Onları görmek bile bana iyi gelmişti
     Mudanya 2017 bir yaz gününün gecesiydi. 

Gece saat 12 civarında anıtın önündeki parkın çimenlerine oturmuş bir gariban aile piknik yapıyor. Evin babası, annesi ve de 8-10 yaşları arasında iki çocuk. Adamı tanıdım, temizlik işçisi ve o son derece neşeli hep gülen bir kişi.  

Şimdi onlar gecenin bir saati ailece gülüşüyorlar, çocuklarıyla aynı yaştalar; frenleri yok kimseyi de umursamıyorlar.  

Ben ise onlar gibi neşeli değilim.  

Bir an onların yerinde olmak istedim. 

Ama olamazdım ki “gecenin o saatinde orada öyle piknik mi yapılır; kolamı içilir?  Hem sonra benim mideme dokunur.  O saatte piknik uyku düzenimi bozar ve o saatte her şeye boş verip orada oturup piknik yapsam "tanıdıklarım ne der?" diye düşünürken bir taraftan da onların en doğal hallerini imrendim.  

Çünkü bugün yaşadıklarım duygusal stresimi arttırmış, deniz kenarı şöyle bir sahil boyunca temiz havada, yürüyerek “kafayı dağıtmak” istemiştim. Onların umursamaz neşeli hallerini görmek bile beni kendimden uzaklaştırmış bana iyi gelmişti.   

 Otoriter kültürde yetişmek.    

Yıl 2001 Konya’dayım.  Kurucusu olduğum Net Dershanesi, Zafer’deydi.  

Öğle arası dışarı çıkmıştım bir çay ocağından maden suyu istiyorum. Ayrılırken teşekkür ediyorum. Çay ocağının işleticisi hafif kaşlarını çatarak, ”Af buyur abi, maden suyunu içtin, paranı verdin; niye teşekkür ediyon da?” dedi ama üstünde de durmadı.  

Ne cevap vereceğime hiç bakmadan, çay dağıtanlara emirler yağdırmaya devam ediyordu. Konuşmamın bir anlamı olmayacağını görüyorum. 

 “Hoşça kal” anlamında elimi sallayıp dışarı çıkıyorum. O muhtemelen otoriter bir ailede yetişmiş olmalıydı. Yöneten, tabi kılan ve kontrol eden yapı anlaşılıyordu.  

Market meyve reyonundayım  

Meyveleri önce tarttırıp etiket için görevliye uzatmak üzere olduğum anda sonradan gelerek köşe kapar gibi sıramı alan kişiyi tanıyorum.  

Onun sözde uyanık tavrına karşı “olgunluk bende kalsın” havasında, belli belirsiz müstehzi şekilde gülümsedim. O ise gülümsememi dahi önemsemez havaya girdi. Selam verdi mi vermedi mi anlaşılamadı. Yaptığının farkına varsa da pişkinliğe devam etti. Aslında rahatsız olan oydu ben değil. Son davranışı ise hızla uzaklaşmak oldu. 

O aslında üniversite mezunu birisiydi. O an aklımdan geçenler ise, “okumuş olmak yetmiyordu, bilgi sahibi olmak insanları bilgeleştirmiyordu.”  

Halkımızın bu tipler için sık söylediği “tahsil cehaleti alır, eşeklik baki kalır” sözüne  de bazen katılmıyorum.  

Çünkü sınav odaklı, sadece bilgi aktaran eğitim sisteminde ders kitaplarından başka kitap okumamış, aile ortamında yetişmemiş de olsa, bir insan akademik yönden başarılı ve meslek sahibi olabilir.  

Ancak edindiği mesleki bilgileri onu hayatın diğer alanlarıyla olan ilgisini kurabilmesini ruhsal ve sosyal yönden iyi olmasını garanti etmez.  Akademik ve mesleki başarısı onu ruhsal ve sosyal yönden yetişmesi için yeterli değildir. İletişim becerileri gelişmemiş, kendisi ve çevresi ile sağlıklı ilişkiler kuramayan bir insan bana göre cahildir. Ben bir aile danışmanı ve eğitimci olarak onca akademik unvana sahip olduğu halde eşi, çocukları ve çevresi ile sağlıklı ilişkiler kuramayanlara hep karşılaşıyorum.