Çeşitli tarihlerde Rus zulmünden kaçarak Türkiye’ye sığınan ve Türkiye’yi kendilerine ikinci vatan yapan büyüklerimizi biliyor muyuz? Büyüklerimizin yaptıkları işlerinden haberdar mıyız, onları anıyor muyuz ve en önemlisi onlara sahip çıkıyor muyuz? İdil-Ural bölgesinden Türkiye’ye göç eden herkes bu soruları kendine sormalı ve yanıtını aramalıdır. Atalarımız, Esenlerin kadrini, ölenlerin kabrini bil, demiştir. Gerçekten de esenlere değer veriyor muyuz, ölenlerin mezarını biliyor muyuz? Ya da millettaşlarımızı hiç umursamıyor muyuz? 

Kendi adıma konuşacak olursam, hem esenleri hem de aramızda olmayan büyüklerimizi yazdığım yazılar, yaptığım konuşmalarımla dilim döndüğü kadarıyla anlatmaya, kalemimin gücünün yettiği kadarıyla yazmaya çalışıyorum. Kazan Tatar aydını Fuat Tuktarov’un (05.02.1880–19.12.1938) mezarını aramak için 21 Eylül 2018 tarihinde Ankara Cebeci Asri Mezarlığı’na gittim. Tuktarov’un vefatının 80. yılıydı. Mezarlıkta Fuat Tuktarov’un kabrini bulamadım, kayıtlarda yoktu. Bu Tuktarov’un mezarına kimsenin sahip çıkmadığı anlamını taşıyordu. Belli bir süre sonra mezara sahip çıkan olmazsa cenaze çıkartılıp kimsesizler mezarlığına defnediliyor ya da yok olup gidiyormuş. Fuat Tuktarov’un mezarının tüm çabalara rağmen bulunamaması beni derinden etkiledi ve diğer İdil-Ural Türklerinin mezarları ne durumdadır düşüncesi aklımdan hiç çıkmadı. Bu düşünce doğrultusunda 25 Mayıs 2019 tarihinde gönüldeşlerle Ankara Cebeci Asri Mezarlığına giderek “Esenlerin Kadrini, Ölenlerin Kabrini Bil” etkinliğinin ilkini gerçekleştirdik. Söz konusu anma etkinliği çerçevesinde Prof. Dr. Saadet Çağatay (1907–1989), edebiyatçı, halkbilimci, arkeolog ve filoloji doktoru Hamit Zübeyr Koşay (1897–1984), eğitimci, yazar ve bilim adamı Zakir Kadiri Ugan (1878–1954), eğitimci ve millî şairemiz Saniye İffet Ugan (1900–1957), gazeteci Ali Akış (1918–2011) ve ailesinin mezarlarını ziyaret ettik. Etkinliğe üniversite lisans öğrencilerinin yanı sıra Ayaz Tahir Türkistan İdil Ural Vakfı başkanı Dr. Tülay Duran, vakfın yönetim kurulu üyesi Prof. Dr. Timur Kocaoğlu ve Hacı Bayram Veli Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zakir Avşar, rahmetli Prof. Dr. Ahmet Temir’in kızı Bahşayiş Zeynep Fıratoğlu Temir, gazeteci Sagit Hayri, Ankara Üniversitesi Doktora öğrencisi İlyas Miftahov, İstanbul Üniversitesi Doktora öğrencisi Zara Kebir, millî fotoğrafçımız Sibirya Tatarı Mustafa Gültekin, Ankara’daki Tatar restoranı sahibi Liliye Sabir gibi isimler katılmıştı. İdil-Ural aydınları mezarları başında anıldı, aydınlarla ilgili kısa bilgi verildi ve dualar okundu. Etkinlik sırasında millî şairemiz Saniye İffet Ugan’ın mezar taşının devrilmiş, mezarının perişan halde olduğunu görüp hepimiz üzüldük. Mezar üzerindeki otları temizledik, elimizden geldiği kadar mezar taşını düzelttik, aramızda para toplayıp mezardaki birisini çiçek dikmesi için görevlendirdik. Ancak mezarın durumu kalplerimize işlemişti. Eve döndük, ancak aklımız Saniye İffet Ugan’daydı. Yurt dışına gelip yapayalnız kalan bu mezar sahipsizliğin, vatansızlığın bir simgesi gibiydi…

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bir babanın oğluna yazdığı vasiyetnamesinde şöyle demiştir:

“Oğlum! 

