Oğuz Çetinoğlu: Galip Erdem Ağabeyimiz’i, 12 Mart 1997’de rahmet-i Rahman’a uğurlamıştık. Her geçen günde, O’nu daha çok arıyor, anıyor, değerini daha iyi anlıyoruz. Galip Erdem ismi geçtiğinizde ilk aklınıza gelenlerden başlayalım. Neler söylemek istersiniz?

Av. Şerafettin Yılmaz: Galip Abi, hayatıma öylesine girdi ki, 1959 yılından vefatına kadar geçen 38 yıl içerisinde daima beraber olduk. Bu hayatın içinde çok güzel şeyler vardır.

Çetinoğlu: Neler var mesela?

Av. Yılmaz: Arkadaşlarla birlikte Galip Abiyi yazı yazma konusunda ikna etmeye çalışıyorduk. Bir gün dedi ki ‘Çocuklar, ben yazmayı çok istedim, denedim de kendi kendime, fakat kafamda ölçü olarak aldığım insanlar vardı. Meselâ; şiir yazmak istedim, benim kafamdaki ölçü Yahya Kemal’di, denemelerime baktım, şiir yazamayacağıma karar verdim. Roman yazmak istedim. Kafamda ölçü vardı: Marcel Proust’tu. ‘Geçmiş Zaman Peşinde’ isimli romanın yazarı… Denemeye kalktım. Çok kötü bir Türk Romanı yazabildim. Bunun üzerine roman yazma faslını da kapattım.’ dedi.

Böylece vermiş olduğu kararları, tekrardan tartışmaya da yanaşmayan, kararlı bir duruşu vardı. Biz bunu hiç değiştiremedik.

Çetinoğlu: Buna rağmen O’nun bir yazarlık hayatı var…

Av. Yılmaz: Galip Abi’nin, tabii, bir yazarlık hayatı var. Bu yazarlık hayatında da çok kuru, sağlam bir mantıkla yazardı. Biz arada bir Galip Abi’ye, yazılarının çok kuru olduğunu, sırf mantıktan ibâret olduğunu, bunu tâbir yerinde ise sulandırmak suretiyle edebî bir üslûp kazandırmasını kendisinden isterdik. Buna da hiç yanaşmazdı. Kader bir gün O’nu, bizim arzu ettiğimiz tarzda yazılar yazmaya mecbur etti.

Çetinoğlu Hangi vesile ile?

Av. Yılmaz: 12 Eylül ihtilaliyle birlikte yaşanan o acılı günler vesilesiyle… Milliyetçi gençlerin cezaevlerine düşüp de, orada yargılandıkları sırada Galip Abi’nin yazmış oldukları yazılarda, bizim arzu etiğimiz üslup vardır. O dönemde duyguları allak bullak eden çok enfes yazılar yazmıştır. Ondan sonra da Galip Abi zaten yazı hayatını hemen hemen bitirmiştir.

Çetinoğlu: O halde 12 Eylül dönemindeki Galip Erdem’i konuşalım…

Av. Yılmaz: 12 Eylül 1980 İhtilali olduğu sırada Galip Abi memurdu. Başbakanlıkta danışman olarak görev yapıyordu. Bir süre sonra Galip Abi istifa edip avukatlık cübbesini giyerek dâvâlara katılmak istediğini söyledi. Çelikkale Sokağı’ndaki büromuza geldi. Dâvâ bitinceye kadar cübbeyi sırtından çıkarmadı. Galip Erdem’in avukatlık hayatı MHP Mensuplarının ve ülkücülerin yargılandıkları dâvâyla başlamış ve o dâvâyla bitmiş bir hadisedir. Avukatlık hayatında başkaca hiçbir vekâlet söz konusu değildir. Onlar için cübbe giymiştir. Onların kararıyla birlikte cübbesini çıkarmıştır.

