Sanayi devrimi sonrası savaşların önemli bir kısmının gerekçesi enerji paylaşımındaki rekabettir. 19. Yüzyılda kömür, daha sonra petrol, doğalgaz ve diğer kaynak ve teknolojilerin paylaşımı, kullanımı birçok çatışmanın gerçek sebebini oluşturmuştur. Bu paylaşım stratejileri çerçevesinde darbeler yapılmış, cuntalar desteklenmiş, terör örgütleri oluşturulmuş, iç savaşlar organize edilmiştir. Enerji yoğun bölgelerdeki çatışmalar önemli ölçüde devam etmektedir. Bununla beraber önceki çatışmaların nedeni daha çok enerji kaynaklarına sahip olmak, kontrol etmek, rakip ülkenin eline geçmesini önlemekti. Özellikle 2010'larla birlikte piyasayı kontrol etmek, kendi enerji kaynaklarını uygun fiyatla satabilmek, satıcıları sınırlamak stratejileri daha etkili olmaktadır.

Önceki yüzyıllarda enerji kaynaklarına sahip olmak, ihtiyaçlarını karşılamak, kısaca enerjide arz güvenliğini sağlamak temel hedef idi. Günümüzde özellikle ABD merkezli stratejilerde, sahip olduğu kaynakları en uygun fiyattan satmak, enerjide talep güvenliğini temin etmek önem kazanmaya başlamıştır. ABD'nin Türkiye ve Almanya'ya karşı, "Rusya'dan gaz alırsanız cezalandırırım" çıkışının altında bu strateji bulunmaktadır. Önde gelen enerji şirketlerle bağlantısı olan ABD, İngiltere, İsrail'in bu çerçevedeki stratejileri kısmen Soğuk Savaş yıllarında da uygulanmıştır. Son yıllarda ise bu kaygı açıkça görülebilmektedir.

Daha önce en büyük enerji ithalatçısı durumundaki ABD, kaya gazının devreye girmesinden sonra net ihracatçı durumuna gelmiştir. Kendi enerji ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra sıvılaştırılmış gazı (LNG) Türkiye'ye dahi, Rusya'nın boru hattıyla gönderdiğinden daha ucuza satabilmektedir. ABD'nin hasımlarına yaptırım uygulama yasasını devreye sokarak Almanya ve Türkiye ile birlikte Türk Akımı ve Kuzey Akımı projelerindeki şirketleri cezalandırma tehdidi, ekonomik istikrar yanında egemenlik haklarına yönelmektedir. Bu projelerde yer alan bazı şirketler, aynı zamanda ABD bağlantılı yatırımları endişesiyle şimdiden projeden çekilmişlerdir. Almanya ve Rusya projenin devam edeceğini deklare etmiştir. ABD'nin yaptırımlarına karşın diğerlerinin misillemesiyle yükselecek tansiyonun yeni çatışmalara yol açmayacağının garantisi yoktur.

Petrol ve gazın önemini en az elli yıl daha koruyacağı hesaplanmakla beraber yeni gelişmeler, üretici ülkeleri ve şirketleri tehdit etmektedir. Bir taraftan birçok bölgede yeni petrol ve gaz yatakları bulunmakta, işletmeye açılmaktadır. Bu kadar yeni kaynaklar piyasaya girerken talep aynı hızla artmamaktadır. Belirtmek gerekir ki salgın olmasa da petrol fiyatlarının düşmesi, dolayısıyla talep güvenliğinin tehlike altına girmesi en basit iktisat kanunlarının gereği idi. Öte yandan yeni enerji kaynakları, çeşitlilik ve kapasite bakımından her geçen gün gelişmekte ve büyümektedir. Aynı zamanda temiz kaynaklar olan rüzgar, güneş, dalga, biyo-enerji gibi alternatiflere yatırımlar kısa zamanda meyvesini vermiş, birçok ülkenin ihtiyacının önemli bir kısmını karşılar hale gelmiştir. Son 10 yıllardaki gelişmelere bakıldığında muhtemelen 50 yıl içinde Almanya, hatta Türkiye enerji ihtiyacının çoğunu bu kaynaklardan karşılayabilecektir. Hidroelektrik ve nükleer santrallerin yanında petrol ve gaz, iklim şartlarının yedeği haline gelecektir.