Ülkeler görüp dön, insanlar görüp dön, dünyada ne varsa hepsini görüp gel, ama benim gördüklerimi görme! Ballar tat, şerbetler tat, yağlar tat, meyveler tat, dünyada ne lezzetler varsa hepsini tat ama benin tattıklarımı tatma!

Oğlum!

Dağları kazıp altın ara, petrol ara, maden ara, kömür ara, derin sulara dalıp mercanlar ara, altın balıklar ara, uçsuz bucaksız âlemlere gidip, yenidünyalar ara, yeni gezegenler ara, yeni aylar ara, yeni güneşler ara, dünyada ilginç ne varsa, ne sır varsa, hepsini ara, ama en önemlisi bizim kabirlerimizi ara!”

Esenlerin kadirini, ölenlerin kabrini bil, atasözü ve yukarıdaki vasiyeti kendimize görev bilerek 2 Kasım 2019 tarihinde Ankara’nın Karşıyaka Mezarlığı’na gittik. “Esenlerin Kadirini, Ölenlerin Kabrini Bil–2” anma etkinliği kapsamında Prof. Dr. Abdülkadir İnan (1889–1975), Prof. Dr. İbrahim Veli Odar (1899–1975) ve eşi diş hekimi Hatice Odar (1910–1986), Prof. Dr. Ahmet Temir (1912–2003), Ankara Kültür ve Yardımlaşma Derneği üyesi ve eski başkanı Safa Devletşah (1926–2013) gibi büyüklerimizin mezarlarını ziyaret ettik. Etkinliğe, Prof. Dr. Abdülkadir İnan’ın oğlu Mustafa Yaşar İnan, gelini Melek İnan, Mustafa Yaşar İnan’ın oğlu Bilgünay, kızı Bilbay ve damadı Serhat Arda, Bilbay-Serhat çiftinin kızı Bengisu, Abdülkadir İnan’ın manevi kızı Nezahat Hanım’ın kızı Belma, Başkurt Türklerinin efsane ismi Zeki Velidi Togan’ın oğlu Prof. Dr. Subidey Togan, Prof. Dr. Ahmet Temir’in kızı Dr. Bahşayiş Zeynep Temir Fıratoğlu, Safa Devletşah’ın oğlu Ziya Devletşah katıldı. Ayrıca Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nde Prof. Dr. Ahmet Kanlıdere danışmanlığında “Tarihçi Yönüyle Abdülkadir İnan (1889–1976)” başlıklı yüksek lisans tezi yazan Merve Genco da katılımcıların arasındaydı. A. İnan’ın doğumunun 130. yılında böyle bir tezin hazırlanması hem İnan’ı hatırlamak hem de hatırlatmak açısından son derece önemlidir. Katılımcılar arasında Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü lisans öğrencileri Halil İbrahim Özgün ve Yusuf Cangat Altınışık da vardı.“Esenlerin Kadirini, Ölenlerin Kabrini Bil–2” başlıklı anma etkinliği her milleten, her yaştan ve her meslekten insanın bir araya gelmesine, tanışıp kaynaşmasına vesile oldu. En büyük katılımcı 80 yaşını devirmiş yaşını almış birisi ise en küçüğümüz 1 yaşındaki bebek Aybike Temel’di. Etkinliğe Türk, Kazan Tatarları, Başkurtların yanı sıra Kırım Tatarları da katılım sağladı. Kırım Tatarlarından öğrencilere yardımlarıyla tanınan Cihan Temel, eşi Reşit Temel, kızları Aybike Temel ve Davut Yavuz etkinliğe katılanlar arasındaydı. Etkinliğe katılmak isteyip önceden belirlenmiş başka programları olduğundan katılamayan Ayaz Tahir Türkistan İdil Ural Vakfı Başkanı Dr. Tülay Duran, Eskişehir Türk Ocakları Başkanı Prof. Dr. Nedim Ünal, İngiltere’den Kazan Tatar milliyetçisi Rafis Kaşapov teşekkür, dilek ve temennilerini ilettiler. Eskişehir Türk Ocakları Başkanı Prof. Dr. Nedim Ünal gönderdiği iletisinde: “Ellerinize sağlık. Allah razı olsun. Unutanlar unutulur! Milletler geçmişleriyle var olmaya devam ederler. Hazıruna lütfen hürmetlerimi iletiniz.” demişti.  