Çetinoğlu: Dâvâlar süresince farklı bir Galip Erdem vardı…

Av. Yılmaz: Galip Abi, dâvâlar süresince çok özel iki vazife üstlenmişti. Birincisi ve en önemlisi; cezaevlerinde yatanların anneleri, babaları fakir olan, imkânlarının kısıtlı olması sebebiyle evlerinden üç kuruş bile harçlık gelmeyen yüzlerce gence yardımcı olmaktı. Bu, Galip Abi’nin üstlenmek mecburiyetini hissettiği birinci görevdi. Ömrünce parayı sevmemiş, ömrünce para için hareket etmemiş olan Galip Erdem, Mamak günlerinde, hiçbir kimsenin inanamayacağı bir dönem yaşadı. Galip Abi’nin şahsiyetine yakışmadığı için ‘Dilenme’ kelimesini kullanmak istemiyorum ama zaman zaman o derecelere düşmüştür. Kendisini, şahsiyetiyle karşı karşıya getirmesine rağmen, o parayı temin edebilmek için inanılmaz şekilde çalıştığı bir dönem yaşadı.

Çetinoğlu: Yardım konusunda gevşek davrananlara mesâfeli duruyordu. En yakın dostu, akrabası olan bir ağabeyimizle selamı-sabahı kesmişti. Seninle de unutulmayacak bir hâdise yaşamıştı…

Av. Yılmaz: Büro olarak kullandığımız mekânda on kişiye yakın çalışan vardı. Bu insanların yemeleri, içmeleri, telefon paraları, bir yığın masraf var. Kolay kolay her zaman para gelmiyor. Genel Başkan tutuklu, her tarafta yargılanmalar söz konusu ve bütün para kaynakları kurumuş vaziyette. Bir gün büroda kahvaltı malzemesi satın almak için bir kuruş yok. Galip Abiye gittim. O her zaman zengindi. ‘Galip Abi’ dedim.’Ben senden ödünç istiyorum. En kısa zamanda size geri vereceğim. On bin lira ver de, büroda çalışanlara kahvaltılık malzeme alalım…’ Dedim. ‘Yok’ dedi.

Hiçbir imkânım yoktu. Borç alabileceğim bütün insanlardan borç almıştım. Telefon edip borç isteme şansım yok. Üsteledim:

-Galip Abi bu parayı ver!

-Vermem.

-Galip Abi bu parayı ver!

-Vermem.

İyice dolmuştum. Galip Abi’nin yanından ayrılırken hüngür hüngür ağlıyordum. Odama gittim, uzun süre bunu hazmetmeye çalıştım. Kendi kafamdan birtakım yorumlar yapıyorum: ‘Ben burada kim için çalışıyorum? Ben burada onlar için çalışmıyor muyum? Onlara para göndermek, onları kurtarmak için çalışmaktan daha mı önemli?’ Diye bir sürü yorumlar yaptım kendi kendime.

Sonradan, Galip Abi’nin benim sıkıntılarıma karşı ilgisizliğinden değil, üstlenmiş olduğu görevi îfa etmek için kendi iç kararını bozmamak için öyle hareket ettiğini düşünerek teselli buldum. İnanıyorum ki Galip Abi de içinden ağlıyordu. Ama Galip Abi o parayı bana vermedi.

Çetinoğlu: Üstlendiği ikinci görev ne idi?

Av. Yılmaz: Galip Abi’nin Mamak günlerinde üstlendiği ikinci görev; eşleri, evlatları veya kardeşleri tutuklu olan kimselerin yakınlarıyla ilgilenmek. Bu yakınlarının kimisi genç, eşi oluyor, kimisi kız kardeşi oluyor, kimisi annesi oluyor… Bu insanların hepsine, inanılmaz ölçüde şefkatli bir babaydı. Ben buna nasıl katlandığına hayret ederdim. Onların himâyesi doğrultusunda öylesine zaman zaman katı davranışları olurdu ki hayret etmemek mümkün değildir. Mesela ölçü olması bakımından bir olay zikretmek istiyorum. Yine tahliyelerin beklendiği günlerden birindeydi ve duruşma salonu çok kalabalıktı. Mevsim kış ve hava çok soğuktu. -5 veya -6, derece idi. Gece 12′de duruşmadan çıktık. Hiçbir vasıta yok. Mamak kapısına geldik, bir taksi bulundu ve bu taksiye Avukat Nuri Erogan ve zannediyorum ki bir kişi daha binmişler. Galip Abi, tutuklu eşlerinden birkaçı ile geldi. Askerlik arkadaşı olan Nuri Erogan’a; ‘İn arabadan Nuri’ dedi. Nuri Erogan şaşırdı. Buna rağmen arabadan indi. Öfkelendi, bağıra, çağıra, çantasını aldı, yaya olarak Kızılay’a gitmek için yola koyuldu. Galip Abi hiç umursamadan gelinlerini arabaya bindirdi ve gitti. Hakikaten böyle bir himâye duygusu ve böyle bir kararlılıkla, dâvâ sonuna kadar o yaralı insanların eşlerine sâhip çıktı.

