasında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Doçent olarak görev yaptı. 1991-1993 yılları arasında Kualalumpur’da Milletlerarası İslâm Düşüncesi Medeniyeti Enstitüsü’nde, 1995-1996 yılları arasında da Roma Gregoiana Üniversitesi’nde İslam Felsefesi Profesörü olarak görev yaptı. Halen İstanbul’da Yeditepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde İslam Falsefesi Öğretim Üyesi ve Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi olarak görev yapmaktadır.

Yayınlanmış Kitapları:

1-İslâm Felsefesi’ne Giriş, 2- İslâm‘da Bilim ve Teknoloji Tarihi, 3- İslâm‘da İbadet Fenomonolojisi, 4- Tasavvuf ve Modern Bilim, 5- İslâm ve Ekoloji, 6- İslâm‘da Evrimci Yaratılış Teorisi, 7- Kayserili Davut, 8- İdris-i Bitlisi, 9- İslâm‘da Düşünce Özgürlüğü, 10- Yunus Emre’de Aşk Felsefesi, 11- Din Felsefesine Giriş, 12- İslâm Düşünce Tarihi.

Fransızca, Arapça ve İngilizce olarak yayınlanmış eserleri de bulunan Prof. Dr. Bayrakdar; Arapça, Farsça, İtalyanca, Fransızca, İspanyolca, İngilizce, Latince ve Yunanca bilmektedir.

LÜGATÇE

pozitivizm: Fizik ötesi incelemelerle varılacak hükümlerin kabul edilemeyeceğini, ancak deneyle doğrulanabilen gerçek olaylara inanılabileceğini iddia eden ve August Komte tarafından ileri sürülen felsefî sistem.

(Darvinizm: İngiliz taiat araştırmacısı Charles Darwin tarafından ileri sürülen ve bütün canlı varlıklar arasında oluşum yakınlıkları bulunduğunu, değişim suretiyle bu günkü şekillerine kavuştuğunu iddia eden ve bu varlıkların bilinen şekilleriyle yaratılmış olduğu tezini reddeden görüş.

Freudçu psikanalizm: İnançlarımızın ve ilmî bilginin oluşturulmasında dünyanın hemen hemen hiçbir rolü olmadığını iddia eden görüş.

dünyevileşme: Daha çok İslamî hassasiyeti bulunan ve ibâdet için gösterilen iştiyaktan, gayretten daha fazlasının gösteriş için, lüks için, farklılığını-üstünlüğünü kabul ettirmek için göstermeye çalışan kişiler hakkında ileri sürülen suçlamadır. Bu tür hayat tarzı ne kadar yanlış ise, İslamî hassasiyeti olmayan kişiler tarafından suçlama konusu yapılması da o kadar yanlıştır.

müteal: Ulu, yüksek, yüce.