“Esenlerin Kadirini, Ölenlerin Kabrini Bil–2” etkinliği İdil-Ural aydınları hakkında kısa bir bilgi verildikten sonra rahmetlilerin çocuklarının anıları ile devam etti. Konuşmalardan sonra Merve Genco’nun dayısı Başçavuş Serkan Zeybeker her mezarın başında dua okuyarak etkinliğin anlamına anlam kattı. İnsanlar, öldükten sonra da anılıyor ve hatırlanıyor ise demek ki millete büyük bir miras ve unutulmaz isim bırakmışlardır. Ruhları şad, mekânları Cennet olsun! Anma etkinliklerinin devam etmesi dileğiyle esen kalın!  

Doğumunun 120. yılında Prof. Dr. İbrahim Veli Odar

(18.05.1899 – 26.05.1975)

İbrahim Veli Odar, Ural Dağlarının doğusunda, Kırgız bozkırlarının sınırında bulunan Kızılyar (Troisk) kasabasında bir tüccar ailesinde dünyaya gelmiştir. 5 yıllık eğitimi kasaba medresesinde aldıktan sonra aile Çilebe şehrine taşınmıştır. İbrahim Veli orada Rus Fen Lisesi’nde eğitimine devam etmiş, aynı zamanda Latince ve Eski Yunanca derslerini de almıştır. 1917 yılında liseyi tamamladıktan sonra İbrahim Veli Odar Tomsk şehrinde tıp eğitimine başlamıştır. Ancak iç savaş yıllarında yaşanan kargaşa Tomsk şehrini de etkilemiş, o eğitimine İrkutsk şehrinde devam etmiştir. Çok zaman geçmeden İrkutsk şehri Kızılların eline geçmiş ve İbrahim Veli Odar Uzak Doğu’ya kaçmıştır.

Bir süre Çin ve Harbin’de kaldıktan sonra 1921 yılında Odar Avrupa’ya gitmiş ve Berlin Tıp Fakültesi’nde eğitimine devam etmiştir. Eğitimini tamamladıktan sonra 1926 yılında Alman devlet sınavına giren İbrahim Veli Odar, sınavı pekiyi derece ile geçmiş ve diplomasını almıştır. Almanya’nın çeşitli cerrahi kliniklerinde çalışarak operatör doktor ihtisasını almıştır. İbrahim Veli Odar, 1933 yılında Mancurya’nın Harbin şehrindeki Alman Hastanesi’nde operatör doktor olarak çalışmıştır. 1937 yılında Türkiye’ye gelen Odar önce Cide Hastanesi’nde doktorluk yapmış, daha sonra Kars Devlet Hastanesi’ne atanmıştır. 1943 yılında kalp rahatsızlığından dolayı Ankara Sağlık Bakanlığı Neşriyat şubesine alınmıştır. Aynı yıl Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Kürsüsüne Öğretim Görevlisi olarak atanmıştır. İbrahim Veli Odar, 1943 yılının sonunda doçentlik sınavını kazanarak doçent olmuştur. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinde 23 yıl hocalık yaptıktan sonra 1969 yılının Temmuz ayında yaş haddinden dolayı emekli olmuştur. Tıp alanında yaptığı çalışmaların büyük çoğunluğu kaynak eser olarak değerlendirilmiştir. Örneğin, “Anatomi” kitabı fakültede ders kitabı olarak okutulmuştur. Söz konusu kitap 1975 yılına kadar 10 baskı yapmıştır. 

