Batı dünyası, yaklaşık iki yüzyıldır Türklerin Anadolu'daki varlığını barbar/işgalci olarak görüyor. Biraz daha ötelere gidersek İstanbul'un fethinden sonra; Avrupa’da din adamları Türklerin kökenini tartışmaya bile başlamışlardı.

Asırlardır süren bu tartışmaları bitirmek yani Türklerin gerçekte barbar olduğu tezini bir bilimsel yaklaşımla, tam da Büyük Ortadoğu Projesi'nin yürürlükte olduğu süreçte ortaya koymak amacıyla en son çalışmayı Prof. Margaret Meserve yapıyordu. Notre Dame Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim üyesi olan Meserve, Harvard Üniversitesi'nden 2008'de yayınladığı, biz de ise 2011'de baskısı yapılan “Türk” isimli kitabında tüm Ortaçağ boyunca süren tartışmaları, yazışmaları ve söylenenleri bir araya getirerek, “Türkler Truvalı mı, İskitli mi?” sorusuna cevap veriyordu. Batı'da bugüne kadar ortaya konulan en derli toplu çalışma olarak kabul edilen bu kitapta Meserve, bizi bu topraklarda işgalci göstermek için açık açık “Türklerin Anadolu'da yerli olmaması gerekiyor” düşüncesini dile getirerek, kökenimizi İskitlere bağlıyordu.

Türkler ve Anadolu konusuna biraz girecek olursak; Türklerin 1071 de Anadolu’ya gelişleri ilk olmayıp son gelişleridir. Türklerden; hem de Anadolu'da söz eden ilk yazılı belgelerden biri M.Ö. 2250 yıllarına aittir. Bu belge daha evvel 1938 yılında Alman Filologlar tarafından neşredilmiş fakat nedense unutulmuştur. Anadolu'da Hattuşaş Devlet Arşivi’nde bulunan ve Akad Kralı Naram-sin tarafından yazdırılan bu tablette, Akad Kralı kendisine karşı ayaklanan 17 şehir devletinin (Sümerlerden kalan) adlarını verirken Hatti Kralı ile birlikte, bu ittifakta Türki Kralı İlşu-nail ismini de zikretmektedir. M.Ö. 2350-2150 arasında Mezopotamya'da çok büyük bir imparatorluk kuran Akad Kralı Naramsin; “Şartamnari Metni” olarak bilinen ve “Mücadelenin Kralı” anlamına gelen kaynakta; 17 Anadolu Kralından bahsederken “Türki Kralı İLşu-Nail” isminden bahsetmektedir. M.Ö. 2000'li yıllarda; hem de Türk adıyla Anadolu'da bir devlet olduğunun kanıtı olan bu yazıttın 15. satırında geçen bu ifade; zaten daha evvel başlattığımız tezin doğruluğunun kanıtıdır. Bu belgenin 2 önemli noktası vardır. 

1-İlk Türk adıyla kurulan devlet, Göktürk Devleti’nden de öncedir.  2-Türkler Anadolu'da belgesi ile sabit en az 4200 yıldır vardırlar. Sümerce-Türkçe arasındaki yüzlerce ortak kelimeyi delil kabul etmeyenler için bile; M.Ö. 2100'lerde, Anadolu'da bir Türk devletinin varlığı; belgelidir.

İşin bir diğer ilginç yanı, bu Naram-sin'in Hz. İbrahim döneminde yaşayan Kral Nemrut olduğuna dair söylentilerdir. Bu Türki krallığı Yafes'in torununun kurduğu birçok tarihçi tarafından da iddia edilmektedir.  Ayrıca Fırat kıyısında Mari bölgesinde ele geçirilen bir diğer tabletlerin (MÖ.4000-2000) 13 tanesinde TURUKKU adlı bir kavimden söz edilmektedir. Sadi Bayram, bu tabletlerin Türkçe tercümelerini yayınlamıştır.  Önce Sümerlerin, daha sonra da Asurlular ve Babillerin egemenliğinde kalan Mari şehri, bugünkü Suriye sınırları içerisindeki Tell Hariri kentidir.  Fransız Arkeoloji Enstitiüsü’nün 1933-1939 yılları arasında yaptığı kazılarda ortaya çıkarılan Mari şehrindeki kraliyet sarayında Asurlulara ait MÖ. 1870-1740 yılları arasında yazılmış birçok çivi yazılı tablet bulunmuştur. 