Zannediyorum o gelinlerin her birisi şimdi Galip Abi’yi hatırlarken o günlerin hatıralarını, çok farklı duygularla yaşamaktadırlar.

Galip Abi milliyetçi nesiller üzerinde, o kadar içten, o kadar samimi bir adanmışlık içindeydi ki, onların her safhası, Galip Abi için önemliydi. Gençlerin evlilikleri Galip Abinin hayatındaçok ayrı bir yer işgal ederdi. Yani diyelim ki Van’da bir milletçi genç evlenecek, şartlar ne olursu olsun, Galip Abi gidip orada onun nikâh şahitliğini yapmaya tâlip olurdu. Veya yüzüklerini takmak için düğünlerinde bulunurdu. Böyle bir duygu içindeydi. Kalplerin birleşmesi ve ülkücülerin yuva kurması, Galip Abi’nin kendi öz evlatlarının yuva kurması gibi bir heyecan verirdi.

Bu olayları; nikâh veya nişan yüzüklerini taktığı nikâh şâhidi olduğu arkadaşlarla görüşmek, onlara anlattırmak mümkün olsa, öyle zannediyorum ki dinlemek çok daha ilgi çekici ve duygu yüklü olur.

Çetinoğlu: Politikacılarla arası nasıldı?

Av. Yılmaz: Galip Abi’nin, siyasi hayatta olan insanları çok yakından tanıyan bir tarafı vardı. Çünkü Galip Abi aynı zamanda siyasî yaşamış bir insandı. Fikir mücâdelesi veren bir kimse olarak, köşe yazarlığı yapan bir kimse olarak, inanılmaz bir kültür birikimine sâhip bir insan olarak, ülkeyi yönetecek olan insanları çok yakından tanırdı. Bütün özellikleriyle tanırdı. 12 Eylül sonrası siyasî partilerin yeniden kurulmasına izin verildiği dönemlerdeydi. Süleyman Demirel’i de, her yönüyle çok yakından tanırdı.

Rahmetli Türkeş, MHP’nin dışarıda olan mensupları arasında siyasî partileşme olurken, ‘Süleyman Demirel ile müşterek hareket edilebilir mi?’ konusunu araştırmak üzere kendisiyle görüşmemi istemişti. Sayın Demirel’den randevu almak için telefon ettiğimde; Galip Abi; ‘Şeref telefonu bana ver’ dedi. Ve ekledi: ‘Sen Demirel’i bilmezsin, O’nun üslubundan ben anlarım.’ Telefonu aldı, şunları söyledi: ‘Tabi Süleyman Bey, biz de burada fevkalade bir izdiham yaşıyoruz. Bizim de kapımız şu anda insanlarla dolu, elbette ki sizin kalabalığınıza da saygı duyarım. Mâdem öyle bizim şu anda karşı karşıya gelmemiz söz konusu değil, öyleyse bizim büromuzda Kemal diye bir arkadaşımız var, sizin oradan Yiğit Beyle masaya otursunlar, ilk müzakereleri onlar yapsınlar, devamını biz yapalım.’ Konuşma bitince Galip Abi; ‘Haydi, Demirel’e gidiyoruz.’ Dedi. Bir taksiye binip Süleyman Bey’in evine gittik. Giderken takside sordum:

-Ne söyledi de sen Süleyman Bey’e, bizim burada izdiham var Dedin?

- Ben telefon açtığım zaman, bütün sokak insan dolu ve bütün insanlar benle konuşmak istiyorlar Galip’ciğim, Yiğit Köker’le siz ön görüşmeyi yapın dedi. Ben de Kemal’in, bizim büroda çalışan Kemal’in Yiğit Beyle görüşmesini söyleyince, kendisinin bana söylediğini benim kabul etmediğimi, gerçeği bildiğimi anladı ve hemen bizim gelmemizi istedi. Ben bunun yapılacağını bildiğim için telefonu senin elinden aldım. Ben Süleyman Demirel’i şu kadar zamandır tanırım.’