İbrahim Veli Odar, 1934 yılında Harbin’deyken diş hekimi Hatice Agiş ile evlenmiş. Bu evlilikten 2 oğlu olmuştur. Amerika’da ikamet eden büyük oğlu atom fiziği mütehassısi, Almanya’da yaşayan küçük oğlu kimya mühendisidir.

İbrahim Veli Odar, yakınlarının ve öğrencilerinin aklında doğruluk ve dürüstlüğü ilke edinmiş, titiz, çalışkan, samimi ve fedakâr bir şahıs olarak yaşamaktadır. Ruhu şad, mekânı Cennet olsun! 

Kaynakça:

  1. Çağatay, Saadet, Prof. Dr. Med. İbrahim Veli Odar, Türk Kültürü Dergisi, Sayı 215, s: 91–92, Ankara 1975.
  2. Çağatay, Saadet, Prof. Dr. Med. İbrahim Veli Odar, Kazan Dergisi, Sayı 16, s: 49–50, Ankara 1975.

Doğumunun 130 yılında Prof.Dr. Abdülkadir İnan

(29.11.1889 – 01.10.1976)

Ömrünü Türk Kültürüne, Türk Kültür Tarihine adamış olan Abdulkadir İnan’ı ilk olarak yakın arkadaşı, ülküdaşı, sırdaşı Başkurt Türklerinin efsane ismi Zeki Velidi Togan’ın “Hatıralar” adlı kitabından tanımıştım. Hatıralarda Abdülkadir İnan’ın adı Fethülkadir Süleyman, takma adı ise Tuqan olarak geçmektedir. Ancak önemli olan şu ki, Zeki Velidi Abdülkadir İnan’ın adı nasıl geçerse geçsin her yerde ön ad olarak “arkadaşım” sözcüğünü eklemiştir. 1917 yılında Togan’ın siyasete atıldığı yıllarda başlayan bu arkadaşlık bir ömür boyu sürmüştür. Gerçek arkadaşlıklar samimiyet, güven ve fedakârlık üzerine kurulur. Durum böyle olunca hiç kimsenin yıkamadığı bir beraberlik – bir dostluk oluşur. Zeki Velidi Togan ve Abdülkadir İnan ömürlerinin sonuna kadar arkadaş kalmış, hatta daha da ötesi gurbette bir birlerine kardeş olmuşlardır. Amerikalı filozof, fizikçi ve devlet adamı Benjamin Franklin’in “Kardeş dost olmayabilir, ama dost her zaman kardeştir” sözleri bu iki arkadaş için yazılmış sanki. Bugünlerde Zeki Velidi Togan’ın oğlu Sübidey Togan ve Abdülkadir İnan’ın oğlu M.Yaşar İnan “biz amca çocuklarıyız” diyerek “kardeşlik” bağlarını doğrulamaktadır.