Bugün Louvre Müzesi’nde sergilenen Akadca yazılmış bu tabletlerin metinleri Fransızca tercümeleriyle birlikte Georges Dossin tarafından 1950 yılından itibaren yayınlanmaya başlanmıştır. Dört cilt halinde yayınlanan bu Mari tabletlerinin 13 tanesinde toplam 22 defa “Turuku”, “Turukku”, “Turukki, ve “Turuk” biçiminde bir kavim adı geçmektedir. Bu tabletlere şöyle birkaç örnek vermek mümkündür:

1 numaralı tablet : “...Bu akından beri Turukkular’ın sayısı fazla görünmüyor. Fakat artabilir. Onlar gelmeye devam edecekler.”

16 numaralı tablet : “...Uyuyanları uyandıran ve uyandırdıklarına hiç tayın vermeyen Turukkular gibi yapacağız”.

22 numaralı tablet : “...Bana yazdığın Turukkular’la ilgili haberler değişti.”

23 numaralı tablet : “... Bana Turukkular hakkında yazmıştın. Turukkular’ın çıkış hareketinde bulundukları gün çok meşgul olduğumdan sana haber veremedim.”

87 numaralı tablet : “...Kral bana herşeyden önce, Turukkular’ın hücum ettiklerini, Nithim’i kuşattıklarını yazdı.” 

Güneydoğu Anadolu’da yaşayan, savaşçılıkları ile Orta Asya Türk akıncılarını andıran, ana merkezden yaklaşık 400 km. uzaklaşıp, düşman ordugâhlarının saldırılarına karşılık veren bu Turukkular, Türk’ten başka kim olabilir? Acaba Turukku ve Turuk. Hızlı okuma ile hangi milletin ismine benzemektedir?

Hunların Anadolu Akını veya Türklerin Anadolu'ya İlk Gelişleri (395) Hunlar Roma İmparatoru I. Theodosius'un ölüm yılı olan 395'de yeniden harekete geçtiler. Bu hareket iki cepheli idi. Hunlar'dan bir kısım Balkanlar'dan Trakya'ya doğru ilerlerken, daha büyük sayıda bir kısım Kafkaslar üzerinden Anadolu'ya yönelmişti.

Hun Devleti'nin Don nehri havalisindeki “doğu kanadı” tarafından tertiplenen Anadolu akını Basık ve Kursık adlı iki başbuğun idaresinde idi. Romalıları olduğu kadar Sasanî İmparatorluğunu da telaşa düşüren bu akında Hun süvarileri Erzurum bölgesinden itibaren Karasu, Fırat vadilerini takiben Malatya'ya ve Çukurova'ya ilerlemişlerdi. Bölgenin en korungan kaleleri olan Edessa (Urfa) ve Antakya'yı bir müddet kuşattıktan sonra, Suriye'ye inerek Tyros (Sur)'u baskı altına almışlar, oradan Kudüs'e yönelmişlerdi. Türklerin ikinci gelişi Sabarlar Tarafından gerçekleştirildi. İdil, Don ve Kuban ırmakları arasındaki bölgede bir devlet kurmuş olan Sabar Türkleri VI. yüzyılda Kafkaslar’ın güneyine kadar olan toprakları ele geçirdiler. Daha sonra Kayseri, Konya, Ankara taraflarına şiddetli akınlar yapmışlardır.

Yine değerli tarihçimiz Erhan Afyoncu'nun "Fatih Sultan Mehmet ve İstanbul'un Fethinin Bilinmeyen Yönleri Truva'nın İntikamı" isimli kitabında; Avrupa'da Rönesans dönemi hümanistlerinin Türkleri, nasıl Truvalıların soyundan kabul ettiğini kapsamlı bir şekilde anlatıyor:

“Daha 7. yüzyıldan itibaren birçok tarihçinin ve din adamının “Türklerin vatanı Kafkas dağlarının arkasındadır, kökenleri Truvalılar kralı Priamos'un oğlu Troilos'un oğlu Turkos'a dayanmaktadır” ve “Türkler, Truva'yı yakıp yıkan Yunanlılardan intikam almıştır” düşüncesinin ne kadar yaygın olduğunu anlatmaya yetiyor.” 