Hakikaten gittiğimiz zaman evinin önünde hiç kimse yoktu ve bizi Süleyman Demirel yukarıya, odasına aldı, evinde üçümüz beraber; ‘Niçin birlikte siyasî parti kurmanın gerektiğini’ konuştuk.

Çetinoğlu: Galip Ağabey’in geniş çevresi vardı ve tesirli oluyordu…

Av. Yılmaz: Galip Abi’nin hayatı incelendiği zaman, şu gerçek çok bâriz bir şekilde ortaya çıkar; Türk Milliyetçiliği fikri etrafında yetişmiş olan Galip Erdem’den sonraki kuşakların üzerinde, inanılmaz etkileri ve emekleri vardır. O dönemde, öyle zannediyorum ki, dostluk ilişkileri içerisinde olduğu en aşağı 200 parlamenter vardır. Onlara gidip, Galip Erdemi soracak olsanız; herkesin Galip Erdem’e karşı müthiş bir sempatisi ve kendisiyle ilgili hâtıraları ve üzerlerinde emekleri olduğunu ve de kendi üzerlerindeki etkilerini dinlersiniz. Türkiye’de köşe yazarlığı yapmış, siyaset yapmış, fikir hareketleri içinde bulunmuş birçok insan vardır. Fakat öyle zannediyorum ki, bu kadar geniş kitlelere, böylesine müessir olmuş, hem de kendi köşesinde kendisini saklamış bir insana rastlamak mümkün değildir.

Onu da ancak şöyle ifâde etmek mümkün olabilir: Galip Abi Türk milletine kendisini adamış bir insandı. Bu adanmışlık sözden ibâret değildi. Hayatının bütün zevklerini, bütün arzularını kapatmış ve sâdece inanmış olduğu fikre fiilen, bizzat veya emek verdiği insanlar vasıtasıyla hizmet etmekten ibâret bir hayat yaşadı. Ömrünün son birkaç yılına kadar aynen böyle devam etmiştir.

Bu sadece parlamenterlerle ilgili bir mevzi bir durum değil. Emek verdiği insanlardan parlamentoya gelen insanları kastederek söyledim. Bürokratlarından, kendi bölgelerindeki mahallî liderlerine kadar… Yazarlarından, üniversitelerde hocalık yapan insanlara kadar… Galip Abinin emek verdiği, kaliteli çok büyük bir kitle vardır ve hepsinin de O, ‘Galip Abi’sidir.

Çetinoğlu: En çok yaptığı iş neydi?

Av. Yılmaz: Okumak… Galip Abi on iki saat okuyan, gece sabaha kadar okuyan, gündüz de uyuyan bir insandı. Mütemadiyen dolan bir insandı Galip Abi. Bu yönüyle Galip Abi’nin bilgi ve kültür düzeyini ifâde etmek mümkün değildi.

Çetinoğlu: Son dönemleri hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Av. Yılmaz: Galip Abi’nin, hayatının bize yansıyan bölümünün dışında, bize yansımayan bir yönü de vardı. Orası adeta kırkıncı odaydı ve kırkıncı odayı Galip Abi bize hiç açmadı. Ne kadar açmaya uğraşırsak uğraşalım, Galip Abi’nin o gizli odasına biz giremedik. Zaman zaman bizim girdiğimizi hissettirecek şekilde küçük anekdotlarla, hayatının his dünyasından, şahsî yönlerinden çok küçük kırıntılarla bahsetmişse de hiçbir zaman bizler, Galip Abi’nin o gizli dünyasına giremedik. O dünyayı kendisiyle beraber aldı gitti. Eğer roman yazmış olsaydı, yazmış olduğu romanın satırları arasında, belki Galip Abi’nin gizli dünyasına girerdik. Fakat o kendisine, hislerini anlatan yazıları yasaklamış olduğu için de yine biz o dünyaya gireme(z)dik. Galip Abi böylesine bütün zevklerden, bütün arzulardan, bütün insanî isteklerden tecrit edilmiş bir hayatı, bir fikir uğruna, o fikre hizmet edeceği insanlara emek vererek geçirmiş bir insandı.