29 Kasım 1889 yılında Çilebe bölgesinin Şakay köyünde dünyaya gelen Abdülkadir İnan Başkurt Türklerinin Ulu Kıtay boyunun Kazbüre (Kazkurt) koluna mensuptur. Abdülkadir İnan 1925 yılında Türkiye’ye gelmiş ve kalan ömrünü burada geçirmiştir. İnan, Türkiye’de Türkiyat Enstitüsü’nde Prof. Dr. Fuat Köprülü ile birlikte çalışmalar yapmış, Atatürk’ün çevresine girmiş, Türk Dil Kurumu,  Ankara D.T.C. Fakültesi ve Türk Kültürü Araştırmaları Enstitüsü’nde görev almıştır. Kabiliyetinin yanı sıra çalışkanlığı ile ön plana çıkan Abdülkadir İnan, ömrünün sondan bir önceki gününü dahi Türk Kültürü’nde çalışarak geçirmiştir. Yaşanmışlıklar İnan’a hayat tecrübesi dışında olgunluk da kazandırmıştır. Hayatından asla şikâyet etmeyen, varla yetinen Abdülkadir İnan, bir hoca olarak öğrencilerine son derece merhametli ve hoşgörülü davranmıştır. Daha çok halk edebiyatı, folklor, halk gelenek ve görenekleri üzerinde çalışmalar yapan Abdulkadir İnan Türklerin dinlerine dair incelemelerde bulunmuş ve “Eski Türk Dinî Tarihi” (Şamanlık) adlı eser ortaya koymuştur. Söz konusu kitap bugün de bu alanda yapılan çalışmaların ön sıralarında yer almaktadır. Sovyetler döneminde adları dahi yasaklanan insanlar arasında yer alan Abdülkadir İnan geç de olsa vatanına ve milletine eserleri ile geri dönebilmiştir. Başkurdistan’da Rusya Bilimler Akademisinin Ufa Federal Araştırma Merkezi bünyesinde bulunan Dil, Tarih ve Edebiyat Enstitüsü tarafından 1996 yılında yayımlanan “Abdülkadir İnan. Bibliyografi” kitabı Abdülkadir İnan’ın adının dönüşünün bir başlangıcı olmuştur.  

Abdülkadir İnan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün takdirini ve dostluğunu kazanan nadir insanlardan birisidir. Atatürk ile çalıştığı yıllar ile ilgili “Atatürk Devrine Ait Hatıralar” başlıklı yazısı 1964 yılında “Türk Kültürü” dergisinde bir makale olarak basılmış, sonradan genişletip kitap haline getirdiği anıları henüz yayımlanmamıştır. Çocukluğundan beri Türklük ile meşgul olan Abdülkadir İnan, tüm ömrünü Türklüğe adamış ve son nefesine kadar bu uğurda çalışmıştır. Ruhu şad, mekânı Cennet olsun!

Prof. Dr. Ahmet Temir

(14.11.1912- 19.04.2003)

Ünlü Türkolog ve Mongolist Ahmet Temir 14 Kasım 1912 tarihinde Tataristan’ın Elmet köyünde dünya gelmiştir. Eğitim hakları elinden alındıktan sonra başka çare kalmayınca Ahmet Temir 1929 yılında Türkiye’ye kaçmıştır. Türkiye’deki eğitim hayatına Trabzon Öğretmen Okulu’nda başlayan Temir daha sonra İstanbul Haydarpaşa Lisesi’nde devam etmiştir. Yüksek öğrenimine Ankara D.T.C. Fakültesi’nde başlayıp Berlin Üniversitesi’nde tamamlamıştır. Doçentlik payesini Hamburg’ta kazanmış (1953), 1955 yılından itibaren Ankara D.T.C. Fakültesi’nde doçent ve profesör olarak hocalık yaptıktan sonra 1982 yılında emekli olmuştur. Ahmet Temir Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü’nün kurucularından olup 1962–1975 yılları arası ilk başkanıdır. Temir, Türkiye’de ilk olarak Mogolca tedrisatını başlatmış bir bilim adamıdır. Ahmet Temir’in 250’den fazla eseri bulunmaktadır. Çalışmalarında titizliği ile bilinen Temir, öğrencilerine de titiz, düzenli ve özenle çalışmayı öğretmiştir. 

