“Herkesin bir toprağı vardır. Kimisi sevgiden delişmen, Kimisi sevgiden çorak” dedi. Huysuz Mina abla. Akşamın duygu karmaşasından yapılmış çarşaf ile herkesi örttüğü, inilti, sevinç, kahkaha, gözyaşı ve iniltilerinin görülmediği bir zamanda, denizin dalgalarının yanaklarına acımasız şaplak gibi kızardığı bir yanağı ve sahilde yeni yakalanmış ölmek üzere olan balığın donuk gözlerle, sorgusuz sualsiz yanıma banka oturdu. 

Sanki çok önceden tanıdık gibi hissetim. Hatta inandım. Nerden tanışmıştık. Ama hiçbir önemi yoktu. İki kişinin konuşması için tanıdıklık ve yaşanmışlıktan öte yakaladıkları “duygu” yeterdi.    

Duygunun niteliğinin önemi yoktu. Nefret, sevgi ruhun her basamağındaki her duygu olabilirdi. Yeter ki ruh basamağınız yukarı doğru çıksın. Çünkü her basamak kendi zıttı ile karşılaşabilir ve aslında alışveriş ve haz, bazen gürültülü bir sevgi veya nefreti kendinde saklayan bir bencillik kutusundan, kızgın yağ damlacığı gibi fırlar.

Eğer yüreğin yeter iki kişi ruhsal basamakların sonuna gelirse, artık her şeyin bilirisin ki; “her insanın çarpanı kendi tarlasında yetişen duygudur” 

İsmim, “Huysuz Mina” dedi. Oturduğu anda dalgalar daha çok hırçınlaştı. Gözyaşları sanki ruhunu temizledikten sonra akan, yapışkan kıvamında siyaha çalan bir rengi vardı. Dalgaların yanaklarımızı tokatlamasından vaz geçene kadar ağladı ve  “Huysuz Mina ”sustu. Dalgalarda sustu.

“Huysuz Mina” konuşmaya başladığı anda dalgaların yanağımızı çocuğunu seven annenin şefkati ve babanın oğluna merhameti gibi, sesi ve esintisi ile okşadı.

Elimde hayatı örselenmiş gibi dalgalı bir kâğıt bardaktaki çayımdan uzattım. Aldı. Suratını denize dikip, bardaktan bir yudum aldı. İçtiği sanki yaşanmışlıklarından bir yudumdu, içip kurtulmuştu. 

Bana döndü. Ve her insanın bir katsayısı var, dedi. Her ruh basamaklarımızı yukarı doğru çıktığımızda tek isek birer birer, elimiz sıkıca yüreği ile sıkan varsa ikişer ikişer çıkarız ta ki gökyüzünü mavi görene kadar, dedi 

Benim bütün çabam ruh basamaklarımda ilerleyecek bir el ve bana yüreğinde sıcak bir oda verecek bir yüreğe sahip bir eldi. Her basamakta kendi cesaretsizliğim yüzünden, nefesim kesildi. 

Tekrar dendim. El bulamadım. Tekrar denedim. Yürek bulamadım. Tekrar tekrar denedim. Bir el ve bir yürek buldum. Sonra ben o eli bıraktım. Kaçtım. 

Her akşam gelip buraya, beni dalgaların dövmesini canım canını çekene kadar bekliyorum. Artık hiçbir zaman ruh basamaklarımı çıkamayacağım.

Gökyüzü beni için hiçbir zaman mavi olmayacak. Biliyorum. Ve ben de aşk üremeyecek. Çünkü ruh basamaklarımı yıkıldı. Dedi. “Huysuz Mina”

Şimdi ben hesaplaşmamı her akşam dalgalarla yapıyorum. Çok nadir olarak okşar yanağımı esintiler.

Bana dönüp, yarın akşam için randevulaştık. Sessizce elini, yuvasını arayan kuş gibi avcumun içine koydu.

Esintinin çıkardığı fon müziği eşliğinde, “Herkesin bir toprağı vardır. Kimisi sevgiden delişmen, Kimisi sevgiden çorak” dedi. “Huysuz Mina

Saygıyla