İstanbul ve Fatih birbirine kadar güzel yakışıyor. Bugün İstanbul'un fethinin 554.yıldönümü. Çağ kapatıp çağ açan Fatih Sultan Mehmet Han'ı ne kadar çok nesillerimize anlatsak azdır. Fatih Sultan Mehmet batı kaynaklarında şu cümlelerle ifade edilmektedir: "Zeki, azimli. Bir zamanlar dünyanın başkenti olan Konstantiniyye'yi ele geçirmek için ant içmiş birisi. Genç yaşına rağmen, gündüzlerini olduğu kadar gecelerini de hayatının en büyük gayesi olan bu işin uygulanması için askerî plânlar yapmakla geçirmekte. Bütün haberlerin bildirdiğine göre, askerlik ve politika alanındaki kabiliyeti eşsiz. Dindar. Aynı zamanda bir bilim ve sanat adamı. Sezar'ın ve Romalıların hayatlarını Latince aslından okuyor. Bu keskin ve hırçın burunlu adam yorgunluk bilmez bir işçi, gözü pek bir asker ve çok dikkatli bir diplomat." Fetih öncesi bir enstantane; gece çöktüğü zaman Sultan'ın karargâhı bir ışık denizi kadar gözalıcıydı. Surların üstündeki kuşatılmışlar, vadilerde meşalelerin tutuşmasını, düşmanın bütün boru, düdük ve davullarını çalarak zaferi önceden kutlamasını titreşe titreşe seyrediyorlardı. Fakat gece yarısına doğru birdenbire bütün ışıklar Sultan'ın tek bir emri ile söndürüldü ve binlerce sesin sıcak gürültüsü birden sona erdi. Bastıran bu sessizlik ve karanlık, az önceki ışık denizinin haykırışlarından daha korkunç bir tesir yaptı. Aynı zamanda psikolojik bir harp de yürüten Sultan sabah etraf ağarmadan ilk hücum emrini verdi. Düşmanı yormayı amaçlıyordu. İki saatlik bir boğuşmadan sonra etraf ağarırken Osmanlı ordusu yeni kıtalarla saldırmaya devam ediyordu ve bir müddet sonra Sultan Mehmet o zamanki Avrupa'nın tanıdığı en seçkin askerler olan on iki bin Yeniçeri'nin başına geçti. Dış surlarda açılan gediklerden içeriye sokulan birkaç Osmanlı askerinin iç surlardaki Kerkaporta denilen küçük bir kapının açık olduğunu farketmeleri fethin kolaylaşmasında tetik çekici rol oynadı. Sultan, Bizans imparatorluğunun servetine hukuken sâhip olarak, büyük bir ağırbaşlılıkla Topkapı'dan şehre girdi ve Ayasofya'ya kadar ilerledi. Bu kiliseyi işgal etmiş ve Hıristiyan âleminin onurunu zedelemiş olmamak için satın aldı, ve dünya varoldukça kalsın diye Allah adına vakfetmeden önce şükran borcunu ödemek için büyük bir alçakgönüllülükle atından indi. Bizans kaynaklarına göre, yere kapanarak dua etti. Sonra da bir avuç toprak alıp başının üzerinden serpti. Bu davranışıyla ölümlü olduğunu hatırlatıyordu. Zaferi ile mağrur değildi. Bu ruh terbiyesini Bizanslı anlayabilir miydi acaba?!.. Sultan Fatih, fethin ardından İstanbul'un süratle imarını plânladı. Vergi muafiyeti tanıyarak, oraya buraya kaçmış şehir halkını geri dönmeleri için teşvik etti. Fidye paralarını ödeyip esirleri serbest bıraktırdı. İstanbul'un iskânına çalışıyordu. Bunun için, Anadolu'dan Müslüman ahaliler getirtti (Aksaray semti, Aksaray'dan gelenlerden dolayı bu ismi aldı.). İstanbul'dan sonra bir yandan Balkanlar ve Doğu Avrupa'da yerini sağlamlaştırırken, bir yandan önemini iyi kavradığı Fırat ve Dicle havzalarını Osmanlı güvenlik kuşağı içine alma siyasetini hayata geçirmeye, bir diğer yandan da donanmayı güçlendirmeye başladı. İstanbul'un fethinin en önemli sembolü Fatih'tir, ancak Fatih'i sembolize eden tek husus fetih değildir. Fatih İstanbul'un fethini de içine alan çok daha geniş bir ufkun insanıdır. Fatih'in ufku İstanbul'la sınırlı değildi. İstanbul'un fethi onun gayesinin sadece bir parçasıydı. Fatih tıpkı bütün Osmanlı sultanları gibi İ'lâ-yı Kelimetullah için yaşamıştır. Son seferine muhtemelen Roma için çıkmıştı. Fatih'i ve misyonunu anlamak için bütün bir Osmanlı tarihi içindeki konumuna bakmak önemlidir. Fatih hemen her yönüyle bir dönüm noktasıdır. Hem Doğu'yu, hem Batı'yı anlama, ama bunu yaparken kendi değerlerine sıkıca sarılma, manevî dinamiklerinden beslenme Fatih'in karakteridir. Fetih, Fatih'in ve ordularının sadece maddî değil, manevî gücünün ve gâye-i hayâlinin de önemli bir remzidir. Yirmibir yaşında çok yüksek bir olgunluğa erişmiş olan Fatih, süregelen düzeni körü körüne devam ettirecek bir yapıda değildi. Tarihte dönüm noktası olabilecek büyük gelişmeler de ancak Fatih ruhluların işiydi. Osmanlılar, büyük bir imân ve akıl dolu bir teknikle başarılması âdeta mümkün olmayan bir fethi gerçekleştirmiş ve cihânın gözbebeği sayılan İstanbul'u huzur, adalet, ilim ve sanatın beşiği hâline getirmiştir. En büyük övgüye mazhar olan Sultan Fatih ve ordusu elbette ki İlâhî yardım ve feyzin muhatabı idiler ve bu büyük başarıyı da Cenâb-ı Hakk'la olan rabıtanın bir eseri olarak görüyorlardı. Avnî mahlasıyla şiirler yazan Fatih'in bir mısraında dile getirdiği gibi:"Avniyâ kat' eyleme sen 'avn-i Rahmândan ümîd" (Ey Avnî! Rahman'ın yardımından ümidini kesme!) anlayışı, sarsılmaz bir imanın, büyük bir azmin ve teslimiyetin ifadesidir. Şimdi Fatih'in fetih ruhuna ne kadar ihtiyacımız var değil mi? Elbette şimdi ki fetihler top ve tüfekten ziyade bilim ve teknolojiyle yapılıyor. Bu nedenle bilimde ve teknolojide ilerleyen ve genç beyinleri iyi değerlendiren bir Türkiye olmak zorundayız. Böyle olmadığımız taktirde emperyalist güçlerin oyuncağı oluruz. İstanbul'un fethinin 554 yılında Fatih Sultan Mehmet Han'ı bir kez daha rahmet ve şükranla yadediyorum.