Türk bilim dünyasına önemli katkılarda bulunan Ahmet Temir, kendi milletini asla unutmamış, Tatar olması ile gururlanmıştır. Millet sevdası ile yanıp tutuşan Ahmet Temir her zaman millettaşlarına maddi ve manevi katkılarda bulunmuştur. Tatar tarihini, edebiyatını ve medeniyetini dünyaya tanıtmak için büyük çaba gösteren Temir, Kazan Türklerinin sosyal etkinliklerinde de aktif rol almıştır. Derneklerin düzenlediği toplantılarda konuşmalar yapmanın yanı sıra, Kazan Tatarlarının çıkardığı “Kazan” dergisine yazılarıyla destek olmuştur. Ahmet Temir bedenen Türkiye’de yaşasa da her daim vatan özlemi çekmiştir, ancak ona vatanına dönmek nasip olmamıştır. Bedeni Türkiye topraklarına gömülse de Ahmet Temir’in adı geç de olsa milletine dönmüştür. Bu bağlamda 2012 yılında doğumunun 100. yılında “Ahmet Temir: Dönüş” kitabı Kazan’da Rusça yayımlanmıştır.  

Milleti için yılmadan, yorulmadan çalışan, Rus emperyalizmine karşı mücadele veren bu büyüğümüzü saygı ve minnetle anıyoruz. Ahmet Temir’i ilk kez 2011 yılında mezarı başında anmıştık, o zaman Temir’in sevgili eşi ve yardımcısı Rana Hanım da aramızdaydı. Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır, derler. Rana Hanım da Ahmet Temir’in başarılarında büyük katkısı olan değerli bir insandır. Onu saygı ve özlemle anıyoruz.

Ahmet Temir, ölümsüzlük ve düşünce simgesi olan bir çınar gibidir. O, dimdik ilkeli duruşu ve ölümsüz fikirleriyle gerçek Türk-Tatar Çınarı’dır ve sonsuza dek kalbimizde yaşayacaktır. Seni unutmadık koca çınar! Ruhun şad olsun! Rahat uyu!  

Kazan Tatarlarının Sessiz Kahramanı Safa Devletşah

(30.09.1926–31.12.2013)

Safa Devletşah 30 Eylül 1926 tarihinde Haylar’da dünyaya gelmiş ve 1950’li yıllarda ailesiyle birlikte Türkiye’ye göç etmiştir. Safa Devletşah, Ankara Kazan Tatarlarının Kültür ve Yardımlaşma Derneği’nin üyesi olup 1975–1976 yılları arasında derneğin başkanlığını yapmıştır. Safa Devletşah ve ailesini kitaplardan değil de bizzat tanıma fırsatına sahip olan şanslı insanlardan birisiyim. Türkiye’ye gelmeden önce, Türkiye’ye göç eden Kazan Tatarlarını Tatar yazar, Stalin devri kurbanı Mehmüt Galeü’nün “Muhacirler” adlı romanından biliyorduk. “Muhacirler” romanının konusu XIX. yüzyıl sonunda Çarlık Rusyası’ndan Türkiye’ye muhacir giden Tatarlar olup, eserin kahramanları Safa ile Sacide’dir. Safa Devletşah ve ailesiyle Türkiye’ye geldiğim ilk yıllarda tanıştım. Ev sahibi “Muhacirler” romanının kahramanının adını taşıyor, eşinin adı da Saadet’ti. Devletşah ailesine misafirliğe gittiğimizde bizi kapıda tatlı dilli, güler yüzlü Saadet Hanım karşıladı. Kendimi kitaptan tanıdığım roman kahramanlarının evinde gibi hissettim. Evin düzeni, kurulan sofradaki Tatar yemekleri, anadilinde yapılan sohbet bana ilaç gibi gelmişti o zaman. Safa ağabey başta olmak üzere Devletşah ailesini yıllar geçtikçe daha iyi tanıdım, tanıdıkça onlara olan saygım ve sevgim daha da arttı. Safa ağabeyin Türkiye Türkçesini karıştırmadan saf Tatarca konuşması beni çok etkilemişti. Zira Türkçe ile Tatarca birbirine yakın diller olduğundan belli bir zamandan sonra insan ister istemez karıştırıyor, ancak Safa Devletşah’ın kelimeleri karıştırmadan konuşmasına hayran kalmamak, şaşırmamak mümkün değildi. Safa ağabeyin anadilinde konuşması onun milletine, diline olan sevgi ve saygıdan kaynaklanmaktadır.