Bugün açgözlü, kendinden başka kimseyi düşünmeyen ve de “karnı tok olup da gözü aç olan” menfaat düşkünleri için söylenmiş en iyi söz İbn Haldun’un yüzyıllar öncesinde söylediği; “Kıtlık zamanlarında insanı açlık öldürmez, alıştığı tokluk öldürür” sözüdür.

Kimdir İbn-i Haldun… 

Soylu bir ailenin çocuğu olarak 1332 yılında Tunus'ta dünyaya geldi. Erken dönemlerde ünlü hocalardan fıkıh, hadis, tefsir, mantık ve felsefe alanında eğitimler aldı. Bu derslerin dışında tabiat, matematik, şiir ve edebiyat alanında eğitimleri vardır. Tarihçi, sosyolog, tarih felsefesinin kurucusu olarak tanınır. Yirmi yaşındayken, Tunus'un yönetimini elinde bulunduran Beni Hafs hanedanından Sultan Ebu İshak’ın kâtipliğine getirilmesiyle İbn-i Haldun'un çalkantılı siyasal yaşamı başlamış oldu. Bunu, Biskra, Fas, Gırnata, Bicaye, Tlemsen gibi merkezlerdeki benzer görevleri izledi. 

Bir ara Fas Emin Ebu İnan onu bilim meclisine kabul etti. Bu görevdeyken siyasal bir nedenle hapsedildi. İki yıl sonra yönetime getirilen Ebu Salim onu önce Sırkatibi, ardından da mezalim dairesi başkanı yaptı. 1362’de İspanya'ya geçerek eski bir dostu olan Gırnata Emiri Ebu Abdullah Muhammed’in hizmetine girdi. Bir yıl sonra emir onu Kastilla Kralı Zalim Pedro nezdinde elçi olarak görevlendirdi. Bir süre sonra Gırnata emirinden izin alarak Kuzey Afrika'ya dönen İbn-i Haldun, Bicaye’de, çok istediği Haciplik (Başvezirlik) makamına kavuştu; bu arada bir yandan da öğretim faaliyetlerini sürdürdü.

Siyasal yaşamdan çekildiği dönemlerde adını tarihe geçiren 7 ciltlik dünya tarihi Kitâbu’l-İber ve onun giriş kitabı olarak düşündüğü Mukaddime’yi yazdı. Eseri, Arap dünyasında etki yaratmasa da Osmanlı tarih anlayışını derinden etkiledi. Başta Kâtip Çelebi, Naima ve Ahmet Cevdet Paşa olmak üzere Osmanlı tarihçileri Osmanlı Devleti'nin yükseliş ve çöküşünü pek çok defa onun teorileriyle analiz etti. Arap dünyasında yeniden keşfedilmesi ancak Arap milliyetçiliğinin gelişmeye başlaması ile oldu. 19. yüzyıldan itibaren ise Avrupalı tarihçiler tarafından keşfedildi ve eserleri büyük takdir gördü. 

1401yılından itibaren son beş yılını Kahire’de, kendi hayatını ve dünya tarihini tamamlama çabasıyla ve müderrislik ve kadılık yaparak geçirdi. Altıncı defa Maliki kadısı atanmasından bir ay sonra 1406’da vefat etti. Mezarı Kahire’de, Nasr Kapısı dışındaki Sufiyye Mezarlığı’ndandır.

Bugün dünyaca en bilinen ve en önemli eseri Kitâbu’l-İber’dir. Tam adı Araplarla Arap olmayanların ve Berberilerin ve aynı devirdeki büyük kudret sahiplerinin savaşlarına ait kaynak ve haberleri toplayan ve yorumlayan kitaptır. Mukaddime, İbn Haldun’un tarih, felsefe, sosyoloji ve dinle ilgili görüşlerini kapsamaktadır. Aslında Mukaddime, bu eserin önsözüdür. Mukaddime diye bilinen eserin tamamı bu 7 ciltlik eserdir. Aslında Mukaddime İslâmi tarihi eserlerde bir gelenek olan “Tarihe övgü” öndeyişi olarak yazılmıştır ve kısa bir bölümdür. Bu kısa bölüm 7 kitaptan oluşan Kitâbu’l-İber'in tamamına bir “Giriş” olarak yazılmıştır. İbn-i Haldun, bir önsözde kitabını tanıtır ve tarih ilminin öneminden bahseder. Giriş bölümünde ise tarih ilminde yöntem sorununa değinir ve özellikle İslâm tarihçilerinin hatalarını gösterip, yöntemlerini eleştirir. Toplumların gelişim ve hareket süreçlerine dair değerlendirmeleri içeren Mukaddime 6 bölümden oluşur.

