Küçük çocukların doğallığına, özgürlüğüne ve kendilerini ifade ederken biz yetişkinlerden çok daha farklı bir kaynaktan seslenişlerine, her zaman hayranlık duymuşumdur. 

Geçenlerde bir yakın arkadaşımın küçük kızı, aynanın karşısına geçip süslenmeye başlamış, annesinin parfümünü aynaya bakarken kazara gözüne sıkmış. Biz, diğer odadan, feryat figan çığlıklarına koştuk:

“Kör oldum Allah’ım, bir daha hiç göremeyeceğim” diye ağlıyordu.

Gereken müdahaleyi yaptıktan sonra, annesi biraz sakinleşmeye çalışırken ben de kuzuyu biraz sohbetle oyalamak istedim. Gözünün yanması geçince sustu, sonra birden yine ağlamaya başladı. Tabi bizi aldı bir panik. Sürekli bir şeyler gösterip soruyorduk;

“Her şeyi net görebiliyor musun? Bu ne?” 

Gösterdiğimiz nesnenin, ne olduğunu söylüyor ama sonra yeniden hıçkırıklara boğuluyor ve “her şeyi göremiyorum” diyordu. Az sonra biraz daha kendini açıklayıp da göremediği şeyin yüzü olduğunu anladığımızda derin bir nefes alıp kahkahalara boğulduk.

Gözleri her şeyi görmüyordu ona göre çünkü kendi yüzünü bile göremiyordu. Bakın şu işe! Küçük çocukların bir cümleye koca evreni sığdırdıkları türden.

Bu bana gelişimimiz sırasında farkındalığımızın arttığı dönemleri hatırlattı. Kendimiz ile ilgili detayları yakalamaya başladığımız, içsesimizi daha güçlü duyduğumuz, kendimizi tanımaya ilgi gösterdiğimiz ve derinlere indikçe oraya gömdüğümüz ne varsa hatırlamaya / yüzleşmeye başladığımız dönemlerde, o farkındalık gelmeden önceki hallerimizi inceleyip inceleyip yaşadığımız bazen şaşkınlıkları, bazen hüznü, bazen utancı, bazen pişmanlığı hatırlattı. Gelişimin birçok noktasında, farklı boyutlarda ve tepkilerde bizler bu anları, ta ki sindirene / alınması gereken dersi alana kadar, yaşamıyor muyuz? 

Biraz daha yüzeye doğru çıkar isek körlüğün bir başka boyutu ile de karşılaşırız. O da şudur ki kendini tamamen göremeyen bir çift göz, dışarıyı sürekli tamamen (!) görmektedir. Sanıyorum ki bu kendimize doğru bir yolculuğa çıkmadan önce, neden sürekli elalem için yaşadığımızı, başkalarının haberlerini konuştuğumuzu, kendimizi başkalarıyla kıyaslayarak anlamaya ve de anlamlandırmaya çalıştığımızı, kendimizden fazlaca vererek diğerlerine ekleme gayretinde olduğumuzu ve tüm bunları hep mantık süzgecine oturtacak bir açıklamamız olduğunu açıklıyor. Belki de bu nedenle yolculuğun bir yerlerinde bir çok pratikte hem gözler hem ağız kapanıyor; içeriye dönebilmek için.

Diğer yandan kanımca, insan ‘sadece’ kendi içine odaklandığında da kendini tam anlamıyla bulamayacaktır. Yollarımızın kesiştiği her insana, had bilerek, saygı, sevgi ve şefkat göstererek yaklaşımımız, tüm bu yaklaşımların karşılığında göreceğimiz, hayat amacımıza hizmet eden ya da etmeyen karşı yaklaşımlar, aslında birbirimizden çok da farklı ve de ayrı olmadığımız bu dünyada, genel olarak insanlığı, derin olarak kendimizi ve birbirimizle etkileşimimizi anlamamız, kendimizi gerçekleştirmemiz açısından faydalı olacaktır. Bunun bir kanıtı da X kişisi ile iletişime geçen her bir kişinin gözlemlediği aynı yaklaşımdan farklı çıkarımlar almasıdır. Çünkü her bir kişi, kendi ruhunda odaklanması gereken yerden bir şeyler alacaktır. Bu evrenin muazzam bir dengesi. Buna ulaşabilmemiz için ise ilk gereklilik kör olduğumuzun farkındalığı ve bir diğeri ise her şeyi net görüyormuş gibi yapmak yerine kendi gerçeğimizi kendi hızımız ve tarzımızda anlatmamız ve diğer duyanların da bundan cesaret alarak kendi seslerini bulması. Küçük kızımızın benim üzerimde yarattığı etki de tam olarak bu değil mi?