Fuzili’nin Ailesi göçebe hayatı bırakıp günümüzdeki Irak bölgesine yerleşmiş olan Oğuzların Bayat boylarındandır. Fuzûlî; ne kadar kesin bilinmese de 1483 yılında Akkoyunlular zamanında şimdiki Irak'ta Kerbela veya Necef'te veya Kerkük iline bağlı Kale semtinde doğduğu tahmin edilir.


Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı

Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan
Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı

Şeb-i hicran yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı

Gûl-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su
Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı

Gâmım pinhan tutardım ben dedîler yâre kıl rûşen
Desem ol bî-vefâ bilmem inanır mı inanmaz mı

Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil
Beni tan eyleyen gafîl seni görgeç utanmaz mı

Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı

 Fuzûlî iyi bir eğitim almak için ilk önce Hillah şehrinde müftü olan babasından ve daha sonra Rahmetullah adındaki bir öğretmenden eğitim görmüştür.

Fuzuli Azerbaycan Türkçesinde eser veren Türk divan şâiridir. Asıl adı Mehmed bin Süleyman'dır. Oğuzlar'ın Bayat boyuna mensuptur. Arapça ve Farsça eserleri de bulunmakla birlikte Azerbaycan Türkçesinin en önemli lirik şairi olarak kabul görmüştür. Mehmed Fuzûlî Alevî Müslümanların Yedi Ulu Ozanlarından birisidir.

Daha sonraki öğrenimi hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte; eserlerinden İslamî bilimler ve dil alanında çok iyi bir eğitim aldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Su Kasidesi'nin 2. beytinde; "Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem","Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su" diyerek astronomi bilgisinin de iyi olduğunu ortaya koymuştur. Türkçe Divanı'nın önsözünde şöyle demiştir: "İlimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da değersizdir"

Azerice, Arapça ve Farsça divan şiirlerini yazmıştır. Eserlerinde kullandığı dil dönemindeki divan şairlerine göre daha sade, anlaşılır bir Azericedir. Halk deyişlerinden bolca yararlanmıştır.Bedensel zevklerden ziyade tasavvufî bir aşk, Ehl-i Beyt'e duyulan özlem, ayrılık acısı şiirlerinin konusunu teşkil etmiştir. Duygu ve düşüncelerini çok içten ve lirik bir şekilde ifade etmeyi kolayca başarmıştır.

Perişan halin oldum sormadın hal-i perişanım
Gamından derde düştüm kılmadın tedbir-i dermanım
Ne dersin rüzgarım böyle mi geçsin güzel hanım
Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım

Esir-i dam-ı aşkın olalı senden vefa görmem
Seni her kanda görsem ehl-i derde aşina görmem
Vefa vü aşinalık resmini senden reva görmem
Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım

Değer her dem vefasız çerh yayından bana bin ok
Kime şerh eyleyem kim mihnet ü enduh u derdim çok
Sana kaldı mürüvvet senden özge hiç kimsem yok
Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım

Gözümden dembedem bağrım ezip yaşım gibi gitme
Seni terk eylemezem çün ben beni sen dahi terk eyleme
İgen hem zalim olma ben gibi mazlumu incitme
Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım

Katı gönlün neden bu zulm ile bidade ragıbtır
Güzeller sen tegi olmaz cefa senden vaciptir
Senin tek nazenine nazenin işler münasiptir
Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım

Nazar kılmazsan ehl-i derd gözden akıdan seyle
Yamanlıktır işin uşşak ile yahşı mıdır böyle
Gel Allah'ı seversen bendene cevr eyleme lutf eyle
Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım

Fuzuli şive-i ihsanın ister bir gedayındır
Dirildikçe seg-i kuyun ölende hak-i payındır
Gerek öldür gerek ko hükm hükmün ray rayındır
Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım

Bu açıdan bakıldığında Türk şiirinde karşılaştırılabileceği tek şair Yunus Emre'dir. "Leylâ ile Mecnun" mesnevîsi aynı konuda yazılmış (Arapça ve Farsça dâhil) en iyi mesnevîlerden biridir. İran şiirinden Hâfız, Türk şiirinden ise Nesimî ve Nevai çizgisini en başarılı şekilde kemâle erdirmiştir. Kendisinden sonra gelen bütün divan şairlerini etkilemiştir. Onun, Kerbela'da 1556 yılında içinde yaygın olan salgın bir hastalık sonucunda, veba veya koleradan öldüğü tahmin edilir. Nefsini yüceltmemek, kibir ve gurur yapmamak için şiirlerinde "boş, gereksiz, yersiz" anlamına gelen "fuzuli mahlasını kullanmıştır.

Irak'ta Hilla Bölgesinde yaşamıştır.