İbn-i Haldun, çeşitli yazarlar tarafından modern tarihçiliğin, siyasal bilimlerin ve sosyolojinin kurucusu olarak gösterilmiştir. A. Toynbee, ondan “herhangi bir zamanda, herhangi bir ülkede, herhangi bir zihin tarafından yaratılmış en büyük tarih felsefesinin sahibi” diye söz eder.  Cemil Meriç'e göre; İbn-i Haldun “kendi semasında tek yıldız”dır. 

İbn Haldun’un “insanın tabiatı; önce kaba, sonra sert, sonra yumuşak, daha sonra narin, en sonunda yoz olur” tarzındaki beş aşamalı görüşü vardır.

İbn Haldun’un her devletin, sırasıyla şu beş aşamadan geçtiğini ise şöyle özetler:

Birinci aşama; hükümdarın halkı ile birlikte hareket ettiği, zafer kazanılan ve devlet kurulan evredir.

İkinci aşama; olası rakipler ortadan kaldırılır ve iktidar sağlamlaştırılır.

Üçüncü aşama; feragat ve rahatlık çağıdır, hem yöneten hem de yönetilenler bolluk içindedir, hükümdarlar tek başlarına kendi düşünceleriyle iş görür.

Dördüncü aşama; hükümdar seleflerinin yolundan giderek onların kazanımlarını korumaya çalışır ve barışı korur.

Beşinci ve son aşama, ise israf ve saçıp dağıtma çağıdır, hükümdar kendinden önceki kazanımları kendi zevkleri uğruna dağıtır, hükümdarlığa katkısı olanları görevden uzaklaştırır, ordu teşkilatı bozulur ve nihayet devlet tedavisi mümkün olmayan hastalığa tutulur ve yıkılır. 

İbn Haldun’un birkaç önemli sözlerini özetle şöyle sıralayabiliriz: 

Adaletsizlik medeniyeti mahveder. 

Aklın birçok mertebeleri var. Önce dış dünyanın idraki; taakkul. Taakkul demek tasavvur demektir, buna akl-ı temyizi de derler. İnsan bu meleke ile faydalıyı zararlıdan ayırır. 

Alınan çok gıda vücutta işe yaramaz fazlalıklar ve kötü artıklar meydana getirir. Bu çeşit artıklardan vücut orantısız bir şekilde genişler; şekil çirkinleşir. Bu gıdalardan meydana çıkan bozulmuş kötü sıvıların beyne gitmesiyle zihinler ve fikir körleşir. İdraksizlik, gafillik ve itidalden ayrılma ortaya çıkar.

Barbarlar savaşla yenip fetheder, medeniyetse sulhla fethedeni fetheder.

Bilesin ki, vücut için çok besin almaktan, açlık daha elverişlidir.

Devletler de tıpkı insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölürler. 

En fazla değer verdiğim dostun, sana kusurlarını haber veren ve bulunduğun makam dolayısıyla bunda çekingenlik ve korku göstermeyen kimse olmalıdır

Geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzer.

Mağluplar galipleri taklit ederler.

Öğretmenler, bilim sahibi olma yolunda öğrencilerine kitaplarını ezberletirler. Ancak bilimsel tartışmalarla ve münazaralarla, konuları ve sorunları zihinde yerleştirme suretiyle kestirilebileceğini unuturlar. 

Onun yüzyıllar öncesinde; bugün fakirleri düşünmeyen,  “karnı tok olup da, gözü aç olanlar” için söylediği şu unutulmaz sözü ne kadar da muhteşem bir sözdür: 

“…..İnsanı açlık öldürmez, alıştığı tokluk öldürür.”