Hititlerde, Sümerler ’de, Frigler’de Türk'ün izini görüp, göbeğini bir türlü Anadolu'ya bağlayamayan Batı, son olarak dünyanın en eski tapınağı olan ve 12 bin yıl öncesine tarihlendirilen Göbekli Tepe’de de Türk damgalarını görünce yine hevesi kursağında kaldı... Açıkçası Anadolu'yla bağını sadece dinsel başlıkta kurabilen Batı’nın anlayacağınız üzere bize olan düşmanlığının yegâne kaynağı “Türk olmamız” ve bu devletin adının “Türkiye Cumhuriyeti” olması!

Bu hoşgörüsüzlüğün en bariz örneğini yüzyıllar öncesinde Martin Luther vermişti. Ne zaman dinde reform dense hikâyesi ballandırıla ballandırılan anlatılan Alman papaz Martin Luther bakın ne demiş:

“Türkler, Tanrı'nın öfkeli kırbacı, yakıp yıkan Şeytan'ın uşağıdır. Onları yenmek için önce efendisi Şeytan'ı yenmek ve Türkleri tek başına bırakmak gerekir. Türk'ün tanrısı olan Şeytan'ı yenmeden Türk'ü yenmek, kolay olmayacaktır. Şeytan ise bir ruhtur; topla, tüfekle, at ve insanla yenilmez... Bir Türkü öldüren vicdan azabı duymamalı, tersine Hıristiyanlığın düşmanını yok ettiği için vicdanı rahatlamalıdır... Eğer Samson (İncil’de adı geçen ve bir eşeğin çene kemiğiyle bir sürü Filistinliyi öldüren kişi) gibi güçlü olsaydım, çaresini bulur her gün bir Türk öldürürdüm...”

Türkiye'yi sınamak ve suçlamak yabancıların kendi geçmişleri yoğun, görülmemiş ve uzun sömürü tarihi, hatta ondan da öte, insan haklarını yüzyıllarca çiğneme tarihidir. Asya’da, Afrika’da ve bugün Amerika denen Yeni Dünya'da hem uzak hem de yakın geçmişte uluslararası hukuku ve insancıllığı görülmemiş biçimde ayaklar altına alıp koca anakaraların çeşitli ve milyonlarca halklarına kıymış ve türlü acılar çektirmiş olanlar Türkiye'nin karşısına yargıç ya da savcı gibi çıkamazlar. Amerika, Asya, Afrika ve Avustralya tarihleri Kızılderililere, siyahlara, Çinlilere, Filipinlilere, Magriplilere, Çingenelere, İnuitlere, Güney Afrikalılara, Orta ve Güney Amerikalılara, Avustralya yerlilerine ve Balkanlar’dan Kafkasya’ya Türklere ve öteki Müslümanlara yapılanlar eksiksiz anlatılmadıkça yazılamaz. Yüzyılları kapsayan bu gaddarlıkların yeni halkaları çevremizde bile bugün de sürüyor. 

Türklerin anayurdu Ortaasya diyerek Anadolu’nun Türklere ait olmadığı algısını yüzyıldır yapan ve Anadolu’da Türklerin ne işi var diyen, Batı’ya diyorum ki!

M.Ö. 330 yıllarda Anadolu’yu, İran’ı(İran’da on binlerce kadının taciz edilmesine ve genlerin değişmesine izin vererek soykırım yapan) ve Hindistan’ı işgal eden İskender’in buralarda ne işi vardı? M.Ö. 50’li yıllarda Sezar’ın Mısır’da ne işi vardı? M.S. 1000’li yıllarda Anadolu, Suriye’de Kudüs’te Türkleri katleden buraları yağmalayan Haçlıların yani Fransa, Almanya, İtalya ve de İngiltere’nin buralar da işi ne idi. Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası Anadolu’yu işgal eden 

İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan’ın bu topraklar da işi ne idi. Batı’nın dün Hindistan’da, Afrika’nın her tarafında; bugün Afganistan’da, Ortadoğu’da işi ne? Niçin buralardalar? Bunlar bu bölgelerde yaşayan milletlerin gönül rızasıyla çağırmaları üzerine mi geldiler! Bunlar işgalci değil mi diye önemle belirtiyorum.   

   Kısacası; Anadolu ve Ortaasya Türklerin hem “baba yurdu hem de anayurdudur.” Bu gerçeği de herkes böyle bilirse tarihin belgeleri ışığında milletlerarası siyasal antlaşmalar ve de dostluklar çok da kolay yapılır!