Çetinoğlu: ‘Karşılığını almak’ anlamında değil… Verdiği emeklerle, hedeflediği ortam oluştu mu?

Av. Yılmaz: Kendisini adadığı kimselerde aradığını bulamamanın değil de emeklerinin kıymetinin bilinmediğinin hüznünü yaşadığını gördüm.

Bunu kelimelerle ifâde etmedi, bunu açıkça söylemedi, açtığımız zaman üzerini kapattı. Ama bizim kendisiyle 38 sene yaşanmış bir hayatımız vardı ve o yaşanmış hayatın yapısından, tanıdığımız Galip Erdem yapısından, ben bunu çıkardım.

Bir benzetme yapmak gerekirse; tıpkı bir radyonun düğmesini kapattıktan sonra nasıl susarsa, Galip Abi de son bir iki yıl içinde kendi düğmesini kapatmıştı. Ne kadar konuşursanız konuşun, ne kadar sitem ederseniz edin, Galip Erdem suskun dönemini bir daha değiştirmedi. O suskun hayatı ile birlikte ebedi âleme göç etti. Bunu hatırladıkça burnumun direği sızlar benim.

Çetinoğlu: Birkaç cümle ile konuyu toparlayabilir misiniz?

Av. Yılmaz: Galip Abi inanan bir insandı. Dinî konularda Galip Abi derinlemesine bilgiye sâhipti. O’nun o saf yüreği, o tertemiz hali, inanmış bir insanın modeliydi. Bir Müslüman’a yakışan bütün güzellikleri Galip Abi şahsında tecessüm ettiriyordu. Benim penceremden Galip Abi hakkında bir röportaj için söyleyeceklerim bundan ibarettir.

Çetinoğlu: Allah rahmet eylesin. El-Fâtiha…

Av. ŞERAFETTİN YILMAZ:

15 Şubat 1940 tarihinde Ankara ili, Şereflikoçhisar ilçesi, Çıkanağıl Köyü’nde doğdu. İlkokulu doğduğu köyde bitirdi. Ortaokulu Kırşehir’de, Liseyi Ankara Kurtuluş Lisesi’nde bitirdi.1964 yılında Ankara Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu.

Askerliğini 1966 yılında Teğmen rütbesi ile tamamladıktan sonra Bab-ı Ali de Sabah Gazetesi Ankara Temsilciliği'nde İdare Müdürü olarak göreve başladı.

Temmuz 1967’de Ankara'nın Keskin ilçesinde serbest avukatlık bürosu açtı. 1970’de bürosunu Ankara’ya nakletti.

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel İdare Kurul üyesi olarak siyasî çalışmaları sonucunda Ankara'dan milletvekili adayı olarak 1977 seçimlerine katıldı. 1978 yılında İstanbul’a yerleşerek kardeşleriyle birlikte kurduğu otomotiv sanayi şirketinin yöneticisi oldu.

12 Eylül 1980 darbesi ile tevkif edilen MHP Genel Başkanı ve diğer partililerin avukatlığını üstlenerek Ankara’ya yerleşti. 1987 yılına kadar MHP ve Ülkücü Kuruluşlar davâsının avukatlığını yatıktan sonra, tekrar İstanbul'a dönerek ticarî hayatına, aynı sektörde yeni bir şirket kurarak devam etti. 2011 yılında hissesini ortağına devrederek iş hayatından çekildi.

İstanbul'da, Avrasya Bir Vakfı Kurucu Mütevelli Üyesi, Taç Vakfı Mütevelli ve Yönetim Kurulu Üyesi, İş Dünyası Vakfı Mütevellisi ve S.S. Otomotiv Yedek Parça İthalat ve Toptancılar Konut Yapı Kooperatifi Başkanı olarak kültürel sosyal faaliyetlerde bulundu.

Türk Kültürüne Hizmet Vakfı'nda 1987 yılında Mütevelli Heyeti’ne seçilldi ve 10 yılı aşkın Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı olarak çalıştıktan sonra, 2010 yılında Başkanlık görevine getirildi.

Av. Şerafettin Yılmaz, evli, bir kız, bir erkek iki evlat ve iki torun sâhibidir.