Son günlerde geriye sayar oldum. Geçen günler tek tek vuruyor, ruhuma... Eskiden pencereye  eğilen ağaçların kokulu leylaklarıyla uyanırdık. Pencereye uğramadan uçmazdı minik serçeler... Şimdi ise kimseler uğramıyor ne cama, ne de kapımıza....
Büyükannem, her ezan sedasında açık olan radyo sesini kapatır saygı duyardı manevi sese... Şimdi her yerde ses kirliliği bangır bangır sesler ve diğer tarafta beş vakitte okunan ezan sesiyle karışık hayat...
Komşularımız vardı. Hal hatır soran, bizleri düşünen. Yemek pasta kokusu yayıldı diye komşuya da gönderilen yarım porsiyonda olsa ağız tadı için sunulan ikramlar vardı. Komşuda pişen bize, bizde pişen komşuya düşerdi... Dostluklarda yalan yoktu. İçtenlik vardı.
Milli aşklar, gönül aşklarından öndeydi. Vatan, Millet aşkı yüceydi. Her gece için yeni doğan güne umut vardı. Hayaller gerçekler üzerine kuruluyordu. Mantık dışı değildi ilişkiler, sevgiler... Gelenekler beslenip, saygıyla gelişiyordu.
Dün unutulmuyor, dünden alınanlarla geleceğe yatırım yapılıyordu. Aile kavramı baskındı. Bir ailede anne-baba çocuklar aynı sofraya oturup yemek yiyebiliyorlardı. Gün kararınca aile bireyleri aynı huzur dolu evde birlikte yaşarlardı. Kimse bir diğerinden başka hayatta, çarpık yaşamazdı. Bütünlük vardı.
Yaşanılan şehrin insanına, mahallesine can verildi. Komşu kızını, o mahallenin erkekleri sahiplenir. Bacım, kardeşim derdi. Kimse komşu kızına, mahallenin kızına yanlış gözle bakmazdı.
Şimdi nerdeyse; kimin kolunda bir güzel varsa yada parmağında alyans varsa ona göz diker olundu. Utanılmasa, evli barklı insanları eşlerinin kolundan zorla çekip; “aşık oldum sana” denilecek kadar arsız oldu yaklaşımlar. Ne sevgiye, aşka ne de insanların kendi kültürüne saygısı kalmadı.
Ayrılıkların anlamı vardı.!
Vedalaşma, dost gönlünü almadan başka yollara gidilmezdi. Teknoloji yoktu. Ama insanlıktı teknolojinin tek düşleri...
Yediğimiz, içtiğimiz katkı maddelerinden uzakta, hilesiz kara toprağın özünden, doğanın tohumundan olurdu. Özveri vardı, yardımlaşma vardı. Önemlisi; paylaşım vardı. Bir ekmeğin yarısı aç olanlara verilirdi. Kimse kendi cebini bu kadar çok düşünmüyordu yada başkasını sollayım kendi gayrimenkullerimi çoğaltayım denmiyordu. Enerji doluydu insanlar. Üretken ve yapıcıydılar...
Şimdi insanların kimi çok zengin, kimi çok yoksul ama yapayalnız. Sosyal yalnızlıklarda, “arkası yarın” olmayan kocaman bir hiçlikte, boşlukta ve mutsuz.
Belki düne göre çok mal mülk sosyal yaşamımız var ama o kadar da yoğun insanlar içinde içimizde kocaman bir “sosyal yalnızlığımız” var.!
Evet; şimdi çok zenginiz ama çokta fakir yalnızız, yorgun, mutsuz ve kimsesiz. Çünkü biz Türk kültürüne yakışır yaşamı modern hayat sanıp kendimizi, insanlığımızı çoktan unutuverdik!..
Aldığımız nefese, içtiğimiz suya ve yediklerimize şükür eder, “Doyum duygumuz” vardı. Şimdi ise doyumsuzluğumuz.
Türk Bayrağımızın dalgalandığı her yerde aziz ataların ruhuyla bütünleşir, vatanın dört bir yanına zarar gelmesin diye çabalardık. Düşündükçe; yürüdüğümüz yollara dökülen Ataların yüreğini, kanını milli duygumuzla ürperirdi. Şimdilerde düşünme yetisini bile kaybettik!..
Eskiden evlerimizde, kendi resimlerimizden önce duvarın baş tarafında kocaman bayrağımızın, kurtuluş savaşındaki atalarımızın ve Mustafa Kemal Atatürk’ün resmi olurdu. Şimdi ise; duvar kağıtlarıyla kapattığımız badanasız duvarlarımızda kocaman bir sessizlik ve yalnızlığımızın simgeleri mevcut kalbimizin yalnızlığı gibi...
Eskiden, var olan duyguları kazanmak için şimdilerden şöyle irkilip, geçmişe düne göz atıp ve geri dönüşüm kutusundan çıkaralım çoğu güzel ve anlamlı duygularımızı ve bu yalnızlıktan kurtulalım diyorum; ne dersiniz?..