ABD ve uydu güçlerinin hedefindeki Venezuela, İran, Libya, Katar gibi enerji zengini olduğu halde kontrol dışındakilerde çatışmalar, darbeler, yaptırımlar, iç savaşların arkasında arzı sınırlandırma stratejisi bulunmaktadır. İran'a karşı yaptırımlarda dillendirilen nükleer silah gerekçesi, bu alanda çok daha fazla mesafe almış olan Kuzey Kore için pek gündeme gelmemektedir. Hatta Beyaz Saray bir şekilde Kuzey Kore ile ilişkileri geliştirmek istemektedir. Öte yandan İran'ın batı açısından kabul edilemez toplumsal ve siyasal yapısı, Suudi Arabistan veya diğer körfez ülkeleri için gündeme gelmemektedir. Çünkü bu ülkelerdeki enerji kaynakları önemli ölçüde Atlantikçi veya Siyonist şirketlerin kontrolündedir. Buna karşın Suudi Arabistan da haddini aşıp Beyaz Saray'a rağmen mesela Çin ile enerji anlaşmasına gittiğinde derhal cezalandırılmıştır.

Petrol ve gaz fiyatlarındaki düşüş, Atlantikçi ve Siyonist kuruluşların kârını azalttığı gibi enerji fakiri Çin ve AB ülkeleri açısından oldukça avantajlı bir durumdur. Dolayısıyla piyasayı kontrol etmek, aynı zamanda AB ülkeleri yanında Çin, Hindistan gibi enerji fakiri yükselen güçlerin rekabet gücünün artmasını önlemek demektir.

Paris Sözleşmesinden çekilmenin yanında, Beyaz Saray'ın temiz enerji kaynaklarını teşvik ve destek yolunda pek istekli olmadığı bilinmektedir. ABD'de uzun araştırmalardan sonra büyük masraflarla kurulan, başarıyla çalışmaya başlayan toryum nükleer enerji santralinin kapatılmasının altında bu strateji bulunmaktadır. Halbuki toryum, uranyumdan 200 kat daha verimli olup radyoaktif atık problemi de yoktur. Bu bağlamda Türkiye-Pakistan arasında 2013'de imzalanan toryum yakıtlı nükleer santralin çalışmaya başlaması beklenirken sessiz sedasız projenin rafa kaldırılmasında ABD etkisi henüz bilinmemektedir. Bilinen ise dünyanın en zengin toryum kaynaklarına sahip Türkiye'nin bu alandaki bütün projeleri ve araştırmaları durdurumasına karşın, hiçbir açıklama ve izahın bulunmamasıdır. Hindistan ve Çin'de birçok toryum santralinin enerji üretmeye başladığnıı, birçok ülkede yeni santrallerin inşa edildiğini hatırlatalım.

Kendi gazını ve kendi şirketlerinin başka ülkelerde ürettiği petrolü uygun fiyattan satmak, yeni satıcıları engellemek veya mevcutların piyasa dengesini bozma kapasitesini önlemek temelli ABD stratejileri, yeni çatışmaların gerekçesi olmaya adaydır. Esasen birçok ülkede bu strateji temelli çatışmalar sürmektedir. Belirtmek gerekir ki 19. yüzyılın birincil yakıtı kömürün de bu denklemde belirli bir yeri bulunmakta olup ABD, Rusya'nın yanında Almanya dahi Türkiye'ye kömür satmak istemektedir. Hal böyle iken yeni termik santralleri kurmanın birçok bakımdan ihanet anlamına geldiği açıktır. Bu şartlar altında tarım ve hayvancılık merkezi Konya'da, Ilgın'da kömür ocakları açmanın, bunun için tarlaları karartmanın, yeşil köyleri kömürleştirmenin adını koyamıyorum. Böyle bir yanlış, hatta ihanetin Mavi Vatan veya insanlara şiddet kadar siyasetin, basının ve akademinin gündeminde yer alması gerekmektedir.