Vefa her kimseden kim istedim ondan cefa gördüm
Kimi kim bîvefa dünyada gördüm bîvefa gördüm

Kime kim derdimi izhar kıldım isteyip derman
Özümden bin beter derd ü belaya mübtela gördüm

Mükedder hatırımdan kılmadı bir kimse gam def'in
Safadan dem uran hemdemleri ehl-i riya gördüm

Ayak bastım reh-i ümmide, sergerdanlık el verdi
Emel serriştesin tuttum elimde ejderha gördüm

Fuzuli ayb kılma yüz çevirsem ehl-i âlemden
Neden kim her kime yüz tuttum andan yüz bela gördüm


Hayatı yoksulluk, bahtsızlık ve ilgisizlik içinde geçmiştir. Bu durum onu derinden etkilemiş ve bu yalnızlık duygusu sanatının ilham kaynağı olmuştur. Yaşadığı atmosferi şiirine yansıtmıştır. Kendisi çölde yaşamış; çöl kimsesizlik, hasret ve hüzün demektir. Fuzuli bu unsurları şiirinde yoğurmuştur.

Fuzuli şiirlerinde Tek Varlık görüşünü en fazla işleyen şairdir. Onda "Visal" (Allah'a kavuşma) isteği kuvvetlidir. Ama vuslat yoktur. Tasavvuf onda yaşı ve sanatı ilerledikçe koyulaşmıştır. Divan edebiyatında ilah-i aşkı en fazla işleyen şairdir. Bu durum ondaki ideal aşkı gösterir. Fuzuli derdi, ıstırabı seven bir kişidir. Nitekim şu beyiti bunu açıkça gösterir.

Ey melek-sîmâ ki senden özge hayrandur sana
Hak bilür insan dimez her kim ki insandur sana

Virmeyen cânın sana bulmaz hayât-ı câvidân
Zinde-i câvîd ana dirler ki kurbandur sana

Âlemi pervâne-i şem’-i cemâlün kıldı ışk
Cân-ı âlemsin fidâ her lahza bin candur sana

Âşıka şevkunla cân virmek inen müşkil degül
Çün Mesîh-i vaktsin can virmek âsandur sana

Çıhma yârum giceler âğyâr ta’nından sakın
Sen meh-i evc-i melâhatsin bu noksandur sana

Pâdişahum zulm idüp âşık seni zâlim dimiş
Hûb olanlardan yaman gelmez bu bühtandur sana

Ey Fuzûlî hûb-rûlardan tegâfüldür yaman
Ger cefâ hem gelse anlardan bir ihsandur sana

"Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib Kılma derman kim helakım zehri dermanındadır."

Fuzuli derin ve samimi bir aşk şairidir. Ölüm, toplum, yoksulluk, felsefe, tabiat temalarını hep bu aşk etrafında yazmıştır. Çağdaşlarına göre sade bir dili vardır. Fuzuli Klasik Türk edebiyatımızın en büyük ozanlarından biridir.

Arapça, Farsça ve Türkçeyi çok iyi bilen şairin gücü; bu üç dilden aldığı kelimeleri kullanıp, bunlarla düşünmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu yönüyle Divan Edebiyatı'nın en büyük şairlerinden birisi olup,

Ayrıca Yedi Ulu Ozan'dan biri kabul edilir.

İslâm kültürü etkisinde gelişen Türk-Fars-Arap edebiyatlarının gösterdiği özellikler açısından ortaya çıkan kollardan biri Divan Edebiyatıdır.

Can verme sakın aşka aşk afeti candır
Aşk afeti can olduğu meşhuru cihandır

Sakın isteme sevdayı gam aşkta her an
Kim istedi sevdayı gamlı aşk ziyandır

Her ebrulu güzel elinde bir hançeri honriz
Her zülfü siyah yanında bir zehirli yılandır

Yahşi görünür yüzleri güzellerin emma
Yahşi nazar ettikte sevdaları yamandır

Aşk içre azap olduğu bilirem kim
Her kimseki aşıktır işi ahü figandır

Yadetme güzel gözlülerin merdümi çeşmin
Merdüm deyip aldanma kim içtikleri kandır

Gel derse Fuzuli ki güzellerde vefa var
Aldanmaki şair sözü elbette yalandır.

Bu dönemin edebi sürecinde yaşanan olaylar arasında büyük ve önemli gelişmeler olmuş ve bunları edebiyat teorisi, eleştiri, poetika bilimleri ya da bir başka deyişle, şiirin iç ve dış ahenk düzeni, şiir sanatı ve belagat olarak sıralayabiliriz. Bunlar arasında birçok da ortak ve birbirine yakın yönler görebiliriz. Bu ortak ve yakın yönler, kendisini sanatsal-estetik düşünce tarzı, konu ve edebi türler, şairane tahayyüller, toplum değerleri vb. yönlerde de bariz bir şekilde göstermektedir.

Orta çağların tarihi-ictimai, dini-manevi, bilimsel-kültürel çevrelerinde olan birlik ve beraberlik söz konusu yakınlığı daha da derinleştirmiş ve edebi ilişkileri bir o kadar da muhkemleştirmiştir. Bu sayılan özelliklere göre birçok Doğu klasikleri sanat eserlerini iki veya üç dilde (Arapça ve Farsça, Arapça, Farsça ve Türkçe) yazmışlardır.